İnsanın, kendini tanıma yolunda en önemli adımının, öncelikle kendini ve yaşadığı toplumu nesnel bir gözle eleştirebilme yeteneği olduğu inancındayım…

Oldukça hızlı değişen ve gelişen popüler kültürümüzde, sabun köpüğü gibi gelip geçen hevesler akıyor gözümün önünden bir film şeridi gibi. Ancak bunların arasından geçmeyen, zamanla değişen, fakat özünde hep aynı kalan, kalmayı başaran bir unsur takılıyor zihnimin bir köşesine bu günlerde. Özel Hayat Merakı….

Televizyon programlarından tutun da, yazılan kitaplara kadar, bir özel hayat merakı almış başını gidiyor toplumda. Yıllardır istikrarını koruyan televizyon programlarının isimlerine bir bakın mesela. Pazar Mazagin, Televole, Papparazzi, Pazar Keyfi, Özel Hat, Özel Hayat, Renkli Hayatlar… Uzar gider liste. Her biri kendi kulvarında ekol olmuş, çığır açmış, ardından da kendi taklitlerini yaratmış programlar. Bu kadar istikrarı yakalamış bir kaç tartışma programı adı sayabilir misiniz? Sanki, ekran ünlüsü insanların geçmişlerini yada özel hayatlarını, yaşadıkları aşkları, ilişkileri vıcık vıcık etmek yetmezmiş gibi, üstüne birde gözetleme evleri kurduk, içine bir dolu sıradan insan koyduk ve seyrettik sabahlara kadar. Acaba hangisini seçsek, hangisinin hayatı daha çok ilgimizi çeker diye (BBG). Doymadık evlendirmeye çalıştık canlı yayınlarda (İKİNCİ BAHAR), kayınvalidesi ile nasıl kavga edilmesi gerektiğini öğrendik (SİZE ANNE DİYEBİLİR MİYİM?).  Hayatlarının her aşamasını giderek artan bir gözetleme merakı ile girdik, yerleştik. İşe seçilirken ne yapacaklar (ÇIRAK), şarkıcı olurken hangi zorlu elemelerden geçecekler (POPSTAR,TÜRKSTAR). En sonunda galiba şu sıralar bir avuç insanı bir adaya bıraktık ve nasıl hayatta kalacakları merakındayız şimdilerde (SURVIVOR). Büyük bir çoğunluğumuz yukarıda isimlerini saydığım programlardan en az bir tanesini bir dönem takip etmişizdir. En azından bir tanesinin konsepti size uygun gelmiştir. Ben bir tek bölümünü bile kaçırmayan insanlar tanıyorum…

İçimden sormuyor değilim bu merakın sonu nereye gidecek diye. Aklıma gelen bir final var ama aslında, onuda çoktan avrupa kanallarından birisi proje haline getirmiş ve programa cesur yarışmacı adayları arıyormuş. Yayına az kaldı yani… Bekleyenlere müjde. Tahmin edebileceğiniz gibi bol miktarda cinsellik gözetleyecek bu sefer insanlar. Allahtan henüz daha o perdemizi yırtmadık da bizim kanallar şimdilik uzak kalıyor bu tip CESUR programlardan.

Peki ama nedir bu başka insanların hayatlarında olup bitenlere duyulan merak. En masumumuz bile biraraya gelince merak ettiğimiz insan hakkında yorum yapmıyor muyuz?

“ Duydun mu yaa, falanca ile filanca ayrılmışlar…”

“ Hadi yaaa… Bende geçen hafta daha ondan çocuk aldırdı diye duymuştum. Kesin çocuk yüzünden ayrılmışlardır. Ama çok yakışıyorlardı birbirlerine yaa…. Üzüldüm şimdi…”

Yazıııkkkkkk….. Sanki üzülmesi yada sevinmesi, konuya dahil insanların çok umurlarındaydı.

Benim asıl üzüntüm, edebiyat dünyasının da bu furyadan nasibini alması… En çok satanlar listesinin tepesindeki kitaplara bir bakın. Melissa P. adında henüz yirmili yaşlarında bir genç kızın cinsellik anılarını yazdığı “Yatmadan önce 100 fırça darbesi” adlı kitabı, yıllar önce yazılmış ve nispeten ucuz baskısının yeni çıktığı Adolf Hitler’in “Kavgam” adlı kitabı. Ne var bu kitaplarda, ana haber bültenlerine konuk olacak kadar anlayamadım. Çok daha önemli, çok daha edebi yada felsefi eserlerin yayınlandığı bir dönemde ana haber bültenlerine konuk olması insanın dikkatini çekiyor açıkcası. Birde üstelik ana haber bültenini sunan şahıs sormaz mı kitabın yazarına, “Kitapta yazanların ne kadarı sizin kendi anılarınız. Yazdıklarınızın ne kadarını yaşadınız?” diye. İşte o zaman bende ampül yanıyor. Merak… Bu kadar insanı kendisine çeken ve çok satanlar listesinde zirveye çıkaran duygu başkalarının hayatlarını merak etme dürtüsü. Başka bir açıklaması olabilir mi sizce?

