Temmuz başında yapılan bu görüşme, büyük badirelerden:-) sonra ancak ekim başında görücüye çıkabildi… Son albümleri “Dünya Yalan Söylüyor” la hepimizi sevindirip kulağımızın pasını alan Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin’i fırsat bu fırsat diyerek derki sayfalarına buyur ettik, gerçekten de son albümlerinden sonra Mor ve Ötesi’yle ilgili yapılan en kapsamlı ve açık ropörtajlardan biri olduğuna inanıyorum…

Sıcak öğle üzeri yeni plak şirketlerinin Taksim Odakule’deki ofisine gidiyoruz, çok geçmeden Harun da geliyor. Hoş beş derken çay kahve gelip Harun’un “içeceksek beraber içelim daha zevkli olur” demesiyle karşılıklı sigaralar da yakıldıktan sonra söyleşi başlıyor…

 

Modern şehir yaşamının insanın kimliksizleşmesi yönünde bir etkisi olduğu malum…

 

Evet şehir hayatının böyle hızlı manipülasyona yol açan bir tarafı var mesela zaman kaymaları; ben yaşıyorum şahsen bir saatin beş saat gibi geçtiği veya bir saatin üç dakika gibi geçtiği zamanlar oluyor ki bu da doğrudan zaman kavramının kendisiyle bu kadar uğraşmamızdan kaynaklanıyor. Bu çok şehirli bir kavram aslında kırsalda böyle bir problem olmaz orada doğanın saati vardır, aslında zaman da yoktur döngüsel bir durum vardır. Bizler şehirde bunun tersi bir tercih yapmış bulunuyoruz, zaman kavramıyla kendimizi bir anlamda sınırlayıp bir parça daha lineer bir doğrultuya oturtmuşuz, doğrusal bir zamanda hareket ettiğimize inanarak yaşıyoruz.

 

Rock müziğin de bu bakımdan metropoliten tarafı ağır basar, sence müzik ve özellikle de rock müzik bu etkiye karşı bir duruş sağlıyor mu, insanın kimliksizleşmesi etkisine? Rock bu etkinin ürünü mü yoksa temizleyicisi mi?

 

O kadar büyük bir tanımlama yapmamızı engelleyen bir kaç durumla karşı karşıyayız çünkü mesela rock müzik diye bir kümenin reel olarak oluşturulmasının zorluğu. – hangi rock müzik grupları veya sanatçıları bir araya koyduğunuz zaman mantıklı ve anlamlı bir çerçeve doğuyor? Bunu yapmak da belki bir parça müzik tarihçilerinin veya eleştirmenlerinin işi ama ben mesela bizim grubu yanyana koyamadığım şeyleri en azından görüyorum, onlarla birlikte aynı etkiyi değil de tam tersi bir başka etki yaptığımızı düşünüyorum, bizimki gerçekten belki de şehirden yana tercihini koymuş ama bu vahşi gidişatla ilgili problemi olan bir duruş, bir de buna karşı yerele özümüze dönelim, köy ve kırsal değerlerimizden kopmayalım at-avrat-silaha kadar varan tarafı bunun da yine rock içerisinde olduğu bir boyut var, bu da Moğollar’ın ve Cem Karaca’nın mirası üzerine gerçekten, ne bileyim ben (gülüyor) sanki anne babandan sana Atatürk Orman Çiftliği gibi bir alan kalmış sen bunun üzerine kalkıp kumarhane inşa etmişsin gibi kötü bir miras durumu söz konusu, maalesef öyle yani Anadolu rock kategorisinin bütününü böyle tanımlamak istemem ama durum bu…

 

Peki yerellik ne ifade ediyor senin için, sonuçta lokal olmakla etnik olmak aynı şey değil, mesela buradaki gruplara vs. de bakıldığı zaman, belki kişisel bir yorum olacak ama, araya birkaç arabesk melodi ekleyip arkaya saz ekibi yerleştirerek çok yerel olduk tavrı var, doğu süslemesi gibi sanki, türksen ve batı standartlarına göre müzik yapacaksan direkt bir etnik öğe ekleme çabası hakim.

Evet.

 Bu doğrultuda yerelliğin tanımı ne senin için?

