Önce başlıktaki soruma keskin bir yanıt vererek başlamak istiyorum: Ermeni sorunu tam anlamıyla çözülmez, çözülemez. Çünkü olay “soykırım” oldu-olmadının ötesinde bir anlam taşımaktadır. Dünya üzerinde, Ermeni kimliğinin varlığı (Özellikle de Ermeni diasporası açısından), Ermenilerin Türklerle sorun yaşamasına bağlıdır. Bunu şöyle açabilirim: Ermeniler göçmen bir halktır ve dünyanın her yerine yayılmışlardır. Bu kadar yaygın ve birbirinden uzak bir halkın zamanla asimile olma ve Ermeni kimliklerini unutma tehlikesi iyice belirdiğinde, dünyanın çeşitli ülkelerinde varolan Ermeni örgütleri, Ermeni Kilisesi önderliğinde harekete geçmişler ve 1965 yılında Ermeni soykırımının 50. yıldönümü olduğu iddiasıyla, 24 Nisan tarihini, “Ermeni Soykırımını Anma Günü” ilan etmişlerdir. Sonrasında da, hepimizin bildiği üzere, her sene bu tarihte anma törenleri düzenlemişler ve çeşitli faaliyetlerle ortalığı ayağa kaldırmışlardır. Bu çalışmalarının sonucunda da, üçüncü kuşak Ermeniler olarak tanımlayabileceğimiz günümüz Ermenilerin de müthiş bir Ermeni milliyetçiliği ortaya çıkmış (Tahmin edebileceğiniz üzere Türk düşmanlığı ile birlikte) ve hatta Atom Egoyan, Charles Aznavour gibi nerdeyse Ermeni kökenli olduklarını unutanlar bile, kimliklerine büyük bir aşkla sarılmışlardır. Hatta bu öyle bir boyuttadır ki, 1915’i yaşamışlar, Türkler’e karşı herhangi bir düşmanlık içeren sözler sarf etmezken, o tarihten 70-80 sene doğmuşlar, müthiş bir nefret içindedirler. “System of a Down” gibi Ermeni gençlerden oluşan gruplar, Türk düşmanlığı içeren şarkılar söylerken, bir yandan da Ermeni kimliklerine sıkı sıkıya sarılmaktadırlar.

Ermeniler, propagandanın temel taktiklerini çok başarılı uygulamışlar ve istedikleri hedeflere doğru hızla yürümüşlerdir. Propaganda taktikleri konusuna biraz değinmek istiyorum; Bize İletişim Fakültesi’ndeki hocamız Metin İnceoğlu’nun anlattığı ve sınavlarda da çıktığı için iyi hatırladığım “Propagandanın 11 temel ilkesi” konusu vardı. Şimdi 11 ilkeyi tek tek açıklamam için yer yok ama birkaçına değinecek olursam: Mesela “propaganda süreklilik göstermelidir, birkaç tekrarla başarıya ulaşmaz.” Eh elinizde 24 Nisan gibi bir tarih varsa ve siz her sene bu tarih için çalışıyorsanız ve bununla da yetinmiyor, sürekli gündemde tutuyorsanız, bu kuralı yerine getiriyorsunuzdur. “Propaganda tek elden idare edilmelidir.” Kısaca bir orkestra şefi olmalıdır. Buradaki şef Ermeni Kilisesi olmuştur ve onca dağınık örgüt ve kuruluşu bir araya getirmeyi başarmıştır. “Propaganda da ortak bir hedef, düşman seçilmelidir.” Bu her zaman işleyen bir durumdur, ortak bir düşman belirdiğinde, herkes birbiriyle olan sorunları bir kenara bırakır ve ona karşı birleşir. Burada da Ermenilerin karşısındaki hedefi biliyorsunuz, Türkler. “Propaganda ortak bir efsaneye dayanmalıdır.” Ermenilerin neden Ağrı Dağı’nı kutsal bulduğunu ve “Ararat”ı sık sık kullandıklarını biliyor musunuz? Kendilerinin Hz. Nuh’un torunları olduğuna inanırlar… Burada birkaç kuralın açılımını yaptım, ama ciddi bir inceleme, bu temel 11 kuralın nasıl başarıyla uygulandığını gösterecektir.