Kabul edelim ki, içimizde bir yerlerde, başka hayatları gözetlemeye yönelik inanılmaz bir istek var. Yoksa bize nedir Ahmet ile Ayşe’nin ayrılmasından, yada beraberliklerinden. Kazara kızın hamile kalmasından ve onu aldırmalarından? Amerika’yı yeniden keşfetmiyorlar ki bu insanlar. Ama bilmememiz gereken, üzerimize vazife olmayan bir şeyler öğrenmiş olmak yetiyor bize. O bilginin bize gerekli olup, olmaması değil.

Buyrun size minik bir test isterseniz. Aşağıda okuyacağınız hikaye sizlere bu özel hayatlara karşı olan zaafımızın ispatı. Eğer bu satırdan sonrasını okumaz ve direkt son paragrafa geçerseniz, sizi tebrik edeceğim. Ama içinizde kabaran merak duygusuyla nasıl başa çıkacaksınız bilemem.

Okuyacağınız hikayenin yüzde yüz yaşanmış bir olay olduğunu da belirteyim ki hikayeden alacağınız zevk daha da dayanılmaz olsun. % 100 REAL yani.  Ama göstereceğiniz anlayışa sığınarak kahramanımızın ismini saklı tuttum. Kişilik haklarına saygı bir nevi.

Çalıştığım iş dalı ile alakalı bir akşam yemeği organizasyonu ayarlamıştık şirketten bir arkadaşımla. Şirketten birkaç arkadaş, arkadaşların birkaç arkadaşı ve denizcilik sektöründe önemli bir yeri olan bir abimiz ile buluşulacak. Biraz yemek, biraz sohbet, biraz içki ve bolca iş görüşmek vardı planlarımız arasında. Ama daha yemek yiyeceğimiz yere girince başlıyor bende dumur vaziyetleri. Salaş bir meyhane bozması bir mekan geldiğimiz yer. Allahtan temiz ama. Hemen yanımdaki arkadaşa soruyorum; 

“Oğlum, burada mı ağırlayacağız koskoca adamı. Ayıp olmaz mı koskoca bilmem ne şirketinin sahibini böyle ucuz bir mekanda ağırlamak. Başka yer bulamadınız mı ? Biraz daha lüks bir yer olsaydı bari… ” falan diye gevelemeye çalışıyorum lafı ağzımda, ama arkadaşlar önceden tecrübeli, rahat olmamı, filanca abinin böyle yerleri daha çok sevdiğini söylediler. “İyi o zaman, ne yapalım” lar arasında oturuyoruz masaya. Bekliyoruz, abimiz gelsin. Saygısızlık olur diye de yeşillik, salata, meze bile koydurtmuyoruz masaya. Gelince kendi karar versin. Borumu abicim, adam koskoca Amerikan ortaklı, milyon dolarlık şirketlerin tek sahibi. Onun desteğini alamazsak şansımız sıfır bu piyasada. Saygısızlık yapmaya gelmez. Adamın bize vakit ayırması bile bir şans yani. Kalantor bir adam. Sırf akşamları iş çıkında uğrayıp, kafasını dinlesin diye kendine beş katlı bir bar, restaurant ve eğlence mekanı açtı. Artık gerisini siz hayal edin.

Böyle bir adamla, salaş bir meyhanede aynı masada demleneceğiz. Dünyanın çivisi çıkıyor dedikleri bu olsa gerek.

Neyse, fazla bekletmeden geliyor masamıza, şeref veriyor abimiz. Sarılmalar, tanıştırılmalar, gülüşler, kahkahalar, özlem gidermeler, görüşemiyoruz abiler arasında bir solukta siparişleri veriyoruz, abimizin izniyle. Rakı seçiminide ona bırakıyoruz. Malum, bu aralar bir savaş çıksa yada sel felaketi olsa ancak bu kadar kısa sürede, bu kadar kayıp verebiliriz. Trafik canavarı bile daha masum kalıyor bu sahte rakı canavarlarının yanında, şu son dönemde özellikle.

Sicili henüz sahteciler tarafından lekelenmemiş bir markada karar kılıyoruz. Hızlı ve sessiz bir karın doyurma faslının ardından, ikinci dubleleri koyarken bardaklarımıza, abimiz yakıyor sigarasını ve başlatıyor koyu muhabbeti.

İş tecrübelerinden, hayat kazanımlarından, şu anda nelerle uğraştığından, işlerin ne kadar zorlaştığından, insanlara ticarette güvenilemeyeceğinden, ama kendisinin de çoğu zaman gençlere güvenip sonucunda onlardan yediği kazıklardan bahsediyor keyifle.

O bahsediyor, biz gençler dinleyoruz. Üçüncü dublelerin ardından da yavaş yavaş kabuğuna çekiliyor. Bizlere sorular soruyor. Planlarımızı, projelerimizi dinliyor. Dinliyor ve sonrada şu sözleri ile planlarımızı onayladığını ve desteklediğini belirtiyor.