Ya yerellik tanımı bence, bizim durumumuzda Anadolu’daki kültür katmanlarını gerektiği biçimde görebilmekle ilgili bir şey. İlla yerellik bağlamında… Bir kere kendimizi akdenizli,  doğulu, balkanlı veya avrupalı, kafkaslı gibi tanımlamayıp Anadolu’nun tam bir yolgeçen hanı olduğunu farkedip buradaki zenginliği ortaya çıkarmak ve o ortaya çıkan şeyden bir şeyler evriltmek belki bu doğaya uygun ve düzgün bir yaklaşım olabilir. Öbür türlüsü mesela bizim pop müzik akımlarımız içerisindeki işte akdeniz müziğini İspanyolların daha iyi yaptığını, (gülerek) arabın yalellisi olarak genelleştirebileceğimiz müziğin tabii ki Lübnanlı, Cezayirli sanatçıların hakkı ve layıkıyla çok güzel yaptığını vs. söyleyenler, hepsinin daha iyi yapılabildiği bir format var oysa burada , çünkü biz burada bu topraklara ait olanı çok fazla deşmiyoruz. Bunu yapan kim var derseniz ama bence Pentagram var.

 

 

İsrail’den de Orphaned Land var örneğin. Değişken riffleri vs. Batı ölçüleriyle doğu süslemesi değil tam tersine çok yerel, Meksika’da Brujeria var Napalm Death basçısı Fear Factory davulcusu vs.yle beraber ama müziklerinde tema örneğin Kolombiya’daki uyuşturucu mafyası, oralarda yaşanan vahşetler vs. Türkiye’de -bunu yapan veya yapmayan- grupların samimiyeti nedir sence? Rockistanbul’da da Müslüm baba çıktı mesela hep bir paralellik bulmaya çalışıyoruz arabeskle rock müzik arasında, “isyankar” lar, “mazohist” ler ve son derece “ekstatik” ler ikisi de… Bu özdeşlik kurma çabası çok üstünde durulası bir şey mi yoksa abartılı bir kaynaştırma çabası mı var sence?

 

Aslına bakarsan ilk cevabım bilmiyorum olabilir. İkinci cevabım -belki işin sınıfsal boyutunu ortaya koymak açısından- bir bakıma yararlı bir şey bence, kültür tüketimi de olsa üretimi de olsa bunların ilgi toplaması birbirinden bağımsız olmadıklarını bir şekilde ayrı katmanlar olmadıklarını gösterir, sınıfsal boyutu olmadığını ortaya koyması açısından yararlı bir şey, bunu görmemize ve çözümlememize olanak sağlayacaksa şahsen varım ama bunu çözümleyebilecek kadar bağıntılı hissetmiyorum kendimi, yani gerçekten Müslüm babanın dinleyiciyle rock dinleyicisi arasında bir koşutluk var mı yoksa rock dinleyicisi daha çok bir nevi moda olduğu için mi dinliyor bilmiyorum ya da diyelim ki Türkiye’deki burjuva sınıfı bütünüyle rockçı oldu bunun nasıl sonuçları olabilir buna da bakmak önemli bir şey olurdu, bu rock’ın tüketim toplumunun tam ortasına oturmasıyla da sonuçlanabilir, ama belki de olası bir devrimi de hızlandırabilir ama bilemiyoruz o kadar çünkü etkileşimler  kontrol ve gözleme hemen kendini açan etkileşimler değil…

 

Yani örnek olarak biz Alman Lisesi’nde öğreciyken bir takım rock gruplarını beğenerek dinleyip onlar gibi  olmak istediğimiz dönemde kendimiz olmaya çalıştığımız ve hasbelkader de bunu oturttuğumuz zamanlarda, özellikle iktidarın ağzıyla değilde başka bir taraftan konuşmayı yeğlediğimiz şu dönemde olmayı hayal etmiyorduk ve belki de bu, muhalefet yapmanın o zaman sorsanız tahmin edilemeyecek ama aslında nihayetinde tek yoluydu da.

 

Konuyu biraz çevirelim. Bu soru ortak bir tanıdığın özel sorusu:-) Cambaz şarkısının klibinde televizyonun/medyanın gerçekliğine kaçarak yenilemez hale gelen bir karakter var. Sence günümüzde iktidar kavgaları sanallık üzerinden mi gerçekleştiriliyor ve böyleyse sanat ve sanatçının eskisine göre ister istemez daha politik bir duruşa sahip olması  söz konusu mu?

