ABD, pahalı Hollywood filmlerinden dev medya ağına, National Geographic’ten Soros’un vakıflarına kadar dünya kamuoyunu, çıkarları doğrultusunda yönlendirmek ve yönetmek için seferber olmuş durumda. ABD’nin perde arkasındaki amaçları için her yol mübah!

 

ABD bugün, dünyanın tek süper gücü. Bu niteliğini zengin ekonomisi ve büyük askeri gücü kadar kamuoyu oluşturmadaki yeteneğine de borçlu. Kamuoyu oluşturmanın yolu propagandadan geçiyor. Propaganda kitleleri yönlendirmenin, kullanmanın, etkilemenin vazgeçilmez yöntemi. En önemli kitle iletişim araçlarını elinde tutan ABD, bu araçların tamamını her türlü propaganda için seferber etmiş durumda. 

AFİŞLERDEKİ PROPAGANDA 

ABD’nin tarihi, onun propaganda tarihidir, diyebiliriz. ABD, II. Dünya Savaşı yıllarında propaganda organizasyonunda üç konuda diğer ülkeleri geride bırakır: Saldırgan propaganda amaçlı afişlerin, propaganda filmlerinin ve en önemlisi ülkedeki gelişmiş radyo ağının propaganda malzemesi olarak kullanılması. Her bir ayağı büyük öneme sahip bu sacayağından en işlevsel olanı radyodur, zira ABD gibi büyük bir coğrafyada radyo, gazete ve broşürlerin dağıtımının zorluğuna kıyasla halka en kolay ulaşma yoluydu. Bu nedenle, BAŞKAN ROOSEVELT DÖNEMİNDE BEYAZ SARAY, BİR ÇEŞİT RADYO İSTASYONU HALİNE GETİRİLDİ DENEBİLİR. Bu yayınlarla ABD halkı savaş fikrine alıştırılır, ABD’nin savaşa neden dahil olması gerektiği anlatılarak halkın savaşa destek olması sağlanmaya çalışılır. Başlıca tez ise şudur: “Eğer Hitler, engellenmezse tüm Avrupa’yı ele geçirecek, ardından da sıra ABD’ye gelecek.”

Broşürler, afişler ve radyo yayınlarıyla sürekli özgürlük ön plana çıkarılır ve özgür kalmanın yolunun da savaşa katılmaktan ve müttefik devletlere destek olmaktan geçtiği belirtilir. Ne kadar tanıdık değil mi? ABD, yarım yüzyıldan fazla bir zaman sonra bugün, hâlâ fütursuzca aynı bahaneleri üretmeye devam ediyor. Düşman, tarihin takvimlerden yırtılan yaprakları biriktikçe sürekli değişiyor, ancak ABD’nin akılcı propaganda ve taktiklerle örtbas etmeye çalıştığı saldırganlığı değişmiyor.

Tekrar İkinci Dünya Savaşı yıllarına dönelim. 1942 Şubat’ında yayınlanmaya başlayan radyo programı “This is War” her Cumartesi günü yaklaşık 20 milyon ABD’li tarafından dinlenir. Bazı bölümleri “Düşman”, “ABD savaşta”, “Sizin ordunuz” gibi isimler taşıyan bu programın yanı sıra aynı yıllarda NBC’de haftalık olarak yayınlanan 20 DİZİDEN 15’İ SAVAŞLA İLGİLİDİR. Zaman içinde kamuoyunun yönlendirilmesi çabaları meyvelerini vermeye başlar. Oğlunu savaşta kaybeden Madam Perkins’ın, ev kadınlarına yağ ve metal atıkları nasıl tasarruf edeceklerini anlattığı radyo dizisinden sonra, yağ ve iç yağ tasarrufu Mart 1943’te yedi buçuk milyon ton olur. Bunun dışında “Zafer bahçeleri” programıyla evlerin bahçelerinde sebze ve meyve yetiştirme kampanyasına 2 milyon aile katılır.

