Ben oldum olası böyle bir güne sıkıştırılmış kavramlardan ve dayatmacı tutumlardan pek hoşlanmam. Hele Amerika’nın ortaya sürdüğü -sigara, kola ve fast food başta olmak üzere- ürünleri ve fikirleri aklım erdi ereli tamamen reddetmişimdir.

Yılbaşı kutlamak, çam ağacı süsleyip altına hediyeler alıp koymak, ‘Sevgililer Günü’ yine o günde karşılıklı hediyeleşmek falan bana göre tamamen tüketim toplumu ilkelerinin bizlere yutturmaya çalıştığı yapay uygulamalar…

 

Biz de uzun zamandır pek değerli!!! politikacılarımız tarafından küçük Amerika’da yaşatıldığımız için bazı şeylerin muhakeme etme yetisine sahip olmayanlar; bu tuzaklara düşüp ‘Anneler Günü’ ‘Babalar Günü’ ‘Sevgililer Günü’ gibi böyle daha nice günleri kendilerini şartlayarak kutlama çabalarına girebiliyorlar.

 

Bana hiç doğal ve samimi gelmiyor. İnsan annesini, babasını, kız veya erkek arkadaşını sayıyorsa seviyorsa o günü beklemeden içinden geldikçe armağanda alır, sevgi tezahüratını da yapar. Kısıtlamalara şartlanmalara strese girip o günü hedefleyen hazırlıklara, yapmacık senaryolara falan ne gerek var!

 

Aslında ne karamsar nede kötümser birisi değilim. Ancak daima iyi bir gözlemci olmaya ve görünenin ötesini görmeye çalışırım. Şimdi yeni bir yıla daha gireceğimiz bu günlerde, dünya nüfusunun büyük bir kısmı açlıktan kırılırken, savaş kargaşa acı ve gözyaşı medya aracılığıyla evlerimizin ta içine kadar girmişken, dünyanın en ebleh adamlarından biri –körlerle sağırlar birbirini ağırlar ya da miskin miskine mis gibi kokar sözlerini doğrularcasına- halkı tarafından ikinci kez başkan seçilmişken bana haliyle daral geliyor!.

 

 

O’nun siyonist güdümlü küstâh tutumları; diğer ülke liderlerinin meydan okuyan açıklamalar yapmasına sebebiyet veriyor ki bu da -hiç temenni etmem ama- yakın gelecekte dünyamızın çok daha zorlu bir döneme gireceğinin ve hatalarından bir türlü ders alamayan insanoğlunun daha çok acı çekeceğinin ve gözyaşı dökeceğinin bir göstergesi.

 

Öte yandan geçip giden her sene birçok değerli insanı ebediyete uğurluyoruz ki bunların çoğu ‘neslinin son örneği’ denilecek cinsten yeri doldurulamayacak müstesna insanlar. Gerek yakınımdan gerekse uzağımdan eksilen bu insanları ben bir kitaptan yırtılan sayfalara benzetiyorum. Kitabın gitgide okunacak, okunsa da anlaşılacak tad alınacak bir tarafı kalmıyor adeta…

 

Bunun yanısıra; hızla kirlenen havasıyla suyuyla toprağıyla ve tükenen doğa kaynaklarıyla üzerinde bulunduğumuz gezegeni öylesine hor kullandık ve kullanmakta da devam etmekteyiz ki; bundan dolayı ayrıca endişeleniyorum.

 

Bu arada gelecek yılın ne getireceği bütün tahminlere rağmen yine de bir muamma!…

 

Yeni yıl denince akla sabaha kadar eğlenerek, sevinçle, coşkuyla aileyle arkadaşlarla yada dostlarla falan geçirilecek bir gece geliyor genelde.

 

Hadi diyelim ki birgün eğlenmeyle ne çıkar, bu kadar karamsar olmayı bırakalım şöyle felekten bir gece çalalım. İşte bu noktada bu defa başka gerçeklerle yüzleşmek kaçınılmaz!. Şöyle ki; eften püften canlı müziğin olduğu bir gece kulübü bile o gece normal fiatın 2-3 katı ücret uygulamaya geçiyor. Hele biraz şöhreti yakalamış, şarkı söylemek adına adeta anıran, söylediği şarkıların sözleri ipe sapa gelmez ‘Minareden at beni, in aşağı tut beni!’ tarzında birşeyler geveleyenler; kulaktan ziyade göze hitap etmeye çalışıp sahneye giyinmek yerine soyunarak yara bandı ebadındaki şeylerle -kıyafet demeye dilim varmıyor!- çıkanlar birde kendilerine dolar bazında astronomik ücretler biçmiyorlar mı? İşte bu noktada tam çileden çıkıyorum. Ortada gerçekten icra edilen bir sanat olsa inanın o meblâğları hak ettiklerine inanacağım… Sürü tersine dönünce kötürümler baş olurmuş! derler ya… Kavramlar öylesine altüst ki; eğitimli, yetenekli ve deneyimli olanlar artık kenara çekildi. Ortalık tamamen bu şarlatanlara ve onların şakşakçılarına kaldı!