 

(Gülerek) Evet …. Çok doğru yani….Çünkü temsili demokrasi gibi yalanların afişe olduğu bir dünyada yaşıyoruz ve bu durumda politika merkezleri doğal olarak başka yerlere kayıyor. Bugün sokağa çıksak parti politikasından medet uman kaç kişi buluruz? İktidara oy vereninden muhalefeti destekleyene –herkesi dahil edebiliriz- epey az… Küçük Amerika hayalimizin sonuna geldik gerçekten.Amerika’daki gibi kimsenin seçimlere gitmediği, iki seçmenden birinin “ya salla ne olacak” diye baktığı bir durum belki de söz konusu. Aslına bakarsanız seçmenlerin %75’inin %34’ün oyuyla başa gelen bir parlamentoya tabi olup buna da hakim olan bir iktidar varken politikanın başka yerlere kayması çok doğal bir şey çünkü

ister istemez arzuları var ve yok edemiyorsunuz, despotik rejimlerde vsde de yaşansa bütün dünyada böyle, Amerika’da da keza…. Hm, fakat şunu göz ardı etmememiz lazım, ki ben şahsen buna gönül rahatlığıyla bakışımızdan dolayı biraz utanıyorum, medyanın Türkiye’deki etki alanlarıyla ilgili bizim ve genel olarak herkesin gözünde büyüttüğü bir şey var o da “etki” meselesi, medya aslında medya iktisadından yoksun bir maliyeye sahip olduğu için hem neo-liberal politikaları destekleyip,özelleştirmeyi savunup hem de devlet teşviki olmadan ayakta duramayan bir yapıda ve sonuçta banka batırmaya kadar giden bir takım medya kuruluşları söz konusu. Bu da çok saçma ve aslında çok etkisiz bir tarafı da var. Mesela o promosyon zamanlarında bir kişinin gidip bir gazetenin bilmemkaç kupona 3 ay boyunca x gazetesini aldığı dönemler oldu, bence o kopuş o zamanlara rastladı biraz da dinleyici, okuyucu, izleyici açısından… Bir yandan tabii ki yoğun bir eğlence, kötü bir habercilik ve son derece yetersiz yorumlara maruz kalıyoruz, bu türk toplumunu etkiliyor ama diğer yandan zannettiğimiz kadar etkiliyor da olmayabilir. Çünkü herkes bu etki alanına dahil değil, kimi kaçış yolları buluyor insanlar…

 

Daha önceki albümlerde hayatla başa çıkma ve bundan duyulan isteksizlik durumu anlatılıyordu belki ama bu albümde gerek müzik gerekse sözler açısından daha kendinden emin, dışa dönük ve başa çıkma yetisi kazanmış bir tavır sergiliyorsunuz, daha politik, daha ortada ve daha keskin söylem içeren. Bu durumun grup üyeleri açısından, bizzat sizin hayatlarınızla da bir paralelliği var mı?

 

Muhakkak ki var… Türkiyedeki muhalif çevrelerle, daha doğrusu bizim kendimizi rahat hissettiğimiz muhalif çevrelerle kurduğumuz ilişkiler daha çok son iki yıla damgasını vurdu ve  o iki yıl içerisinde bir şekilde insanların sokağa çıkıp tepkisini dile getirdiği oluşumlara daha fazla dahil olmaya başladık. Bunun en tepe örneği Ankara’daki 1 mart mitingi mesela, o bize çok fazla şey verdi aslında , orada parlamentonun şöyle yada böyle savaşa girmeme kararı alması, İstanbulda nato karşıtı gösteri olup Türk rehinenin ölümden kurtarılması bizim kuşağımız için şanslı deneyimler bence, insanlara sokağa neden çıkmıyorsunuz diye kızamayız da çünkü ’70 ve ‘80’lerde ve sonrasında  devletin öyle bir baskısı vardı ki, aykırı ses çıkaranın kafasında veya başka bir yerinde copla kurulan ilişkiler olduğu malum, insanları sokağa çıkmadıkları için eleştiremiyorsunuz bu yönden…Şimdi oluşan kısmi rahat iklime de aslında çok aldanmamak lazım çünkü cezaevlerinin durumu düşünülürse 12 eylül bu bakımdan tüm hızıyla devam ediyor. Belki hala hayattalarken 12 eylül paşalarının yargılanmasını gündeme getirebiliriz…

Yine farklı yönde bir soru… Mor ve ötesi her zaman kendine özgü bir müzik anlayışına sahip oldu ve hayran kitlesinin oluşmasında en büyük etkenlerden biri de bu. Bu özgünlüğün batılılaşmanın üstesinden gelerek kendi kimliğini oturtmayı başarmış bir Türkiye’yi temsil ettiğini söyleyebilir miyiz? Veya böyle bir kaygınız var mı?

