Birkaç gece önce içime bir senaryo doğdu. Hani tüm olan bitenler acaba evrensel plandan bakıldığında böyle mi diye düşündüm. Elbette ki daha derinde ve ayrıntılı dalları saçakları vardır ve hakikat daha kapsamlıdır da içime doğanı paylaşmak istedim sizlerle…

Aslında süreç, 02.02.2002 günü başladı. O günü hatırlayanlar olacaktır, çok özel bir şeyler bekleniyordu; hatta sonsuzlukotesi grubu Ankara’da o gün buluşmuştuk. Bir şekilde çok özel bir enerjinin aktive edilmesini bekliyordu herkes, ama pek bir şey olmamıştı. Hani ben de o günü çok sallamamıştım, ama nedense dün gece aklıma bu tarih geldi. İlerleyen zaman içinde de 3 Kasım 2002’de de AKP’nin iktidara gelişini gördük hepimiz. Bağlantısı var mıydı bu tarihle? Belki de… 

Her ne kadar öyle görünmese de ben olan her şeyin evrensel planın bir parçası olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin de ruhsal düzeyde titreşimi yükselecek yeni bir dünyanın kilit taşı olduğunu… Fakat öncelikle Türkiye’nin de kendi karmalarını dengelemesi gerekiyor. Karma demek açık parantezleri kapatmak demektir. Matematiğin temel ilkelerindendir, açılan her parantez kapatılmalıdır, keza bilgisayar programlarında da böyledir. Parantez kapanmazsa sistem işlemez… 

AKP’de bu bağlamda her ne kadar kendi lehlerine hareket ediyor görünseler de aslında farkında olmadan ve evrensel planın bilinçli hareketiyle birer birer bu parantezleri kapattı. Mesela tekke ve zaviyelerin kapatılması hususu. Amaçlarından uzaklaşmış, siyasallaşmış tekkeleri kapatmak önemli bir adım ve o dönem için ve yapılması gerektiği için yapılmış olsa da arada kurunun yanında yaşlar da gitti ve yine kendini dışlanmış hisseden bir kitle yarattı. Burada bir dengesizlik oluştu ve parantez açıldı. AKP’nin gelişiyle birlikte bir zamanlar kapatılan siyasallaşmış tekkeler daha güçlü biçimde ortaya çıktılar ve Cemaat başlıbaşına bir güç olarak karşımıza çıktı. Aslında bir yandan parantez kapandı, dengelenme yaşanıyor. Şimdi aslında o tekkelerin Anadolu harmanıyla, insanın gerçekten kendini keşfi için çalışanlarına da, siyasetler egoyla işi olmayanlarına da gün doğacak bu dengeleniş gerçekleştiğinde…

Yine bir diğer parantez TSK ile yaşandı. Yine o dönemde böyle olması gerektiği gerçekleşen İstiklal Mahkemeleri, dengeyi bozdu. Parantezler açtı, karmalar yarattı. Bu arada yaşanan darbeler esnasında da açılan parantezler var. Özellikle de 12 Eylül’de. Bunun dengelenmesi gerekiyordu ve bazı ruhlar buna gönüllü oldular. İşte davaları hepimiz yaşadık. Haksızlıklara isyan ettik. Fakat belki de evren bu şekilde kendini dengeliyordu. İlerisi için bunun olması gerekiyordu. Çünkü geleceğin dünyasında silahlar ve bunları kullanan insanlara da ihtiyaç kalmayacak bu gezegende. Bu belki hayal gibi geliyor sizlere, ama neden olmasın…. Ayrıca ülkeler mevcudiyetlerinin devamını askerlerinden değil, sivillerinin gücünden almalı diye düşünüyorum. “Sıkıştık, yetiş asker” diye bağırıp silahlı bir gücün bizim adımıza, istediğimiz gibi bir yönetim kurmasını bekleyerek yaşamak da hani daha önceden geçerli bir bilinç boyutu olabilirdi. Ama artık “biz artık silaha ihtiyaç duymadan hep birlikte kendi ülke yönetimimizi belirleyebiliriz” bilincine doğru adım atabiliriz bu dünyanın insanları olarak…

Yine bu toprakların en büyük karması Osmanlı’ya ait. İmparatorluğun, tek adamlığın karması… İşte son günlerde yaşadıklarımızla da bu karmayı tamamlayacağız gibime geliyor. “Muhteşem Yüzyıl” boşuna yayında değil ve Başbakan da boşuna padişah gibi davranmıyor…

Peki sonuç ne olacak? Tüm parantezler kapanınca, AKP ve RTE ve hatta Cemaat ve diğer tüm unsurlar görevlerini tamamlamış olacaklar. Sonra da sahneden hep birlikte çekilecekler. Şu anda yaşanan AKP-Cemaat savaşında bile artık gittikçe o finale yaklaştığımızı görebiliyoruz. Yaşanan gerilim daha devam edecek. Yarınki seçimle bitmeyecek… Çünkü aslında görünenin ötesinde bambaşka bir görünmeyen yaşanıyor… 