“ Çocuklar, sizler bu kafayla ya çıkacaksınız, yada batacaksınız… Allah yardımcınız olsun… ”

Tamam olmuştu işte. Saydığımız, sevdiğimiz ve içinde bulunduğumuz iş kolunun zirvesinde olan büyüğümüzden, abimizden “olur” almıştık. Yemek amacına ulaşmıştı. Artık yeni bir sicili bozulmamış büyük söylemek ve bu geceyi adamakıllı ıslatmak gerekiyordu.

Zaten ne olduysa da o andan sonra oldu. Alkol sınırının o ince çizgisinin bir adım ötesine geçtiğinizde, dönüş yoktur artık ve ağır bedeller öder insan. Bütün savunma duvarlarınızdan, maskelerinizden, makyajlarınızdan arındığınız bir andasınızdır artık. Sadece kendinizle kalırsınız etrafınızda. Etrafınızdaki bir dolu insan “sen” oluverir birdenbire ve konuşmaya başlarsınız kendi kendinizle hesaplaşır gibi.

Biz, arkadaşlarla yakın geçmişimizde yaptığımız şaklabanlıkları anlatıp kahkahalarla gülerken, o yavaştan yavaştan, dönüyordu sanki kendi içine. Farkettim, ama durmadım üstünde. Yorgunluktandır diye düşündüm. Yada işlerindeki sıkıntılardandır. Koskoca filanca abi olmak, milyon dolarlık şirketleri idare etmek kolay mıydı o kadar. Ama fırtına öncesi sessizlikti o anda yaşadığı. Duvarları zayıflayıp, yıkılınca aldı lafı eline, konuştuğumuz konunun bir yerinden tutarak ve döktü içinde ne varsa. Ailesi ile yaşadığı problemler, sorunlu bir ağabey ve aile içi mutsuzluklar, huzursuzluklar. O anlattı, biz dinledik. Dinledikçe de kendimizden birşeyler bulduk anlattıklarında.

O bunları anlatırken, farkettim ki, o gece bizim o masadaki neşemiz ve mutluluğumuz yoktu onun milyon dolarlık şirketlerinin birinin bile. Yapayalnız bir adam profili ile karşımda oturan, başarılı, yolun zor virajlarını çoktan dönmüş olan abimiz, bu yolculuğunda umduğundan fazla kayıp vermiş hayatından.

Ağlamak üzere gözlerinde birikmiş yaşlar, korkusundan düşemiyordu kucağına kocaman abimizin, ama o çoktan ve büyük bir hızla yukarlardaki yerinden, aşağıya inip yanımızdaki yerini almıştı. Utanmasak, koca adamı avutmaya kalkacaktık. Aslında belki de onun istediği buydu. O yüzden böyle bir salaş meyhaneye gelmekten hiç gocunmuyordu. Aradığı neşeyi, eğlenceyi yada samimiyeti bulamadığı için akşam yemeğini beş katlı eğlence kompleksinde değilde, bizim gibi yolun başında ve oldukça heyecanlı insanlarla yiyordu.

Tahmin edebileceğiniz gibi, büyük bir sessizlik içinde ve moral bozukluğu ile neşesi kaçmış bir şekilde devam etti yemek ve bitmesi gereken saatten çok önce hesabı istedik garsondan.        

Abimiz, sanki hafiflemiş gibiydi masadan kalkarken. Üzerindeki bütün yükü eşit miktarlarda bizlere bölüştürmüş ve sırtlarımıza yüklemişti. Gayet lüks arabası ile bizleri evimize bırakma isteğini sessizce kabul ettik. Yol boyunca altımızda hızla akıp giden, boşalmış caddelere bakarken içimden keşke, bu gece, bu yemeğe hiç gelmemiş olsaydım diye geçirdim. Keşke benim hafızamdaki kadar yukarlarda kalsaydı bu zavallı adamın yeri diye geçirdim içimden. Bir idol olarak yukarlardan bakmaya devam etseydi bize ve ben de bu kadar farkında olmasaydım bu yaşananların. Hayat o zaman daha çekilir olurdu inanın.

Şimdi, bir çoğunuzun aklından “Eee, ne varda bunda, gayet sıradan, basit ve herkesin bilebileceği bir hikaye ve hayat işte. Bunun nesi ilginç ki ??” diye geçirdiğini duyar gibiyim. Evet, doğru. Belki de bir çoğunuz aradığı ve beklediği “AZ SONRAA” flaşları ile karşılaşamadı. Umduğunuzu bulamadınız, cinsel itiraflar, yüz kızartıcı anılar, yok artık bu kadar da olmaz dedirtecek ilişkiler bulamadınız.

Ama bu yazıyı sonuna kadar okuyanlar, en azından iflah olmaz bir Özel Hayat Meraklısı olduğunuzu kendinize itiraf etmiş oldunuz. 

Meraklanmayın canım hemen. Sizden başka kimse görmedi yazıyı sonuna kadar okuduğunuzu…. Rahat olun…

Emre Sakaryalı