(Kirli politikalar, siyasal atışmalar, tüyler ürperten cinayetler, yürek burkan trafik kazaları, ekonomik sorunlar, günlük koşuşturmalar. Geçen hafta ağır gündem yüzünden biraz yoruldum galiba. Sizden bu yazıda “Hayallerime küçük bir yolculuk” için izin istiyorum. Ama lütfen kapıyı kilitlemeyin.. Hemen döneceğim.)

 

Kırmızı spor otomobil, son yağmurların eseri küçük su birikintisinin üzerinden rüzgar hızıyla geçerek, çamurlu suları yolun iki tarafına sıçrattı. Neyse ki ıslananlar, sadece meşe ve çamların dibinde öbeklenmiş yabani mantarlar oldu. Otomobil toprak yolda hızını kesmeden ilerlerken, altından geçen hava akımı, zaman zaman bir kucak dolusu sonbahar yaprağını havalandırıyor, sonra da yapraklar, nazlı nazlı süzülerek yeniden orman faunası üzerine düşüyorlardı. Güneşin eski gücünü yitirmeye başlayan ışınları, arada bir ağaç gövdeleri arasından bir görünüp bir kaybolan dingin göl yüzeyinden yansırken, bir grup ördek de, gölün üzerini kaplayan kızıl kuru yaprakların arasında tembel tembel yüzüyorlardı.

Bu, serin orman rüzgarlarıyla sarmalanmış öğle sonrasında, sanki zamanla yarışı vardı adamın. Nasıl olmasındı ki; günlerden cumartesiydi ve her cumartesi öğle sonrasında olduğu gibi, yaşamı kadar çok sevdiği, her bir hücresine aşık olduğu, varlığı için tanrıya şükrettiği o eşsiz kadına gidiyordu.

Toprak yolda yaklaşık on dakika daha yol aldıktan sonra, göl kıyısındaki kalın kütüklerden yapılma, kırmızı kiremitli köşkün bahçe çitlerine ulaştı, otomobili çitlerin dışında durdurup, motoru kapatmadan fırladı dışarı. İçini, ıslak meşe yapraklarının kendine haskokusu doldururken, kalın dallardan yapılma bahçe kapısını iterek telaşlı adımlarla bahçeye girdi. Bir yandan da kendisini dışarıda karşılaması için dua ediyordu genç kadının. Çünkü ona sımsıkı sarılmak, sıcaklığını, kokusunu duyumsamak için kaybedilecek saniyelere bile tahammülü kalmamıştı artık.

Onu gördüğü ana içini sıcacık bir sevinç kapladı..

Oradaydı işte.

Uzaktan motorun sesini duyup kendisini karşılamak için çoktan dışarı çıkmıştı. Kütüklerden yapılma bahçe masasının az önünde, eski ahşap koltuğun yanından geçerken aceleyle kapıp omzuna attığı kalın yünden yeşil bir şal ve yüreğinde derin bir özlemle bekliyordu erkeğini. Kollarını ona doğru açtığında şal, omzunda sıyrılıp düştü. Önce birkaç adım mesafede durup, birbirlerinin gözlerinin ta derinliklerine baktılar. Kadının hafif çekik ela gözlerini daha bir görünür kılan, omuzlarına dökülen simsiyah, uzun ve dalgalı saçlarıydı galiba. Adam gözlerin mi, yoksa oradan yansıyan bakışların mı daha muhteşem olduğuna karar veremedi. Birbirlerinin kollarına atıldıklarında suya hasret buğday başağıyla, Nisan yağmurunun kavuşmalarına benziyordu kavuşmaları. Adam, yüreğinin derinliklerine sokmak ister gibi güçlü ama bir kelebeğin ipek kanatlarını incitmekten kaçınırcasına özenle bastırdı kadını göğsüne. Kavuşmanın huzur veren sıcaklığı içinde, tek bir kelime bile çıkmıyordu ağızlarından; sadece kadının derin iç çekişi ve adamın, kadının saçlarını koklarken duyulan soluğu, o kadar…

Şömine mutlu çıtırtılarla yanarken odun alevinden çıkan kızıl ve sarı renkler, ikisinin çıplak bedenleri üzerinde oynaşıyor, aşktan, mutluluktan ve tensel doyumdan, başları dönüyordu. Yarısı boşalmış şarap kadehlerinin kırmızı ışıklı, titrek gölgeleri beyaz mermer üzerine yansırken, adam ellerini kadının saçları arasında şefkatle dolaştırıyor, teninin bebek kokusu sonsuza dek belleğine kaydetmek ister gibi yeniden, yeniden içine çekiyordu. Kadınsa, uysal bir kedi gibi mutlu, mırıltılar içinde daha bir küçülüp adamın kolunun altına sığınıyor, sıcacık nefesiyle onun boynunu ısıtıyordu.

Saatler, birbiri ardına akıp gitti, şöminedeki ateş zayıfladı, gölgeler uzadı.

