Yaz henüz bitmedi, ama tatil psikolojisinden çıkıyoruz, evli evine, şehirli şehrine dönmeye başladı. Bu yıl en büyük yaz aşkını Haziran’da yaşadık. Kendi gücümüze, tanımadığımız insanlarla yaşadığımız ruh birliğine, dayanışma ve direnme gücümüze, sinerjimize aşık olduk. Bütün yaz aşkları gibi coşkulu ve heyecanlıydı. Zirve noktasında, kendimizi yeniden tanımladık. Sonra bütün yaz aşkları gibi, görüşmeler azalınca, uzaktan takipte, anıların keyfinde, yazın rehavetinde, biraz soğudu kalbimiz. En kritik noktadayız. Yaz aşkımız, kışın rutin ve ayağı yere sağlam basan ikliminde de sürecek mi? Yoksa, arada bir görüşüp, ortak geçmişimizin kalıntılarında kısacık anların ruh tazeleyen teneffüslerine razı mı olacağız?

Haziran’dan bu yana dünyada da ülkemizde de büyük değişimler oldu. Artık kimse herhangi bir analizi uluslararası etkilerden bağımsız olarak yapamaz. Gezi demek hoşuma gitmiyor, bu yüzden Haziran direnişi demek istiyorum, ülkedeki siyasi atmosferi dönüştürdü. Bu, iktidarın içerideki ve dışarıdaki imajını çok değiştirdi. Ortadoğu’da yaşananlar, dış politikada büyük değişiklikler yarattı, bunların da içeriye etkileri olacaktır. Ama asıl değişen ekonomi. Tasarruf etmeyen bir halk, ancak dış finansal kaynakları verimli kullanarak zenginleşebilir. Bu noktada teknik detaylara girmeyeceğim ama, artık yıllardır alışılan ucuz krediler olmayacak. Hem devlet bütçesi, hem Merkez Bankası, ve buzdağının görünmeyen kısmında, başta devletten büyük ihaleler alan ve büyük konut projelerine girip, bunları dış finansmanla çözeceklerini uman inşaat sektörü olmak üzere, özel sektör, çarkları döndürmekte zorlanacak.

İnşaat sektörü iktidarın en büyük dayanağıydı. TOKİ, duble yollar, altyapı yatırımları, hem bir çok başka sektörü de besliyordu, hem de iktidara kendi zenginlerini besleme ve büyütme imkanı yaratıyordu. Bu sektör, devletten ve dış finansal piyasalardan alıştığı desteği bulamayınca tekleyecektir. Bu noktada en büyük darbeyi de iktidara yakın firmalar görecektir.

Ucuz finansman sadece gelişmiş ekonomilerin toparlanıp, yeniden cazibe kaynağı olmalarından dolayı azalmayacak. Aynı zamanda, dış politikada Mısır’da çatışma içine girilen Körfez sermayesi de, mali açıdan sıkışan bir Türkiye’ye destek olmakta isteksiz davranacaktır. Risk primleri bu noktaya gelmiş bir ülkenin, iktidar değişikliği olmadan, bu primleri eski noktalara çekmesi çok uzun sürer, dolayısıyla bu etkinin önümüzdeki seçim dönemlerinde de süreceğini varsayabiliriz.
Haziran direnişi, Batı entelektüel dünyasında Türk halkı konusunda ezber bozdu, imaj değişikliği yarattı, beğenildik, hatta imrenildik. Ama finans kapital ürktü. Uzun süre iktidarda kalacağı zannedilen bir siyasi hareketin, aslında kof olabileceğini fark etti. Seçenekler aradı, bulamadı. Bu nedenle, artık istikrarlı bir ülke olarak da algılanmıyoruz. Bunun da ekonomiye orta vadeli zararları olacaktır.

Ekonomi ana konu olsa da, iç siyasetimizde yeni yapılanmalar da oluyor. Anayasa, çözüm ya da barış süreci, Karadeniz, Batı bölgeler, büyükşehirler, gençler ve kadınlarda oluşan büyük oy kaymaları, iktidarı daha da zorlayacak. Ayrıca liberaller de desteklerini çekti, cemaat de başta dış politika olmak üzere, iktidarın birçok icraatına karşı sesini açıktan yükseltiyor. İktidar köşeye sıkışıyor, ve elbette tırnaklarını da çıkaracak. Hep “şanslı” olduğu bahsedilen liderleri (belki de telekineziyle) şans aurasını kaybetti. Hem içeride, hem dışarıda, büyü bozuldu, karizma gitti, imaj sarsıldı. Artık yenilmez değil, hâkim değil, baba değil.

