Yüksek tavanlı, geniş, aydınlık bir yerde buldum kendimi. İçerisi gösterişsiz hatta çok sıradan geldi önce bana. Üzerimde vücudumu örten beyaz temiz bir kumaş vardı fakat ne gariptir ki bu kumaşın tenime dokunduğunu hissetmiyordum. Kendimi incelemeyi bırakıp çevreye baktım ve tahta bir sandalyede tahta bir masanın hemen yanında oturduğumu fark ettim.
Karşımda beyaz saçlı ve beyaz sakalları göbeğine kadar inen bir ihtiyarı fark ettim. İhtiyar tahta bir bardağa biraz şarap doldurup bana uzattı. Şaşkınlıkla şarap bardağını almak için elimi uzattığımda onun eline çarptım ve masanın üstüne biraz şarap döküldü. İhtiyar gayet sakin, acelesiz ve insanın sinirini bozacak bir itina ile önümüzdeki masada duran bir kitaptanrasgele bir sayfa yırtıp dökülen şarabın üstüne koydu.

Bu hareket tuhafıma gitti, içeriği ne olursa olsun hiçbir kitap basit bir peçete gibi davranılmayı hak etmiyordu bence. Kitabın adını ve yazarını merak ettim ve elime aldım. Üzerinde KURANI KERİM yazıyordu…

Dini inanışlarımın çok fazla olmamasına rağmen ve hatta çoğu zaman dinlere şüphe ile bakmama rağmen bu hareketi çok yadırgadım ve hatta bozuldum.

O an karşımdaki tatlı ihtiyar yorgun gözlerle bana baktı, şarabından büyük bir yudum aldı ve benim içimi ısıtan bir gülümsemeyle sözlerine başladı.

-Kuran, İncil, Tevrat gibi kitapların BENİM tarafımdan gönderildiğini düşünüyorsun. Fakat benim bu kitap dan bir sayfa yırtıp şu şarap lekesini temizlemek için kullandığımı görünce bozuluyorsun. Şu birkaç kitap parçası eğer benim tarafımdan gönderildiyse benden daha yüce ve değerli olamaz değil mi?

Ağzım açık kaldı. karşımda TANRI vardı ve biz şarap içip iki arkadaş gibi sohbet ediyorduk… biraz duraksadım doğrusu ne diyeceğimi bilmiyordum ağzımı konuşmak için açtığımda söyleyecek hiçbir şeyimin olmadığını fark ettim ve sadece “evet ama”. diye geveleyebildim.

-İnsanların büyük sorunlarından biride bu. Somut şeylere daha çok bağlanmalarıdır herhalde. Sana şöyle ifade edeyim. Mesela bir televizyon alıyorsun ve içinden bir kullanım kılavuzuyla karşılaşıyorsun. Anten fişini yerine takınız kanalları ayarlayıp uzaktan kumandaya basınız diyor. Bu kılavuz televizyonu kumanda etmen için işe yarıyor belki ama bir kahve makinası alırsan bu kılavuzu kullanarak bir yere varamazsın. Kuran ve diğer kitaplarda o an için mantıklıydı belki ama şimdi ne kadar geçerlidir sence?

İster istemez güldüm. Karşımda koskoca TANRI vardı ve o kuranı kerimi televizyon kullanma kılavuzuna benzetiyordu. İnsan tanrıdan çok daha fazlasını bekliyordu belki de.

Şarabından bir yudum daha alan Tanrı bana baktı ve sanki başkasının duymasını istemiyormuş gibi eğilip kulağıma fısıldadı

-Aslında bu dinlerin hiçbirini ben göndermedim.

Doğrusu afallamıştım. Aklımdan saçma sapan bir sürü kelimeler cümleler geçiyordu ama hiçbiri dudaklarımdan dökülemedi bir türlü.

Sonunda:
-pe.. peki nasıl yani nasıl oldu bütün bunlar? diye kekeledim.

