Eskiden mektuplar vardı… Hatırlar mısınız? Çok eskiden güvercin postası ile gönderilirdi. (Bilmeyenler için: güvercin postası = bir zamanların internet ağı) İşte o güvercinin getirdiği mektuplar kim bilir, ne kadar değerliydi! Aşk, iş, aile, devlet sorunları ve çözümleri… Hepsi güvercinlere emanetti…

Bence mektubu ilk tehdit eden telgraf oldu. Kısa ve öz. (Telgraf = mektubun modernleşmiş teyzesi) Ben doğduğumda, dedemin anneme gönderdiği telgraf elimde hala var.

“Sevgililer! Küçük’ün doğumu çok mutlu etti! Sağlık, mutluluk!.. Baban.

Yine de hala duygudan çok da yoksun sayılmaz, kısa da olsa ifadeler canlı.

İlk aşık olduğum kişiye bir mektup yazdım ve o zamanlar kullandığım parfümü imzamın yanına, kağıda hafifçe sürdüm.(büyüklerden duymuştum). Ama şu anda cep telefonumla gönderdiğim mesaja bir şişe parfüm bile yardım edemez! Elimde sadece bu var! Eski mektupların zarafeti ve derinliği yok olup, yerini mesela “ii misin?n ypyrsn?” gibi ifadelere bırakıyor. (Bilmeyenler için: İyi misin? Ne yapıyorsun?). Mükemmel bir MİNİMALİST yaklaşımla duygu ve düşüncelerimizi minimalize edip, nanoteknolojinin içine sığdırmaya çalışıyoruz. Yakında belki bu şekilde konuşmaya da başlarız, ne dersiniz? Mesela en iyi iki dostun sohbeti şöyle olabilir:

A- Nslsn? İşlr n d? (d  –  durum)

B- Çk kt

A- Al bndn d o kdr!

Bu küçük diyalogu anlamakta hala güçlük çekiyorsanız, bu iyiye işaret. Demek henüz “minimalize”olmadınız! Ama şimdiden bence bu egzersize başlamak gerekiyor! Yoksa modern hayattan (Allah korusun) geri kalırız! :))

Bana gönderilen cep telefonu mesajı beğendiğim bir kişiden gelse de karşıdakinin duygularını bu sessiz harf şelalesinin arkasından anlamam oldukça zor! Kim bilir, hangi arada derede yazılmış, toplantıda,yemekte, morali iyi mi, yoksa şu an kızgın? Yoksa yardıma mı ihtiyacı var?… O anda başka hayatın içinde bulunan insan “kısa ve öz”: -En ks zmnd arrm-diyor ve kendi meçhul hayatına tekrar bürünüyor. (minimalize olmayanlara tercüme: En kısa zamanda ararım.)

Bu tespitleri yaptığım için bu iletişim dilini kullandığımı düşünmeyin! Maalesef, ben de bir yazardan cesaret aldım. Çok önemli bir yazar. Ona cep telefonu mesajı göndermem icap etti. Mesajı yazarken sözcükleri çok dikkatlice seçiyor, imla hatası yapmamaya özen gösteriyordum. (Türkçe’m zaten bozuk, bir de kısa mesajda çok önemli hatalar yapmayım, iyice utanırım diye düşündüm) Gelen cevap, yine bizim sessiz harf şelalesinden ibaretti. Oh, dedim! Bu yazar da böyle yazıyorsa, ben neden piyanist ellerimi bu kadar yorayım ki! Yarısı kadar harf yazıp daha az yorulurum diye düşünüp ben de minimalistler grubuna emin bir adım attım.