Radyonun bu üstünlüğüne rağmen Amerikan halkını etkileme konusunda afiş üreticileri de en az radyo programcıları kadar başarılıydı. Benn Shahn, Norman Rockwell ve David Stone Martin gibi ünlü sanatçılar tarafından hazırlanan bu afişler, halkı sürekli üretim yapmaya, israftan uzak durmaya, dikkatsiz ve sırları açığa çıkaran konuşmalardan kaçınmaya çağıran örneklerle doludur.

SİNEMA YOLUYLA KÜLTÜR İHRACI VE İMAJ OLUŞTURMA

Savaş yıllarında ABD’nin kendi halkına yönelik olarak kullandığı propaganda afişleri, yerini zaman içinde sadece Hollywood’un film afişlerine bıraktı; yalnız bir farkla… Hollywood’un afişleri sadece Amerikan halkına değil, tüm dünyaya yönelik bir propagandanın penceresiydi. ABD’nin en önemli kültür ihraç mekanizması Hollywood’un büyük bütçeli ve dünyanın dört bir yanında aynı anda gösterime giren filmleri sayesinde Amerikan kültürü, ABD’li insanın yaşam tarzı, kapitalist üretim ilişkilerinin yüceliği, kısacası ABD TARAFINDAN YARATILAN “UYGAR İNSAN” MODELİ ÇEŞİTLİ ÖZENDİRME YÖNTEMLERİYLE TÜM DÜNYAYA PAZARLANIR. Bu filmlerde mit haline getirilen bir ulusal kahraman başarılı, zeki ve güçlü ABD’li imajının yansıtıcısıdır. 007 James Bond, olağanüstü yöntemlerle ABD’nin düşmanlarını etkisiz hale getirir; Rambo, tek başına Afganistan’ı işgal eden Sovyet askerlerini defederek Afganistan’a özgürlüğünü verir; Rocky, Ivan’ı evinde mağlup ederek Rus’ların bile büyük takdirini ve alkışını toplar. DÜNYAYI İŞGAL EDEN UZAYLILARI YENİLGİYE UĞRATAN ABD ORDUSU, TÜM DÜNYAYI KURTARIR. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bununla birlikte ABD’nin düşman bellediği ülkeler, yani “tiksindirici üçüncü dünya ülkeleri (!) yıllardır hep aynı biçimde yansıtılır. Araplar, göbekli, yağlı, pis olarak en iğrenç yaşam koşullarında, 11 Eylül’den sonra da terörist olarak resmedilir. Amerikan sineması tarihi boyunca her olayı ABD açısından yorumlar, o günün Amerikan siyasetine uygun hale getirir.

ABD ORDUSUNUN HOLLYWOOD OPERASYONLARI

ABD propagandasının ilk kez doruğa çıktığı II. Dünya Savaşı yıllarında sinema endüstrisi, ABD için en önemli sanat ve iş alanıydı. O yıllarda haftada 85 milyon ABD’li, sinema salonlarını dolduruyordu. Bu güçlü silahın, propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlanması çok sürmez. Kısa bir süre sonra Nazi’lerin planlarını altüst eden Örümcek Adam, Batman, Gizli Ajan X-9, King Kong’u yok etmek için Japonya’ya giden Tom Mix gibi kahramanlar beyaz perdede sürekli boy göstermeye başlar. 1943’ten itibaren Hollywood’da yapılan her 10 filmden üçü savaşla ilgilidir. Ayrıca yurt dışındaki izleyiciler için 16 dilde hazırlanan haber ve filmleri Amerikan Hükümeti finanse eder ve filmlerde inandırıcılık ve gerçekçiliğin mümkün olan en yüksek dozda verilmesi amaçlanır.