Ayrıca sadece karmalar kapatılmıyor, nice inandığımız illüzyon da temelinden sarsılıyor… Mesela adalete olan inancımız, yasalarla mı sınırlı. İşte gücü eline geçirenin yasaları istediği gibi değiştirebildiğini görüyoruz. İnsanlık tarihi boyunca da bu böyle oldu, gücü olan yasayı yaptı. Peki o zaman adalet hakikatı nerede? Onu kağıtta yazanlarda mı aramak lazım, yoksa başka bir yer de mi? Ve kağıtta yazanları evrensel adalet ilkelerine uygun olarak nasıl uyarlayabiliriz. Belki zamanla bunu keşfetmemize yardımcı olacak bu illüzyonu fark etmemiz.

Devlete mi inanıyorduk. Devlet halkı için mi vardı, yoksa halk devlet için mi? Aslında farkında olmadan biz hep ikincisini yaşadık. Padişahlığı kaldırdık, ama bilinci değiştiremediğimiz için gölgesi halk devlet içindir anlayışı yeniden hortladı. Güç bendeyse istediğim her şeyi yaparım düşüncesine isyan ettik. Toplu halde uyanışa geçtik. Artık devletin halk için olduğu bilincini yakalayıp, hatta bir sonraki adıma geçebiliriz. Yöneticilerin önplanda olmadığı, yöneticiliği bir ego tatmini değil de; yeterli oldukları bu görevde yapmaları gerekeni yaptıkları bir misyon olarak gördükleri bir düzen… Şu anda çok uzak belki ama, tek adamlığın enerjisi o kadar yoğunlaştı ki tepki enerjisi öte uca kadar itebilir ve bu kadar ileriye götürebilir bu ülkeyi. Belki kısa zaman içinde değil, ama daha ilerilerde…

Aslında daha anlatılabilecek çok şey var fakat tüm bunlar en küçükten en büyüğe cidden bir plan çerçevesinde gerçekleşiyor ve çok yakında çok şey dengelenecek bence. Türkiye de yepyeni pırıl pırıl bir sayfa ile Dünya üzerine yer alacak. Nice uyanmış gencin, onların üstatlarının, çektiği acılarla dirilmiş bir halkın; Anadolu gibi harika bir toprakta harmanlanmış ruhların, bu gezegen için çok şeyler yapabildiğini göreceğiz… Ayrıca Atatürk’ün attığı tohumların aslında bu yeni dünyada yeşerdiğini göreceğiz. Çünkü her ne kadar Atatürk’ü çok sevsek de onun söylediklerini gerçekten yaşamlarımıza henüz geçirmeyi tam olarak başaramadığımızı düşünüyorum ben. O, çok daha ilerisi için çok önemli tohumlar attı ve o tohumların filizlerini yeni yeni görüyoruz. Hani bambu ağaçlarının olduğu gibi bu. Tohumunu ekermişsiniz de yıllar boyu sularmışsınız bambuları. Yıllarca bir hareket olmazmış ve derken birden çıkar ve fırlar boy atarmış bitki. Bugüne kadar o tohumları suladık da henüz fırlayıp boy atmadılar sanki, işte o günler de yaklaşıyor diye geçiyor kalbimden.

Yaşadığımız dönem de her ne kadar çok gergin ve zorlayıcı olsa da muhteşem potansiyeller içeriyor. Bir gün bunların hepsi sona erecek fakat o noktada bugünlerden aldığımız dersler, mesajlar, gözlemler çok değerli olacak. Eğer bu dönemi sadece offflayıp puffflamakla geçireceksek, sadece kızacaksak, şikayetle suçlamayla geçireceksek; geleceğimiz için çok önemli bir potansiyeli heba etmiş olacağımızı düşünüyorum ben…

Yazdıklarım çok yerine oturmuş, çok emin olduğum düşünceler değil, söylediğim üzere içime doğan hisler. “Ne saçmalıyorsun” diye düşünenler olacaktır. Hepsine eyvallah… Yanılıyor ve saçmalıyor da olabilirim. Sadece evrensel planda ne var ve gidişat nereye doğru onu anlamaya çalışıyorum… Bu yüzden paylaşmak istedim bu hissiyatı… Belki benim gibi hisseden başkaları da vardır diye… 

Bundan sonra yaşanacak her şey de bütünün en yüksek hayrına olsun ve olacak da… Her ne kadar öyleymiş gibi görünmese de her şey yolunda ve her şeyin hayırlısı olmakta… 

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...