Arkasına yaslandı. Yüzünde büyük bir yorgunluk okunuyordu. Şaraptan kızarmış burnunu kaşıdı ve söze başladı:

-Kendimi tanımak. Bütün istediğim buydu, gençlik heyecanı, merak , gizem. ilk önce kendi gerçeğimi öğrenmek istedim. Öyle ya kendimi bildim bileli vardım. Tek başına, sınırsız sonsuz bir ŞEY. ee evet şey diyorum çünkü ne olduğumu kendim bile bilmiyordum ilk işim gayet merak dolu kendimi incelemek için benden bir şey yaratmak oldu. Bir melek.

uzandı şarap şişesini aldı ve bardağı doldurdu sonra bardağı havaya kaldırdı.

-Tamamıyla benden. Şu şarap şişesinden bardağa şarap doldurmak gibi. Bir melek yarattım önce. Konuyu anlamak için küçük parçalara bölmek gerekir ya bazen .. bende öyle yaptım. Onu incelemek ve dolayısıyla ne olduğumu öğrenmekti amacım.

Arkasına dayandı ellerini sandalyeden sarkıttı ve devam etti.

-Fakat yarattığım bu melek beni görür görmez yere kapandı secde halinde öylece kalakaldı. Bana tapıyor, benden korkuyor ve kafasını kaldırıp bana bakamıyordu bile oysa o benim bir parçamdı. Şu şişeden bir parça şarabı bir bardağa döksek bardaktaki şarabın şişedekinden hiçbir farkı olmaz değil mi? Rengi kokusu bütünüyle aynıdır. Fakat bunu anlatamadım ona. Ne kafasını kaldırdı nede bir şey söyledi öylece yerde yattı. Bende başka bir tane daha yarattım. İlkinden farklı olur diye. Fakat sonuç aynı. Devamlı bana tıpatıp benzeyen hatta benim aynım olan şeyler yaratıyordum fakat bunlar bana körü körüne tapmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Ne diyeyim hoşuma gitmedi desem yalan olur çevremde bir sürü varlık vardı ve hepside benden deliler gibi korkuyordu, her istediğimi emir kabul edip hemen yapıyorlardı. Öyle ki kendi egomu tatmin etmek için en ufak şeyleri bile onlara yaptırıp sanki güçlü, tek ve yenilmez olduğumu kendime ispatlıyordum.

Bu böyle sürüp gitti ama sıkıldım birgün işte. İlk önceki amacımı hatırladım. Öyle ya bunları yaratmamın amacı bana tapmaları değil benim ne olduğumu bana anlatmaları bana yol göstermeleriydi. Hatamı o an anladım. Birşeyi yaratıyorsun ve yarattığın şey ne kadar mükemmel olursa olsun senin onu yarattığını görüyor ve tabii ki senin kölen olmaktan başka bir şey yapamıyor.

Bende insanı yaratmaya karar verdim. İnan bana en ufak ayrıntısına kadar planlayıp bütün parçaları yerine oturttum. Önce yaşayacağı bir evren, bir güneş sistemi, bir dünya, ağaçlar, kuşlar, dağlar, denizler.

Her şey mükemmel olmuştu. Ve en sonunda tamamen benim bir parçam olan benim kendi toprağımdan yaptığım insanı yarattım ve dünyaya gönderdim. İnan ki insana kendimde olan şeylerden farklı en ufak bir şey (NE EKSİK NE FAZLA) vermedim. Tıpatıp benden benim parçamdan yarattım onları. Fakat onlara TANRI oldukları ve benim bir parçam oldukları gerçeğini bildirmedim. Ve başladı insan oğlunun macerası.

İlk önce her şey çok ama çok güzeldi, insan araştırıyor inceliyor, merak ediyordu. Doğrusu çok heyecanlıydı. Her şey taaki insanın ilk kanı akıtmasına kadar. insan eline geçirdiği bir taş parçası ile bir hayvanı öldürmüştü. Her şey bir fiyasko gibi geldi önce bana. Tanrının yani benim bir parçam bir diğer parçamı yok ediyordu. Bir an için, her şeyi bitirmek ve bunlar hiç olmamış gibi davranmak geldi içimden. fakat yapamadım bu benimgerçeğimdi ve gerçek neyse öğrenilmeliydi.

Kendime avunacak bir yolda bulmuştum. insan karnını doyurmak ve güvenliğini sağlamak amacı ile hayvanları öldürebilirdi. nevar ki bunda dedim kendi kendime. o kadar güçlüyüz ki biz enerjimizi yine kendimizin yarattığı şeylerden sağlayabiliriz güçlüyüz biz KUDRETLİYİZ.