Hollywood’un dünya kamuoyunun düşüncelerini biçimlendirmeye yönelik bu misyonu, o yıllardan bugüne gelişerek sürdü. Peki Hollywood, kamuoyu oluşturmak için bir propaganda malzemesi olarak nasıl kullanılıyor? Bu sorunun yanıtını ülkemizde de Güncel Yayıncılık tarafından yayınlanan, ABD’li gazeteci David L. Robb’un “Hollywood Operasyonları”  adlı kitabı belgeleriyle veriyor. Buna göre Hollywood’la Pentagon arasında yıllardır büyük bir işbirliği yaşanıyor. Bundan her iki tarafta kazançlı çıkıyor. Şöyle ki, Hollywood ürettiği milyonlarca dolarlık filmler için ihtiyacı olan denizaltı, uçak, savaş gemisi, silah gibi askeri ekipmanları Pentagon’a başvurarak talep ediyor. Eğer Pentagon bunun için onay verirse yapımcılar milyonlarca dolar ek maliyetten kurtuluyor ve bu ekipmanları ücret ödemeden filmde kullanıyor. Pentagon ise böyle bir işbirliğine yanaşarak, önüne gelen filmlerin senaryosuna müdahale etme imkânı elde ediyor. Pentagon’da bu işi yapmakla görevli bir birim var. Adı “Pentagon Film İrtibat Bürosu”. Bu birimin görevi, yapımcıların getirdiği senaryolar için “Amerikan ordusunun amaçlarına, ABD’nin ulusal çıkarlarına uygundur” onayı vermek. Ellerinde senaryolarla Pentagon’un kapısını çalan yapımcılar, bu yardımı alabilmek için senaryo üzerinde istenen her değişikliği yapmak zorunda. Tabii film çekmek, Pentagon’un iznine kalmış değil. İsterlerse Pentagon’un taleplerini yerine getirmeyip özgün senaryolarını filme dönüştürebilirler. ABD, sonuçta özgür bir ülke! Yalnız bu durumda ihtiyaçları olan askeri ekipmanları kiralamak ve çok yüksek ücretler ödemek zorunda kalacaklar. Bu da milyonlarca dolar daha fazla maliyet anlamına geliyor.

Pentagon’un amacı halkın askere yazılmasını teşvik etmek, fonlara bağış yapmasını sağlamak. Bu tezgahtan geçenler arasında Yönetmen John Woo’dan tutun, Top Gun, Armageddon ve Pearl Harbor filmlerinin yapımcısı Jerry Bruckheimer’e kadar birçok isim var. Adı geçen bu filmlerin tamamının senaryosu Pentagon’un talepleri doğrultusunda değiştirilerek ordunun şirin yansıtıldığı filmler haline getirildi. Bu filmlerin bazılarının gösterimi sırasında sinema salonlarına askere alım standları dahi kurulur, hatta Top Gun gibilerinin gösterime girmesinden sonra askere alım oranlarında artışlar gözlenir. Pentagon’un yaptığı sadece orduyu şirin göstermekten ibaret değil, kimi zaman “Windtalkers” gibi filmlerde tarihi bile göz göre göre değiştiriyor. INDEPENDENCE DAY’DEN FORREST GUMP’A, AIR FORCE ONE’DAN JURASSIC PARK’A KADAR SENARYOSU ORDU TARAFINDAN DEĞİŞTİRİLMİŞ PEK ÇOK FİLM BULUNUYOR. Pentagon’un yanı sıra CIA, FBI, Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray’ın, görevi kendi kurumlarını olumlu göstermek olan film irtibat büroları var.