(Gülerek)Yani bunu biz söyleyemeyiz ama bunu birileri söylerse de söyleyebilirler, yine çok yorum yapamayız. Bizim yapmaya çalıştığımız, çoğu kez üzerinde düşündüğümüz masterplan şeklinde programlar da içeren ama spontan yanları da olan bir hikaye ve bu hikaye içinde kendimizi defterlerinde beyaz sayfalar olan yani kirlenmemiş, bir takım muhalif görüş de içeren aydın hareketlerin içine falan da koyabilirler ve bu bizi bozmaz (gülüyor)… Ama biz ne olduğumuzu söylemekte zorlanıyoruz öyle söyleyeyim… Birisi çıkıp şudur dediği zaman benim hoşuma gidiyor şahsen ama ben bu kadar rahat söyleyemiyorum biz buyuz diye…

 

Diğer albümlere nazaran politik tarafınız daha baskın olarak öne çıkıyor bu albümde… Eğer bir değişim başlatılacaksa bu değişimin politik tabanlı aktivizm kadar birey bazındaki değişimle de gerçekleşebileceğine inanıyor musun?

Evet tabii ki politik hareketlerin tıkanma sebepleri de o, aslında bizim ego problemini masaya yatırmamız lazım ama her şeyi birden yapmak çok zor oluyor, her şeyi birden yapmaya çalışırken hiç bir şey yapamayabilirsiniz de. Belki de farklı farklı akımların veya üretici yaratıcı kesimlerin meselenin iki yönüne de değinmesi gerekiyor… Aslında “Gül Kendine” albümü biraz daha o tarafa yönelik bir albümdü, insanın kendisini birazcık ne bileyim bu çılgınlıktan koruması ve ondan sonra bunun üzerine hayatı -ortak bir hayat inşa edilecekse eğer- belli bir sükunet ve dingin bir bilinç üzerine inşa etmesi… Aksi halde harala gürele içerisinde birbirimizi yemekten kurtulamayacağımıza dair bir fikrim de var.  

 

Müzik sence bu süreçte gerçekten aracı olabilir mi? Veya Mor ve Ötesi’nin müziğini bu bakımdan bir aracı olarak görüyor musun, hem bireysel hem politik yönden her iki tarafa da temas eden…

Evet, görüyorum aslında (gülerek) …

 

Rock müzik her zaman –kendi içinde klişe de olmuştur ya- protest ve devrimci görülür. Sence Rock müzik, tarihinin hangi döneminde bu açıdan en büyük başarıyı gösterdi?

Mesela ‘60’lar, evet efsaneydi ama ideolojik çöküşü çok ciddi oldu, o zamanki çiçek çocukların şimdilerde devlet başkanı olup neler yaptığını görüyoruz… ‘70’ler bireyselliği ve izolasyonu yüceltti , bu bakımdan daha ciddi bir miras bıraktı belki de… Punk’ın yükselişi var-semiyotik anarşizm, geçmişin devrimcilerinden ilham alıyorlardı daha avangarde’dı . ’90 ve 2000’lerdeyse dağıtımın daha anarşizan çizgiye oturması, indie’nin sınırlarının genişlemesi, stillerin atomize olup türler arasındaki ayrımları ortadan kalkmaya başlamasını vs. görüyoruz… Art-rock’ın yükselip dekadansın çökmesi….

Evet ama ne olursa olsun ‘60’larda olan bir şey var, ‘60’la ve ‘70’ler arasında ortaya çıkan ve bu tamamen yeni bir şeydi… Gerçekten yeni bir insan, yeni bir zevk, yeni bir sanat formu gibi ve bu çok heyecan verici bir şey, sonu nasıl bitti ne oldu bu ayrı bir hikaye ama orada ortaya çıkan şeyin biricik bir tarafı var, ondan sonra gelenlerin buna hiç referans göstermeden yanına veya karşısına almadan yapabildiği bir şey de olmadı, o çok zengin bir temeldi. Benim için heyecan verici olan, daha önce olmamış bir şeylerin olduğu ve herşeyi başlatan zamanlar gibi geliyor bana… Bir de önümüzdeki 10 yılı ben çok önemsiyorum, 2010’lar mesela bence yeni bir insana tanıklık edecek zamanlar olabilir.