İnsan büyüdü, insan gelişti, büyük topluluklar oluşturdu. Hiç durmuyor insan devamlı düşünüyor üretiyordu. fakat bunun yanında insan tüketiyor ve öldürüyordu da. Sadece hayvanları olsa iyi, insan insanıda öldürüyordu artık. Allak bullak olmuştum. Gerçeklerle yüzleşmek tuhaf gelmişti birden.

Öyle ya öldürmek ne demekti? Diğer insanları ezmek, güçlünün yaşaması güçsüzün kölelik edip veya ölmesi ne demekti? Zavallı meleklerim benim üzüldüğümü görünce insanlara ulaşmaya onlar dinleri, kitapları göndermeye başladılar. Benden habersiz yapıyorlardı hesapta ancak ben tanrıydım benden habersiz bir iş yapılamazdı ki.

Fakat bu işime geldi. Hem insanlara müdahale etmiyordum hemde insanların benden haberdar olup yanlış davranışlarını değiştirmelerini seyrediyordum. Onlar benim bir parçamdı. Onların yaptığı hatalar benim hatalarım, onların hırsları, öfkeleri, nefretleri, öldürme içgüdüleri kazanma en büyük olma istekleri benim isteklerimdi bir yerde.

İnsanlar bozuyor meleklerim gizli gizli onları düzeltmeye çalışıyordu. Ben de sözde tarafsız bir şekilde onları seyrediyordum. Bu böyle sürüp gitti. Bekledim. İnsanların kardeşçe mutluluk içinde herkesin eşit olduğu bir dünya yaratmalarını bekledim. Onların zaferi benim zaferim olacaktı ama OLMADI.

Meleklerim ben üzülmeyeyim diye çok çalıştılar. En son kuranı yazıp insanlara verdiler. Doğrusu çok ilginç bir kitaptı. İnsanlara devamlı Allah’a tapmalarını yoksa cehennem denen bir yere gönderilip cayır cayır yakılacağını bile söylüyordu bu kitap ama olmadı. İnsanlar bir süre rahat dursa da kuranı çarpıtmayı ve onun üstüne çıkmayı bildiler. Doğrusu insanların bu kadar cesur olmaları ve belki de kendi tanrılıklarını fark edip hiçbir şeyden korkmamaları ve sadece kendilerine inanmaları güzeldi ama yaptıkları kötü şeyler ve aldıkları canlar, birbirlerini ezmeleri ve yok etmeye çalışmaları olmasaydı.

Fakat artık kabul ettim. Bu insanın ve dolayısıyla benim toprağımda var. Doğrunun yanında yanlış, güzelin yanında çirkin. Mutluluğun yanında öfke, dayanışmanın yanında bencillik.

Ayağa kalktı. Hemen arkamızda akan iki derenin yanına gitti. Bu derelerden birinden çamurlar pislikler akıyor ve inanılmaz kötü kokular çıkarıyordu. Diğeriyse pırıl pırıl, hoş kokulu, güzel ışık oyunları olan şirin bir derecikti. Elindeki kepçeyi önce pis dereye sokup bir kepçe alıp boş kupasını yarısına kadar doldurdu ve hemen sonra diğer dereden bir kepçe alıp kupasını ağzına kadar doldurup parmağını kupanın içine sokup karıştırdı.

Yüzünü bana dönüp: “biraz ondan biraz bundan işte hayat, işte tanrı, işte sen.” deyip kupayı kafasına dikti. Sakalına dökülen karışımı eliyle sıvazladı ve kollarını yana açıp gerindi.

Gözlerimin içine bakıp: “Artık yaşlandım. Gerçekleri kabul etmek lazım. Benim tanrının bile iyi ve kötü huyları var.” dedi.