Peki bunu bilmenin bize faydası ne olacak? İşte burada gözden kaçırdığımız nokta ortaya çıkıyor: Biz “Ermeni Sorunu”nu sadece politik ve tarihsel bir sorun olarak gördük, fakat aslında onun bir iletişim problemi olduğunu pek düşünmedik veya konunun iletişim bilimini ilgilendiren kısmını ihmal ettik. Ermenilerin müthiş bir halkla ilişkiler (PR) çalışması yaptığı gerçeğinin altını çizen de olmadı. Tezim esnasında konuyu iletişim sorunları açısından değerlendirmiş doğru düzgün kaynağa rastlamadığımı belirtmem lazım. Evet, Ermeni propagandasıyla ilgili çalışmalar mevcuttu, fakat sürecin tamamında Türkiye’nin iletişim stratejilerindeki sorunları inceleyen bir çalışma yoktu. (Daha da temele inersek aslında bir iletişim stratejimiz var mı yok mu o da tartışılır ki başımızın bu kadar ağrımasının nedenini de bu strateji eksikliğinde buluyorum ben.) İşte sorunun bu kadar büyümesinin nedeninde iletişim problemlerinin olduğunu görmek, sorunun bize yansıyan etkilerinin azaltılması için de yol gösterici bir adım olacaktır ki daha önce yaşadığımız bir süreç, böyle bir yaklaşımda ne kadar etkili olduğumuzu göstermişti.

80’li yıllarda, Ermeniler’in faaliyetlerine karşı, diplomatlarımızın da şehit edilmesinin yarattığı acılarla topyekün bir harekata giriştik ve çok da başarılı sonuçlar aldık. O dönemde Türk karşıtı Ermeni faaliyetlerinin önlenmesi amaçlayan bir eylem planı yapılmıştı. Planın yürütülmesi Dışişleri Bakanlığına verilmiş ve Dışişleri Bakanlığı da ayrı bir koordinasyon ünitesi oluşturmuştu. (Orkestrasyon ilkesini hatırlayın.) Bu dönemde Türkiye, büyük bir yayın faaliyetine başlamış ve makaleler, kitaplar, arşivler yayınlanmış; yayınlanan bu kitaplar yabancı dillere çevrilmiş ve yabancı ülkelerde dağıtılması da sağlanmıştı. 1986’da Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın girişimleriyle Amerika’da 69 bilim adamı soykırımı olmadığına dair bir deklarasyon imzalamışlardı. Daha bunun gibi birçok faaliyetin gerçekleştiği bu dönem yaklaşık 6 sene sürmüştü, ama sonrasında devamı gelmemişti. Tabii bizim faaliyetlerimiz sonrasında gerileyen propaganda, bizim meydanı boş bırakmamızla birlikte tekrar coştu ve günümüzdeki durumuna kadar uzandı.

Hal böyleyken, sorunun çözümü için neler yapılması gerekli? Yazının başında belirttiğim gibi,Ermeniler açısından, bizim “Ermeni Sorunu” olarak adlandırdığımız durum, dünya vaki bulduğu sürece devam edecek, çünkü altını çizmeye çalıştığım üzere bu, diaspora Ermenilerinin kimliklerinin varlık sebebi. Fakat biz bu soruna akılcı çözümlerle, organize olarak ve peşini hiç bırakmayacak bir sistematikle yaklaştığımızda, Ermeni çalışmalarının etkisini ve bize verdiği zararı azaltacak sonuçlar alabiliriz.

Bunun için elbette, öncelikle tıpkı 80’lerde yaptığımız gibi, bu işi koordine edecek ve tek işi sadece bu sorun olacak etkin ve aktif bir birime, yani bir orkestra şefine ihtiyacımız var. Bu birimde de ağırlıklı olarak PR üzerine uzmanlaşmış kişiler yer almalı veya ciddi bir PR firmasıyla ortak çalışılmalı. Çünkü “Ermeni Sorunu”yla baş etmenin yolu PR’dan geçiyor. Evet, bu sorun karşımıza politik bir koz olarak çıkıyor, ama bunun bir koz haline dönüşmesinin de nedeni bizim iletişim alanındaki sermişliğimiz. Mesela tarih alanında zaten elimizde bir sürü kaynak var, yapılmış çalışmalar çok, fakat bu çalışmaları kamuoyuna sunacak bir yöntemimiz yok adamakıllı.