Bu cep telefonu mesajlarından sonra e-mail mektuplarına dönünce insan kendini daha az sıkışmış hissediyor. Geniş ekranda,sanki bir vadinin içinde özgürce hareket edip mektuplarını daha geniş zaman ve mekana yayarak yazabiliyor. Yakında kokuları da internet yolu ile iletebileceğimizi duydum. Harika! Mektuplara parfümümü de sürer gönderirim. 🙂

Şaka bir tarafa, bu GLOBALLEŞEN ve aynı zamanda minimalleşen dünyada nereye doğru gidiyoruz acaba? Editörümüz Hasan Bey’in bu ayın yazısı için önerdiği bir konu vardı: “Dünyada Barış”. Ben de, söz mektuptan açılmışken kendi kendini yazan mektup simulasyonunu yapıp sizlerle paylaşmak istiyorum. Farz edelim ki, mektup prototip olarak, kişilik olarak bize bir şey iletmek istedi. Benim tahminim şunları yazardı:

“Kendini Yazan Mektup”

Merhaba insan,

Ben senin yazdığın tüm mektuplarının prototipiyim. İdeos. Birbirlerine sayısız yazı gönderen insanlar, hep benim ismimi telaffuz eder: Mektup.

Imageİnsanlığın tüm sırları, acıları, aşkları tüm trajedi ve komedileri, kaderin ve talihin virajlı yollarının takipçisi olarak, ben, insanlığın mesuliyetini paylaşıyorum. Yüzyıllar boyu yağmur yağdıracak kadar sevinç ve ıstırap gözyaşları taşıyorum içimde… Ama bana sorarsan, insan; ben farklı bir dünya ve o dünyanın farklı insanlarının yazılarını hayal ediyorum… Biliyorum, haddime düşmez, ama yine de o hayalimi bir kez olsun paylaşmak istiyorum.

-Beyaz kalpli insanların yazı yazmalarını istiyorum. Ya da “gökkuşağı kalpli”… Mürekkep siyah olsun, ama kalpleri siyah olmasın istiyorum.

-Kin, kıskançlık, yalan, önyargı, açgözlülük ve nefret sözcüklerine yer vermek istemiyorum.

-Artık ıstıraplı aşk, kavuşulamayan aşk, yapmacık aşk ve aşkı içermeyen aşk sözcüklerini de istemiyorum.

-Silah satın alma yazılarını, çatışmaları onaylayan yazıları ve ültimatom ya da şantaj içeren yazıları da istemiyorum.

-Ben sadece sade, gerçek, sevgi ve şefkat yazıları istiyorum.

Ve artık sanırım bunun zamanı gelmeli!…

Hayır kesinlikle tehdit olarak algılama, insan, ama, hayal ettiğim yazıları yakın zamanda görmezsem MEKTUPLUKTAN istifa edeceğimi söylemek istiyorum.

İşte binlerce yıldır koruduğum suskunluğumu bozdum, istediklerim aslında zor değil, ufak bir çaba gerekiyor. Herkes tarafından, tek tek.

İnanıyorum ki insan, sen beni dinlersin. Başka kime söyleyeyim ki???

Anjelika Akbar

400’den fazla senfonik ve oda orkestrası, şan, koro, enstrümantal ve etnik-klasik gruplar için bestesi bulunan Anjelika Akbar Kazakistan’da, müzisyen ve filozof bir baba ile yine müzisyen bir anneye sahip olarak dünyaya geldi. Belki de hayata ve çevresindeki her şeye sadece müzikal açıdan değil felsefi açıdan bakmasının bir nedeni de genleri... Anjelika Akbar’ın, 1999 yılında kendi prelütlerinden oluşan ilk albümü “Su” çıktı. Aynı yıl Can Dündar’ın “Köy Enstitüleri’’ adlı belgeselinin müziklerini besteledi. 2002 yılınında çıkan Vivaldi’nin “Dört Mevsim” keman konçertolarının dünyada ilk kez solo piyano uyarlaması, Sony Music International etiketiyle çıktı ve Sony Classical kataloğuna girerek, bu katalogdaki ilk Türk Klasik Müzik albümü oldu. Yine 2002 yılında Rana Erkan ve Zara ile çalıştığı, “bir’den Bir’e” isimli albümünü çıkardı. Anjelika Akbar evli ve 2 çocuk annesidir.