NATIONAL GEOGRAPHIC VE ABD DIŞ POLİTİKASI

ABD’nin kendinden olmayana bakışı, ikinci sınıf bir “öteki”nin iyi, zeki ve güçlünün karşısında çarpıcı bir şekilde konumlandırılmasından ibaret. Aslında bu konumlandırmayı Hollywood filmlerinden daha fazla ve sinsice yapan bir kurum var: National Geographic Society. Agora Kitaplığı tarafından ülkemizde de yayınlanan “National Geographic’i Doğru Okumak” adlı kitabın yazarları Catherine A. Lutz ve Jane L. Collins’in kapsamlı çalışmalarının gösterdiği yalın bir gerçek daha, ABD’nin kamuoyunu yönlendirme mekanizmalarının ne denli yaygın olduğunu ve toplumun bakış açısını belirleme politikalarının nasıl gizli kapaklı yürütüldüğünü gösteriyor. Hepimizin yakından bildiği, tüm dünyada yaklaşık 40 milyon kişiye ulaşan National Geographic dergisinin yayınlayıcısı olan bu kurum, yıllar içinde hükümet ve büyük şirketlerle bağlarını gittikçe güçlendirir. Başlıca misyonu ABD’nin dış politikasına paralel biçimde Amerikan gelenek ve göreneklerine uygun yayın yapmak olan dergi, yayınladığı fotoğraflarla ABD’li orta sınıf insanının üçüncü dünyaya tepeden bakışını yansıtır. Sözgelimi Küba’daki Amerikan askerleri Küba’lı çocuklara yiyecek ve giyecek yardımı yapar halde verilir, ama savaşın vahşeti gizlenir.

National Geographic, savaşın başlamasıyla ilk defa olarak Balkan ülkeleri haritaları yayınlamaya başlar ve hükümet için askere çağrı ilânları yayınlayıp, yardım kampanyaları düzenler. Derginin popülist savaş çığırtkanlığı, onu savaşın durumunu merak edenlerin başvuru kaynağı haline getirir. Böylelikle 1914’de 285 bin olan tirajını, 1918’de 650 bine çıkararak Birinci Dünya Savaşı yıllarında ABD’de tiraj artışı sağlayan tek dergi olur. Haritacılık faaliyetleri İkinci Dünya Savaşı yıllarında o derece gelişir ki, AMERİKAN ORDUSU NATİONAL GEOGRAPHİC’TE YAYINLANAN 1944 TARİHLİ JAPONYA HARİTASINI HAVA SALDIRILARINDA KULLANIR.

ABD’nin dış politikasındaki değişiklikler, derginin yayın politikasındaki değişikliklerin başlıca nedenidir. Örneğin, Ferdinand Marcos, Filipinler’de ABD üsleri kurulmasına izin verdiği 1966 yılında dergide yayınlanan bir fotoğrafta “Filipinlerin Beyaz Sarayı” altyazısıyla evinin önünde bir aile reisi olarak desteklenir bir şekilde gösterilirken, 1986 tarihli başka bir fotoğrafta ülkesini terk etmeden hemen önceki haliyle, 20 yıl öncesine göre çok farklı bir biçimde, acınacak halde gösterilir. Bu yayın politikasıyla National Geographic, Amerikan propagandasına ve ABD’nin dünyayı kendi çizgisi doğrultusunda belirleme gayesine üstü kapalı bir biçimde hizmet eden bir kurum kimliğindedir.

DEVRİM MAKİNESİ SOROS

Ünlü spekülatör George Soros, ABD’nin dilinden düşürmediği “her ülkeye demokrasi” misyonerliğinin unsurlarından biri. Aktif kamuoyu yaratmakta üstüne olmayan Soros, kurduğu vakıflarla yaklaşık 50 ülkede faaliyet gösteriyor. Amacı, bu vakıflar yoluyla ülkelerin kaderini ABD çıkarları doğrultusunda değiştirmek. Soros’un Macaristan’da kurduğu vakıf, üniversitelere fotokopi makineleri bağışlayarak işe girişir. Daha sonra bu makineler, yeraltı basınının çoğaltılmasında kullanılır. Sovyetler Birliği’ndeki vakfı ise, rejim muhaliflerinin gazetelerini kitlelere ulaştırır. Soros’un bu işe ayırdığı para tam 600 milyon dolar. PEŞ PEŞE GERÇEKLEŞEN GÜRCİSTAN, UKRAYNA VE KIRGIZİSTAN DEVRİMLERİNİN GİZLİ KAHRAMANI SOROS’UN VAKIFLARI. Bu devrimlerin hepsinin ardından ABD’nin bölgesel çıkarlarına sıcak bakan liderler iktidara geldi. Türkiye’de de Soros’a bağlı olarak faaliyet gösteren vakıflar bulunuyor. Aslında Soros, ABD’nin dünyayı yönetme misyonunun sayısız parçasından biri. Bu parçaların ortak özelliği kitlelere ABD’nin ideolojisini benimseterek kimi zaman hareketlendirmek, kimi zaman da atıllaştırmaktır. Her iki yöntemde de kullanılan güç aynıdır. Dördüncü kuvvet; yani medya…