Karanlık, gölün üzerinden yansıyan akşam kızıllığının yerini alırken adam da yavaşça uzanıp, kadının göğsü üzerinde duran ellerini ellerinin içine aldı, onları uzun uzun inceledi. Öyle zarif, öyle küçüktüler ki.. Dudaklarına götürüp bir bebeği incitmekten kaçınırcasına öptü kadının ellerini.

İkisinin de içinden konuşmak gelmiyordu. Birazdan gidecekti adam. Diğer hayata dönecekti. Yaşadıkları bu mutluluğun, neden haftada bir gün ve birkaç saatle sınırlı olduğu, aslında yazıya dökülmemiş bir menifesto gibi uzun zaman önce işlenmişti yüreklerine. Kadına son kez sarıldığındasevgi, mutluluk ve hüzün, bir arada harmanlanıp göz pınarlarından iki damla yaş olarak süzüldüler.

Tam elleriyle gözlerini kuruluyordu ki bir cam tıkırtısıyla sıçradı adam. Soluna döndü, koyu renk üniformalı, şapkalı ve silahlı bir adam otomobiline eğilmiş, endişeli gözlerle bakıyordu kendisine. Üniformalı adam işaret edince camı yavaşça indirdi.

İyi akşamlar! Bir sorun yok ya?

Adam, muhteşem bir hayalin güzel kollarından kopup, gerçek yaşama dönmenin verdiği şaşkınlıkla kekeledi;

S-Sorun mu? Hayır.. hiçbir sorun yok memur bey!

Buna sevindim.. Öyle uzun süredir kıpırtısız oturuyorsunuz ki otomobilin içinde, beni korkuttunuz.. İtiraf edeyim, hani ölmüş olabileceğinizi bile düşündüm bir an..

Tedirgin ettiğim için kusura bakmayın. Kendimi manzaranın güzelliğine fazlaca kaptırdım galiba.

Haksız da sayılmazsınız, göl bu mevsimde gerçekten de doyumsuz oluyor. Otomobilinizi daha önce de gördüm buralarda yanılmıyorsam. Göle sık mı gelirsiniz?

Yalnızca Cumartesi öğle sonraları.. Hafta içi çalıştığımdan gelme fırsatım olmuyor ne yazık ki. Geldiğimde de haftanın yorgunluğunu atmak için göl kıyısında şöyle bir dolaşıyor, biraz orman havası alıyorum.. Tabii bir de şu karşıdaki muhteşem orman köşkü var.

Polis geri dönüp köşke baktı.

Haklısınız. Köşkün gerçekten de harika bir görüntüsü var. Siz onu bir de kışın, karlar altındayken görseniz buradan hiç ayrılamazsınız.

Biliyorum.. Aslına bakarsanız onu her mevsimde ziyaret etmekten büyük mutluluk duyuyorum. Bir gün birileri bu köşkü alacak diye ödüm kopuyor. Belki haksızlık ediyorum ama onu böyle sessiz bir dinginlik içinde görmeye öyle alıştım ki. Eğer bir gün birileri bu köşkü alır, bir yerlerini değiştirmeye kalkarsa…

“Üzüntüden ölebilirim!” diyecekti, cümleyi yarıda kesti.

Sanmam!

Diye yanıtladı polis,

Tam on üç yıldır, burada böylece ziyaretçisi olmadan duruyor.. Tabi sizi saymazsak

Birbirlerine dostça gülümsediler.

Karanlık iniyor, daha fazla oyalanmazsanız iyi olur. Bu saatlerde bazen yola yaban domuzları iner.

Haklısınız.. Görevinizi dikkatle yaptığınız için teşekkür ederim memur bey.

Polis, iki parmağını kaldırarak selam verirken o da kontak anahtarını çevirdi. Ancak, soğuk hava ve gölden yükselen nem yüzünden yirmi yıllık emektar, ancak üçüncü denemede çalışmayı başardı. Otomobilini gözleriyle okşadı adam. Spor bir otomobil olmayabilirdi, ama yine de rengi kırmızıydı. Gaza dokunmadan önce dikiz aynasındaki yüzünü inceledi. İtiraf etmek gerekirse hayallerindeki gibi biri olmak için yaşı biraz geçkinceydi, saçları iyice seyrelmiş, gözlerinin altında da torbalar oluşmuştu. Ha tabii, bir de şu siyah ebonit çerçeveli, kalın camlıgözlükler vardı..

Olsun, ‘hayal ya da gerçek’ yüreği hala aşkla, sevgiyle atmayı başarıyordu ya!

Koyu gri bulutlar arasından sıyrılan çevresi haleli dolunay, gölün üzerinde sarı-donuk bir yansımaya neden olurken, otomobil de gürültülü bir şekilde hareket etti. Orman yolundan ayrılıp oto yola doğru ilerlerken, tuttuğu soluğunu koyuverip mırıldandı adam; “Hayallerim! Benim dost, güzel hayallerim. İyi ki varsınız. Siz olmadan hayat, öyle yavan, öyle çekilmez olurdu ki..”

(Bu öykü, sevgili öyküdaşım, Zehra SÖZER’e ithaf edilmiştir.)

Sabit Sümer