O ana kadar susan ben birden ayağa fırladım. Öyle ki şiddetimden oturduğum sandalye yere devrildi ve bağırmaya başladım:
“AMA AMA TANRIM BURADASIN İŞTE KARŞIMDASIN GÖZLERİMLE GÖRÜYORUM SENİ. İSTESEM DOKUNABİLİRİMBİLE SANA. NASIL NASIL OLUR HERŞEYİ YARATAN SEN VE SENİN PARÇAN OLAN BENDE NEFRETE, KÖTÜLÜĞE YEROLSUN? OLMAZ OLAMAZ. BEN KENDİ ADIMA ARTIK HERŞEYİ DÜZELTMEYE ADARIM KENDİMİ. SENDE SUÇLAMA KENDİNİ İNSANLAR BLMİYORDU. BİLSELER İNAN BİLSELER KÖTÜLÜK BİR YANA. YANİ ASLINDA BİLMELERİDE ÖNEMLİ DEĞİL, BUNLAR BİR EVRE , KÖTÜ YAŞANMADAN İYİ BİLİNMEZ, BANA BAK TANRIM. BURDAYIM SENİN PARÇAN. SENİN OĞLUNUM. BİZ İSTERSEK, SEN İSTERSEN ASLINDA İSTEMEK BİLE ŞART DEĞİL YANİ DOĞRU OLAN…” dedim ve saçmaladığımı anlayıp sustum.

Küçük bir bebek gibi gözlerim doldu ve ağlamaya başladım. Boğazıma bir şeyler düğümlendi ve son bir çabayla:

“HERŞEY İÇİN ÖZÜR DİLERİM. BÜTÜN YAPTIĞIM KÖTÜLÜKLER İÇİN. SENİN SUÇUN DEĞİLDİ, BEN BİRDAHA İNANKİ KÖTÜ BİRŞEY YAPMAYACAĞIM, SEN KENDİNİ SUÇLAMA. İSTERSEN CEHENNEME AT BENİ FAKAT SEN SAF VE TEMİZ BİR IŞIKSIN. ŞUNU BİL Kİ SENDE KÖTÜLÜK OLAMAZ, OLMAMALI. SENİN ZAYIF YÖNLERİN OLMAMALI, YOKTUR ZATEN. BEN BUNU SANA İSPATLAYACAĞIM. BİRDAHA HİÇBİR KÖTÜLÜK YAPMAYIP BENİM DOLAYISIYLA SENİN MÜKMEMMELLİK DOLU BİR VARLIK OLDUĞUNU HEM SANA HEM KENDİME İSPATLAYACAĞIM.” dedim.

Tanrı alaycı bir ifade ile bana bakıp : “Bana bir şey ispatlaman gerekmez. Kendine ispatlarsan yeter ancak maalesef gerçek bu.” deyip iki dereyi gösterdi bana

“BİRAZ ONDAN BİRAZ BUNDAN. HEM SEN HEM DE BEN.” dedi.

Bense : “HAYIR HAYIR İSPATLAYACAĞIM KÖTÜLÜKLERDEN ARINACAĞIM.” diye bağırken telefon çaldı, uyandım.

Gözlerimden yaşlar yastığıma akıyor ve adeta nefes almamacasına hıçkıra hıçkıra ağlıyordum uyandığımda. Refleksle elimi telefona uzattım ama o kadar şiddetliydi ki bu hareket hızımı ayarlayamadım elim telefona çarptı ve telefon yere düştü. Zor bela telefonu eğilip aldım hala hıçkırıyor kendime hakim olamıyordum.

Ve “EFENDİM ALOOOO KİMSİNİZ?” diye bağırdım gözyaşları arasında.

Karşımdaki ses: “İyi akşamlar abicim orası TRT – FM değil mi?. ben Eskişehirden Kemalettin, sevgilim için DAM ÜSTÜNDE UN ELER TOMBUL TOMBUL MEMELER adlı parçayı istiyorum” dedi.

İşte o an patladım birden avazım çıktığı kadar: “GERİZEKALI HERİF. O…. ÇOCUĞU HANGİ NUMARAYI ÇEVİRDİĞİNE DİKKAT ET BEN SENİN TAAA..” derken kulaklarımda bir kahkaha çınladı.

Ben o kadar tanrıya söz vermeme rağmen daha 10 saniye geçmeden birine kötülük ettiğimin farkına varmış ve karşıdaki kişiden binlerce kez özür dilerken beynimde hala o cümle yankılıyordu…

“BİRAZ ONDAN BİRAZ BUNDAN. HEM SEN HEM DE BEN.”

Konuk Yazar