MAKYÖZ MEDYA

Dünya tarihinde hiçbir imparator, Amerikan kitle iletişim araçlarını elinde tutan üç beş kişi kadar güçlü olamadı. Bu büyük güçler, iktidarla ve büyük sermaye gruplarıyla danışıklı dövüş halinde dünyayı yönlendirebilme kudretini ellerinde tutuyor. Günümüzde özellikle televizyon, imaj oluşturup kitleleri yönlendirmekte en büyük silah olarak kullanılıyor.

ABD’de karar alma mercilerinin medya organlarına müdahalesi oldukça yoğun. Bu işle görevli enformasyon birimleri sakıncalı buldukları pek çok programa, köşe yazarına, hatta bazen başlı başına bir medya kuruluşuna kısıtlayıcı önlemler getirmek için çabalar. Dolayısıyla çatlak ses çıkması demokrasi havarisi ABD’de de çok kolay olmuyor. Çatlak ses çıkarmayı göze alanlar Pentagon’un basın mensupları için düzenlediği çay partilerine davet edilmemeyi, hükümetin verdiği basın yemeklerinden dışlanmayı da göze almak zorunda.

Burada göz ardı etmememiz gereken bir gerçek var; artık sermaye çağında yaşıyoruz. Küresel dünyada sermaye gittikçe tek elde toplanıyor ve büyük sermaye gruplarının varlığı, karşılıklı işbirliğine ve birbirleriyle yaptıkları açık ya da gizli anlaşmalara uygun davranmalarına bağlı. Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın deyimiyle de ABD hükümeti bu sermaye gruplarının bazen amcası, bazen babası rolünü üstleniyor. MEDYA, ARTIK SERMAYE GRUPLARINDAN BAĞIMSIZ OLARAK DÜŞÜNÜLECEK BİR KAVRAM OLMAKTAN ÇIKTI. Büyük holdingler, çıkarları gereği yasaların değiştirilmesi için ellerindeki medya gücünü kullanıp iktidara baskı yapabiliyor. Tabii tüm bunlar halkın haber alma özgürlüğü ve doğru bilgilenme hakkına yönelik çok ciddi bir tehdidi de beraberinde getiriyor.

Birinci Körfez Savaşı’nda CNN aracılığıyla film izler gibi izlediğimiz görüntüler, savaşın dehşetinden çok ABD’nin olağanüstü gücünü yansıtma amacını taşıyordu. Bugün de durum çok farklı değil. Irak’ın işgali sırasında sevinç gösterilerinde bulunan ve Saddam’ın heykelinin devrilmesiyle kendilerinden geçen Iraklı’ların görüntüleri tipik bir Amerikan propagandasıydı. Milliyetçi Fox TV kanalının savaş yanlısı yayınlarının yapıldığı günlerde, El-Cezire televizyonu muhabirleri, kaldıkları otelde bombalanıyor. Kısacası bölgeden yansıtılacak görüntüler, tek başına ABD tarafından belirleniyor. Bu yüzden ABD’nin özgürlük getirme yalanı pek bir anlam ifade etmezken, Naom Chomsky’nin ifadesiyle medya, sadece “rızanın üretilmesini” ve “güdümlü gerçeklik yaratılması”nı sağlıyor.