Bazıları neden Mısır’da bu kadar taraf olduğunu anlayamıyor, ve iç politika malzemesi zannediyorlar. Oysa oyun çok daha büyük. Sayın Başbakan, Arap baharı sırasında başta ABD olmak üzere Batı dünyasına büyük sözler verdi. Ülkemizde en az 50 yıldır devlet politikalarının içinde olan kendi siyasi hareketini, aslında hiçbir devlet tecrübesi olmayan Müslüman Kardeşler hareketini kullanarak Arap ülkelerine ihraç etmeyi vaad etti. Güya demokrasi aracılığıyla bir çok ülkede iktidara gelecek olan hareket, ılımlı İslam demokrasisini kurup, Batı’nın korktuğu radikal İslam’ı massederek ve asimile ederek, İsrail ve petrol coğrafyasının güvenliğini sağlayacaktı. Ve elbette bu ülkeler üzerinde bir ekonomik patronaj da cazipti, hele Batı ihraç pazarları henüz toparlanamamışken. Mısır, ve El Ezher de bunun için anahtardı, bu ikisi olmadan bunu başaramazdı. Ama Araplar daha sıcak bir iklimde yaşıyorlar ve sabırsızlar. Sayın Başbakan, ülkeyi İslamlaştırmak için üçüncü ve ustalık dönemini beklemeyi başarmıştı. Onlar bekleyemediler, ve daha birinci yıllarında, ülkeyi kutuplaştırdılar. Buna, monarşik Arap devletlerinin demokrasi korkusu ve Batı’nın, Sayın Başbakan’ın vaad ettiği ılımlı İslam yerine, iktidarın radikal İslam’ın eline geçtiğini gözlemlemesiyle, kesinlikle dış destekli bir darbe gerçekleşti. Sayın Başbakan’ın öfkesi bu yüzden. Verdiği sözü tutamaması bir yana, hayalini kurduğu İslam demokrasisi birliği, hatta belki bu birliğin lideri olma ve belki de hilafet hayalleri suya düştü. Bu yüzden bunu engelleyen herkese saldırıyor, saydırıyor. Ama artık, hele El Ezher’i karşısına aldıktan sonra, Sünni Müslüman ılımlı demokrasi birliği hayalinin en az 10 sene ertelenmek zorunda olduğu gerçeğiyle barışmak zorunda, ki onun karakterinde biri için bu çok zor. Şu anda kendini kandırılmış hissediyor. Önce Haziran direnişindeki hepimiz, sonra liberaller, sonra cemaat, sonra Batı, ve son olarak petro-dolar emirlikleri. Buna çözüm sürecinin istediği hızda gitmemesini, iptal edilen yatırımları, artık gündemi değiştirememesini, sağlık dedikodularını, başkanlık projesinin engellenmesini, bazılarının elinde olduğu iddia edilen bilgi ve kayıtları ve hatta son seçim anketlerini de ekleyebiliriz. Kendisini iyi niyetli çabaları, nankörlükle yanıtlanmış bir şövalye olarak hissediyor. Öfkeden daha çok, küskün ve bezgin. Fakat kim ne derse desin, iyi bir örgütçü, ve kadrolarına karşı çok sorumlu bir lider. Bu yüzden mücadeleye devam edecektir. Savunmayı bilmediği için, saldırıyı seçecektir.

Ancak, ekonomi kesinlikle bıçak sırtında. Uyuşturucu gibi alıştığımız ucuz dış kaynaklar, ve körfez sermayesi çok nazlı. Büyük borçları olan yandaş sermaye, Anadolu sermayesi ve cemaat de dış politika ve uzun yıllar boyunca uğraşıp büyük kazanımları olan dış pazarlarla ilgili endişeli. Bu yüzden, istemese de, dış politikayı yumuşatmak zorunda kalacaktır. Birikmiş enerjisini büyük olasılıkla içeride dışa vuracaktır. Bu da iç politikada sıcak bir döneme gittiğimizi gösteriyor. Yerel seçimlerde oy ya da şehir kaybı yaşaması çok önemli, parti örgütünde kopuşlara bile neden olabilecek psikolojik bir etki doğabilir. Ama unutulmasın ki esas büyük dönüm noktası gelecek yazki cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Bu yüzden herkesin hedefi 2014 Ağustos’udur.

Herkes sıcak Eylül dese de, yaz rehaveti sürecektir, bence asıl kutuplaşmalar Ekim ayında artacak. Ekonomi de, siyaset de çok ısınacak. Bir tek insanın karar ve icraatlarının olası etkileri üzerine tepki senaryoları kurguladığımız siyasi sisteme, otokrasi denir, demokraside buluşmak üzere…

Ali Korkut Keskiner