 

‘90 sonu ve 2000’lerde copyright’ın erozyonunu görüyoruz ki internet ve iletişim metodlarındaki büyük değişimle mümkün oldu…

Müziğin serbest dağıtımının önüne geçilememesi tamamen teknolojinin konrolüyle ilgili bir şey ve bunu aşacaklar diye düşünüyorum.

Peki bu “önüne geçilememesi” durumu bizleri daha iyi bir yerlere mi götürecek yoksa bizzat “önüne geçilmesi” mi lazım bunun?

Bence önüne geçilmesi lazım değil ama şu olabilir, devlet dediğimiz gücün –çok zor tabii ki ama- üretim yapmak isteyen herkese sınırsız destekte bulunmasıyla çözülecek bir şey çünkü telif hakları konusu gündeme geldiği zaman haklı olarak bu işten para kazanan insanlar da -ne kadar ilerici bakmaya çalışsalar da bir sürü şeye-, tepki verecekler. Bir anda maaş aldığın bir yerden aynı işi yapmaya devam edip maaş almamak gibi bir durum bu ve buna çözüm bulunması gerek. Aslında zaten sanatçı cephesinden çok büyük ayaklanma söz konusu değil, Metallica gibi deforme olmuş dev marka diyebileceğimiz şeyler hariç; altında yatan da  aslında bu legal albüm satışlarından asıl para kazananlar yani büyük plak şirketleri, müzisyenlerinse her zaman 2. 3. 4. albümlerde oluyor çok daha sonra ve farklı rakamlarla yani, dolayısıyla müzik sektörünü daha spontane daha canlı performanslara götüren etmenler bunlar. Burada da iyi konser, güzel şov, unutulmaz gece falan gibi kavramlar devreye girecek belki de grupların ününün yayılması için.

 

Bir başka ortak tanıdık sorusu:-) ‘60’larda ki hüsranın üzerinden neredeyse 40 yıl geçti. Sence dünya kamuoyunun gerçek anlamda ilerici/devrimci bölümü bu yenilginin aktörlerini ve bu yenilgiden kazanç sağlayanları kendi içeriğine oturtarak anlayabilecek, anlayışla karşılayabilecek olgunluğa erişti mi?

 

Ya bence onlarla hesaplaşmanın çok bir faydası yok aslında bizim gündemimizi gerçekten düşündüğün zaman… Ehm, bilmiyorum ya çok dert etmemek lazım bence çünkü çok güzel şeyler de çıkabilirdi, çok güzel kazanımlar da var aslında yok değil o kadar da… Ne bileyim  bir tarafıyla cinsel özgürlük bir tarafıyla kültürel çeşitliliklerin daha bir hoşgörülmesi ama bunlar kazanım da sağladı kesinlikle… Belki daha kapsamlı bir dönüşümü gerçekleştirecek olan bir şey nasıl yapılabilir buna kafa yormak lazım…
 

 

Peki kültürel çeşitliliğe konu gelmişken, -hep tartışılır- kültürel çeşitlilik söylendiği gibi çoğul sesin yükselmesi üzerinden bir tanım mı yoksa tamamen globalleşmenin getirdiği ve kendi potasında eritip insanlara bir nevi “kültürel çeşitlilik” rüyası sattığı sahte bir kavram mı?

 

Bence zaman zaman ikisi de geçerli…

 

 Rock müziğin ritüel boyutu sence ne kadar önemli? Mesela bar ortamı bunu yaralıyor mu yoksa daha samimi olduğu için daha mı iyi? Yoksa festivallerde vs. de çalmak daha kollektif bir tecrübe olduğu için daha tercih sebebi mi senin için?

 

Yine hepsinin kendine göre güzellikleri var ama mesela barda çaldığınız sırada yüzleri teker teker görüp insanların neler yaptığına dikkat etmek olası, o akşamın “bir de bizim ağzımızdan dinleyin” durumu var, örneğin bir dinleyicinin konserle ilgili hikayesi vardır mesela bir de benim sahneden gördüklerim vardır ki onların gördüğünden daha az enteresan olduğunu hiç sanmıyorum…. (Eliyle göstererek) Şöyle ufak ufak kitleler hareket ediyorlar mesela , birileri birilerine yazıyor, öyle oluyor böyle oluyor, işte sarılanlar kavga edenler yani gerçekten bizim için daha eğlenceli ama festival ortamında böyle bir şey yok, festivalde böyle dev bir kitle var ama bunu da yine teker teker insanlar olarak düşünmeniz lazım çünkü öyle sonuçta , ki bu teker teker insanlar yine hepbirlikte orada eğlenmek istiyorlar ve bu bardaki ortamın aksine biraz daha seyirciyle doğrudan ilişki varmış gibi gözüküyor, barda biraz daha müzik üstünden sosyalleşme işte gibi ölçütler var ki onun da bir kötülüğü yok…

 

Son albümdeki “Re” şarkısının reenkarnasyonu anlattığına dair dinleyen yorumları yapılıyor, tüm bu ruhsal konuların tartışılmasına bakışın ne? Şarkı bunu mu anlatıyor gerçekten?