SIMPSONLAR’DA TÜRK İMAJI

Bush’un en büyük destekçisi Fox TV’de yayınlanan, ABD’de her yaştan 14 milyon izleyicisi olduğu sanılan ve ülkemizde de gösterilen Simpsonlar adlı çizgi dizide, kısa bir süre önce Türkler için “Kıbrıs’ı bölen aptallar!” ifadesinin kullanılması da bir çeşit imaj yaratma operasyonu olarak adlandırılabilir. Yine Fox TV’de yayınlanan “24” adlı dizinin son bölümlerinden birinde bir Türk ailenin El Kaide’nin terör hücresi rolünde gösterilmesi de dikkatleri çeken bir durum. Fox TV’de yer alan bu görüntülerin art niyetsiz olarak yayınlandığını düşünmek biraz safdillik olsa gerek! Bu niyet olsa olsa ABD’li fanatik neo-faşistlerin dış dünya hakkında, orta düzeydeki Amerikan halkına çizdiği aldatıcı portrenin kapsamına girebilir.

GÖSTERİ TOPLUMU

ABD, dünyanın tek süper gücü olma vasfını sürdürmek için hem kendi ülke kamuoyunu hem de dünya kamuoyunu yönlendirmek amacıyla çok çeşitli biçimlerde, gizli ya da açık propaganda faaliyetleri yürütüyor. Güçlü ekonomisinin ve büyük askeri gücünün varlığını pekiştirebilmesi ve sürekli kılması biraz da buna bağlı. Guy Debord’un 1968’de öngördüğü “Gösteri Toplumu” daha da acımasızlaşmadan türlü yönlendirmeler içeren ABD yapımlarını, bir de bu gözle değerlendirmekte sayısız fayda var. Belki o zaman kamuoyu kendisiyle oynanan oyunlara daha bilinçli yaklaşabilir.


Prof. Dr. Niyazi Öktem

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

ABD’de iki türlü insan grubu var. Bunlardan biri, Chomsky gibilerin dahil olduğu azınlıktaki entellektüel bir grup; diğeri ise yüzde 90’ı oluşturan kültür olayından nasibini almamış bir çoğunluk…

Bu çoğunluğa orta düzeyde bilgi verilir ve bunlar bunun üstüne çıkamaz. Ne tarih bilinci ne de düzgün bir sosyal bakış açısı vardır. Amerikan toplumunda Kalvenci protestan yapı son derece baskındır. Bu bağnaz dindar yapı Amerikan toplumunda vardır. Bir yandan vasat bir kültür yapısı, öte yandan tutucu bakış açısı, bir Amerikan milliyetçiliği doğurur. “Amerikan ulusu yüce bir ulustur. Bu ulus dünyayı idare etmelidir”, “Hıristiyan olmayan herkes düşmandır” gibi bir tür neo-faşist ideoloji hakimdir. Medya, her şeyi bu çerçevede yutturur. Çünkü bu doku her şeyi yer. Kültür düzeyi düşük, sadece yüzeysel tüketim kültürüne dayanan ortalama ABD’liyi medya kolayca manipüle edebilir. Medya, orta sınıf burjuvazisi, işadamları ve askerlerle yakın ilişki halindedir.

 

Prof. Dr. Ünsal Oskay

Beykent Üniversitesi İletişim Tasarım Bölüm Başkanı

Amerikan televizyonlarında Türkiye için “Kıbrıs’ı bölen aptallar” lafı geçiyor. Bunu Amerikan hükümeti yapmaz. Buradaki politikayı ABD hükümeti değil, “Corporate owners” dediğimiz çok ortaklı, dünya üzerinde bir yerden bir yere seri şekilde giren büyük sermaye grupları gerçekleştiriyor. ABD hükümeti de bunların bazı işlerde babası, bazı işlerde amcası rolündedir. Bugün dünyayı kimin yönettiği kısmen anlaşılıyor. Bu sermaye gruplarının hepsi birbirinin nefesini aldığı anda birbirine yakın şeyler söyler. Sinema endüstrisi ve yazılı basın çok daha yoğun bir ilişki içindedir. Bunlar kamuoyunu oluşturmada en yukarıda yer alıyor. Medya bunu çizgi filmlerle yapar, haberlerle yapar, dizilerle yapar. Siz bunu kabullenirsiniz. Üstünüze yağan yağmuru ayıklamak imkânsız gibidir. ABD’de kamuoyu yağmur şekilde oluşur.

Metin Under