İşte bu noktada çok önemli bir araç olabilecek internette de çuvalladığımızı söylemem lazım. Benim tezimi yaptığım dönemde 500’den fazla Ermeni sitesine karşın 20 civarında Türk sitesi mevcuttu ve google’da “Armenian Genocide” yazıldığında gelen ilk 100 sonuçta sadece tek bir Türk sitesi vardı. Aradan 4 sene geçti ve şimdi arattığımda ilk 100’de 3 Türk sitesi çıkıyor. Her ne kadar üçe katlamış görünsek de bu otuza katlandığımız gerçeğini değiştirmiyor. Bu noktada tezlerimizi anlatan site sayısının çoğaltılması gerekiyor mutlaka. Bir iki tane süper içerikli siteden bahsetmiyorum ben, 500 tane irili ufaklı siteden bahsediyorum, bu yapılır mı, doğru bir eylemle rahatlıkla yapılır.

Elimizdeki belgeleri dünya kamuoyunun gözüne sokacak, Ermeniler’in sık sık başvurduğu çarpıtmalar ve yalanlarını gerçeklerini ortaya koyacak, PR araçlarını (reklam, propaganda, lobicilik) etkin bir şekilde kullanırken, bir yandan da mağrur duruşumuzu koruyacak bir kampanya yürütmeliyiz. Türkiye büyük bir devlettir, Ermeniler ise düşmanlık stratejisiyle bir arada kalmaya çalışan dağılmış bir millet; biz onların yaptığı gibi saldırganlaştığımızda, gene kendimiz zarar görüyoruz, çünkü çekilmek istediğimiz tuzağa düşüyor ve sürekli koz veriyoruz. Halbuki olması gereken şu, bir masada sürekli dır dır eden birileri var, ama siz bir konuşmaya başlıyorsunuz ve başlar size dönüyor. Birileri orada dırdırına devam etse de ilgi artık sizde. Fakat şu anda maalesef başları kendimize pek döndüremiyoruz, çünkü (ihmal etmişliklerimiz nedeniyle) sesimiz çok güçlü çıkamıyor. Elimizdeki tek güç uluslararası çıkarlar, ama o koz da yetiyor mu tartışılır. Fakat ben uluslararası ilişkilerin ötesinde, Dünya’nın herhangi bir yerinde sokakta yürüyen bir adamın, bir Türk için düşündükleri önemsiyorum; derslerinde “Türkler Ermeniler’i soykırıma uğrattı”yı okuyanları. Açın bakın yurtdışı kaynaklarına, “Ermeni Soykırımı” tartışılmaz bile, varlığı kabul edilmiştir. Sadece tek cümle, Türkiye bu iddiaları reddetmektedir yazar, o kadar. Anlayacağınız kendimizi ifade etme problemimiz, işlemediğimiz bir suçun da üstümüze yıkılmasına ve bize her anlamda zarar vermesine neden oluyor.

Siyasetçilerimiz severler kürsüye çıkıp, şöyle güçlüyüz böyle güçlüyüz demeyi, fakat gerçeği görmek lazım ki bu iş hamasi nutuklarla değil, aktif eylemler ve stratejilerle çözülür. Biz ülke olarak iletişim alanını (GSM kullanmak bağlamında değil, derdini anlatabilme anlamında.) çok ihmal ettik ve maalesef bunun sıkıntılarını da yaşıyoruz. Bundan sonra da bu sıkıntıları yaşamamak için gerekli hamleleri atmamız şart. Buna bir “İletişim Bakanlığı” kurarak başlayabiliriz mesela. Ülkemizin tüm iletişim stratejilerini belirleyen ve işleyişini sağlayan bir bakanlık. Nasıl? Sizce de iyi olmaz mıydı?

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...