 

“Re”, dünyaya yeni gelmek üzere olan bir bebeğin ağzından yapılmış bir şarkıydı. Gerçekten bunu da ilk kez burada söyleyeyim o zaman madem bu kadar direkt bir soru geldi (gülerek).

Öyle bir tarafı var, “yine geldim dünyaya” bölümü mesela “çok da gelmek istemiyordum ama ne yapalım gelmek lazım” duygusuyla hareket eden bir bebeğin ağzından yazılıyor, esprili olduğunu düşünüyorum, çok fazla benim ontolojime dair bir şey söylemiyor ama birazcıkta söylüyor belki… Ama bunun üzerine tartışmak çok zor, çünkü çok fazla –oloji var ve bir anda bir astrolog veya bir meczupla yanyana düşebilirsiniz böyle zorlukları var bir de doğası gereği kişisel alanlar oldukları için doğrusu bu konularda -nasıl anlatsam- çok net bir fikirler silsilerine sahip olduktan sonra veya olunca, emin olunca ortalara çıkılabilecek bir konu… Bir de bunun şöyle bir zorluğu var hem antikapitalist bir duruş hem de insanın beden dışındaki duyarlılıklarına vurgu yapan bir duruşu birlikte sergilemek mesela… Benim bunu düzgün yapıp da insanların da buna ilgi göstermesi benim çok arzuladığım bir durum ama bunun için daha zamana ihtiyaç var bence…

 

Mesela şu sıralar new-age’nin çöplük kısmı yine gözönünde, bir takım fotoğraflara bakıp aydınlamaya çalışan insanlar, ışık doğudan yükselir logoları , “varlıklardan” gelen tebliğler vs. bu etiketleme hakkında ne düşünüyorsun? Bir yanda gerçekten ciddi ve köklü sayılan, etkisini devam ettirmeye çalışan ama artık kendine çok sınırlı bir yer açabilen -çünkü gerçekten uzun ve  yoğun bireysel çaba gerektiriyor, her  ciddi uğraşı gibi- ezoterik kısım var, diğer yanda da fiks menü haline getirilip paketlenmiş pazarlama ürünleri…

 

Bence üzücü bir şey ama işte… Ufff çok zor….

 
  Mesela kişiyi 5. boyuta (?) hazırlayan psikoterapi (!!!) yöntemleri…

 

(Gülerek) Hadi ya, eyvallah…

 

Bütün bu new-age edebiyatın veya spiritüalitenin bir tarafında da işte böyle  ticarete çok açık bir yön dediğin gibi var ve bu uğraşması zor bir konu hakikaten, çünkü nereden bilebilirsin ki? O adam ondan fayda görüyorsa filan… (gülerek ) Bu işler böyle sakat o yüzden, özellikle benimki bir zihin (gülerek) çok zorlanıyor bu takım şeylerde, söyleyeceğin şey de seni bağlar, bir şeye bağlayacak kadar emin değiliz hiç bir şeyden, son noktada herşey kişinin kendine kalmış tabii ama ben ne yalan söyleyeyim düzenli olarak meditasyon yapıp bunun reklamını yapmayan bir takım devrimciler olursa devrimin daha kuvvetli gerçekleşebileceğini düşünüyorum açıkçası…

 

Bir şeyler yapılamamasının nedenlerinden birinin de bireysel bazdaki ego çatışmaları olduğunu varsayarsak dediğinde haklısın belki de…

 

Evet düşünsene ortamda herkesin birbirine gülümseyerek ve anlayışla takıldığını filan …

 

(Artık burada karşılıklı kopuyoruz 🙂

 

 

Peki bilindik inançlardan farklı olarak çok bireysel bir ruhsallığın varolabilme ithimaline inanıyor musun? Bir bakıma teolojiye rağmen bir şeylere inancı korumak vs. gibi mesela?

 

Evet ya bu konularda eskiden o kadar çok düşünür ve konuşurdum ki… ve bunu öyle bir anda kesmişim ki şu an cidden zorlanıyorum, olabilir tabii kişi kendi ruhsal iradesini her türlü sistem ve kuraldan bağımsız olarak kurabilir neden olmasın?

 

Konuyu biraz değiştireyim, şarkı sözleri ve besteleme sürecine grubun tümü dahil mi? Son iki albümde söz-müzik “yazan:” tarzı ayrıştırmalar yok örneğin…

 

Bu da 5. albüm için psikoterapi gibi olmaya başladı bu arada … (gülerek) Bizim için bu anlatma kısmı çok tuhaf bir durum çünkü biz albüm çıktığından beri kendimizi, grubu, şarkıları ve albümü anlatıyoruz ve bir kısmı evet gerçekten anlatmak bir kısmı da anlatırken oluşturmak oluyor doğal olarak. Defalarca anlattığımız birşeyler artık aradan kaçmaya başlıyor, o yüzden normal ve sıradan olmayan cümlelerle anlatmaya çalışayım kendimi tekrarlamamak için… Grubun aslında üzerinde kurulu olduğu temel birlikte bir şeyleri yapmak ve bireysel yönleri ağırlıklı olarak ön plana çıkartmayıp kollektif bir yöntemle de çalışmanın mümkün olduğu tezini canlı olarak ortaya koymak ama elbette ki dört kişinin de bütün üretim sürecinde eşit olarak yeralması zaten sözkonusu değil çünkü ortada bölüp bakabileceğiniz bir pasta yok, ama herkes bu müziğin aktif ve dinamik bir yöneticisi, sözlerle ilgili olarak da tabii ki zaman zaman ağırlıklı çalışanlar olsa da, mesela ben şarkı söylediğim için sözlere daha fazla ağırlık veren bir tarafım var belki ya da başka birşey, bütün bu albümdeki sözlerin de editörü gibi davrandım biraz ama bu albümde biz hep birlikte bir şey yaptık ve imzamızı da hep birlike attık, doğrusu herkesin kolay kolay yapabileceği birşey de değildi bu…Bunda zorlanmadık ama düşündüğün zaman bütün albümlerde bu böyle devam eder mi bu bir soru işareti benim için…

 

Bir şarkının ortaya çıkış sürecini daha ayrıntılı anlatabilir misin? Ne bileyim planlı mı spontan ilerleyen bir süreç mi notasyona mı dayalı tamamen vs?

 

Şöyle ortaya çıkıyor… Burak veya ben bir takım müzikal veya armonik, melodik yapılarla uğraşıyor oluyoruz, buna erken bir aşamada gitaristimiz de dahil oluyor ama davulcumuz da zaten dahil, aslında demek istediğim de bu yani görmeniz lazım, bazen evde üretilmiş bir şey çok hazır bir halde geliyor ufak oynamalarla ortaya çıkıyor, bazen de “Serseri” örneğindeki gibi iki senelik bir geçmişi var ve iki seneden bugüne sadece ismi kalıyor. Nakaratı, çocuk korosu vs. derken bir bakmışsın sadece “Serseri” ismi aynı kalmış… “Yardım Et” şarkısı mesela, bir kaç tane ayrı bölümün spontane bir şekilde bir araya gelmesinden oluşuyor, nakaratı da tamamen aynen böyle (göstererek) bir ses kayıt cihazıyla kendi kendime kaydettiğim bir ses kaydını dinlerken bulduğum birşeydi ve sözlere baktım, bazen bir şarkının çıkma aşamasında ağzıma geleni söylediğim zamanlar vardır, bunlardan gelen mucizevi birşey vardı o şarkıda… Böyle çeşit çeşit yol var aslında … “Uyan” Peyote’de bir akşam çıkmıştı mesela, hatta çok iyi hatırlıyorum Burak Londra’daydı ve biz o gün çok sıradışı bir performans sergiliyorduk. Ben bass çalıyordum, Kerem gitar çalıyordu sonra değiştiriyorduk falan ve Peyote de rahat bir yer olduğu için emprovize böyle yarım saate yakın çaldığımız zamanlar oluyordu. O akşamdan bir gün önce de Ege Madra’nın evinde takılırken, beraber muhabbet ederken bir riff üzerine çalışmıştık aslında onun da parmağı var bu işte, böyle çıktı o şarkı… “Bir Derdim Var” ’ın  çok daha kişisel bir hikayesi var böyle çeşit çeşit…
 

“Serseri” şarkısı demişken, orada da yine geçmişle bir hesaplaşma, ironik bir değerlendirme var…

 

Evet, eski tüfek kavramıyla alakalı biraz…

 

Gelecek planları dersem?

 

Valla şimdi güzel bir çıkış yakaladık (gülerek) ama şimdi  mesele bundan sonra ne yapacağız? Bundan ne yapmak istiyoruz bunu kararlaştırmamız kazım…. Paraya çevirelim filan değilde daha kreatif anlamda bir kere ne yapmak istiyoruz mesela … Toplumdaki varoluşumuzu nereye götürmek istiyoruz, yeni albüm nasıl bir yapıya sahip olsun istiyoruz, yurtdışında bir şeyler yapmak istiyor muyuz, istiyorsak Japonya’ya mı gitmek istiyoruz Amerika’ya mı Avrupa’ya mı hep böyle kararlar var, grup işinin böyle tarafları mevcut, çok fazla karar var ve diğer yandan bu kararları hiç kolay veremiyorsunuz. Hantal bir yapı aslında…

 

 Uluslararası af örgütüyle bazı çalışmalarınız var sanırım, CnnTürk’te Kerem’le (Kabadayı) yapılmış bir söyleşiden hatırlıyorum orada bahsetmişti, tam emin değilim çünkü kameraman o söyleşide bir yerde Kerem’in taktığı rozete zoomladı ve takıldı kaldı orada… Arada da konu gitti tabii…

 

Öyle mi yaptılar gerçekten ?

 

Işıkta parladığı için ne olduğu anlaşılamıyor gerçi ama 🙂 (ehe:)

 

Ha tamam eyvallah…

 

Evet Uluslarası Af Örgütü’nün “Kadına Yönelik Şiddete Son” kampanyası var, bir de ateşli silahların kullanımıyla da ilgili bir kampanyaları var, elimizden geldiğince desteklemeye çalışıyoruz; konserlerde, masa ve standlarla, medyada konuşarak… Gerçekten Türkiye’de bu tarz çalışmaların  önemli olduğunu düşünüyoruz.

 

Son istek sorusu…Ada müzikten ayrıldınız ve yeni bir plak şirketine geçtiniz…. Kliplerin Kral Tv’de yayınlanması, “Yaz Yaz Yaz” single’ı derken “Şehir”den beri sizi dinleyen “eski dinleyici kitlenizin” şimdi bunlara bakış açısı ne yönde sence? Tepki, kıskançlık vs?

 

Öyle birkaç örneğe rastladım ama çok da fazla demoralize olduklarını zannetmiyorum. Evet şöyle bir şey var, daha önce bir Mor ve Ötesi şarkısının 5 yaşındaki çocukların ip atlarken ağzına dolandığı durumlar yoktu, öyle değişik bir durum var ortada ama biz bu durumu kendimizle ilgili hoşumuza gitmeyen bir şekilde yapmadık hiçbir zaman… İnsanların verdikleri tepkiyi manipüle etmek kolay değil ve gerek de yok zaten ama bizi bozan bir durum da yok, insanlar da çok hoşnut değil gibi gözükmüyor…

 

Ekşi sözlükteki bazı entryleri referans alırsak, eskiden beri dinleyen kitlenin “çok bireysel bir müziğe aitti şimdi bu kadar ortada görmek çok şaşırtıcı” tarzı yorumları vardı mesela, sonra satışların epey yüksek olması…

 

Şu sıralar seksen bine gidiyor sanırım…
 

Bence süper bir şey…

 

Bence de çok güzel kesinlikle…

 

Şöyle bir kriter de söylenebilir belki, bir albüm çıktığı gün kendine korsanda da yer buluyorsa ve satan adam aynı gün elinde Mor ve ötesi cd’si kalmadığını söylüyorsa….

 

(Gülüyor) Evet kesinlikle süper bir şey…

 

Eski albümler de buna dahil…

 

Çok güzel gerçekten…

 

Bu kadar benden, çok çok teşekkürler…

 

Ben teşekkür ederim, güzeldi…

 

(Söyleşinin hazırlanmasında aracı olan menajer Serkan’a ve Pasaj Müzik çalışanlarına; “orada oldukları” için Mor ve Ötesi elemenlarına; son olarak da süreçte yardım edip yanımda olan Yavuz Parlar ve Mutlu Yetkin’e teşekkürler…)

Konuk Yazar