 

Eee para el değiştirirse, görgüsüzlük alıp başını giderse, eğlence yerlerini eli beli silâhlı, bıçaklı bazı zevatlar doldurursa… Boncuk kadar beyni olan öyle bir ortamın ne sahne ne de salon kısmında bulunmak istemiyor haliyle…

 

Sahneleri parselleyenlerin bir çoğunun görüntüsü yaptırdıkları estetik operasyonlar yüzünden bence tahammül edilir gibi değil. Suratlar ya arı sokmuş gibi, ya gerdirile gerdirile ablaklaşmış yüzlerde yuvalarından fırlamış deli deli bakınan bürtlek gözler. Silikondan sağa sola savrulan bir türlü toparlanamayan ağızlar ve beygirinkini andıran mübalâğalı dişler. Öte yandan ‘metroseksüellik’ adı altında saçları röfleli, kaşları alınmış, göğüs dekolteli hafif veya ağır makyajlı erkekler!!!. Bu yaratık taifesinin hiç birinin görüntüsünü gözüm kaldırmıyor… Üste para verseler, bulundukları ortama girmek ve her ne icra ediyorlarsa onu görmek duymak; eğlence adı altında kırılan tabakları, dökülen peçeteleri gül yapraklarını -hatta bir ara iyice azıtıp yaktıkları masa ceket vb. şeyler!- bütün bu kepazeliklere gözlemci olmayı is-te-mi-yo-rum!.

 

Bugün gelinen noktada eğlence sektörü benim için ‘İşkence sektörü’dür.

 

Ancak ortada kurulmuş bir çark ve o çarkı döndürmeye gönüllü birde zümre var. Yani ‘Yılbaşı Kutlanacak!’ hem de evde falan olmaz. Ayyy ne banâl, o gece evde oturmak mı? Allah korusun!!!. Şöyle adam başı külliyetli miktarların ödendiği tercihen balo salonlu, birkaç ‘manatçı’nın sahne aldığı, içkilerin su gibi aktığı, zengin ikramlı bir yere mutlaka gidilmeli. Varsın ertesi gün sonuç; gürültüden kazan gibi olmuş arı kovanı misali bir kafa, aşırı alkol ve sigaradan sürekli yanan ve kaynayan bir mide ve tepinmekten bitap bir beden olsun.

 

Yeni yıla nasıl girersen o yıl öyle geçer… Bir de böyle inanç var! Onun için kaça patlarsa patlasın eğ-le-ni-le-cek…

 

Ya saat tam 24’de kırmızı külot giymeye ne demeli? O satışlarda çamaşır sektörünü canlandırıyor herhalde…

 

Başka ilginç bir durumda yeni yılın ilk sabahı Zeyrek’de bulunan Panayot Rum kilisesi ve ayazmasında yaşanıyor. Her dinden ve her sosyal sınıftan insan oraya anahtar almaya, şifalı su içmeye, papaz efendiye kendini okutmaya ya da dua etmeye gidiyor. Bir kısımda camilere türbelere… Herhalde Allah o gün edilen duaları ayrıcalıklı olarak kabul ediyor!

 

Yeni yıl ne yapsın! İnsanlar kafalarındaki düşünce kalıplarını değiştirmezse. Daha bol oksijen solumak için bir ağaç dikmezse, veya diktirtmezse. Ve hatta ömrünce bir çiçeğe bir bardak su dahi vermezse. Sokak lambaları gün ortasında yanarken bir yetkili bulup “bunlar güpegündüz niye yanıyor?” demezse. Bir tarafta sokakta patlamış borulardan metreküplerce su boşa akarken, diğer taraftan içme suyunu çoktaaan parayla almayı kabullenmişse. Sevmediği ideâli olmayan okullarda okuyup, sonunda sevmediği bir işte çalışarak hayatını kazanmaya mecbursa. Daha da kötüsü sevmediği biriyle hayatı paylaşıyor ve hatta ondan çocuk sahibi oluyorsa, yılbaşını kutlasa ne olur kutlamasa ne olur… Neticede değişen takvimdeki rakkamlar. Yeni yıldan mucizeler beklemek ne derece etkili olabilir ki?…

 

Bugün geldiğim noktada o gece bir yerlere gidip de enayi gibi sövüşleneceğime ya da daha gerçekçi bi ifadeyle kaz gibi yolunacağıma; sakin ve huzurlu bir biçimde sevdiklerimle paylaştığım güzel bir sofrada keyifli bir sohbet eşliğinde yemek yemeyi, kendi seçtiğimiz müzikleri dinlemeyi hatta kendimizce söylemeyi ara sıra -yerli ve yabancı- televizyon kanallarına göz gezdirmeyi tercih ediyorum.

 

Biliyorum ki; o gece bir kişinin bile eğlenmek adına ödeyeceği o inanılmaz paralarla ne çocuklara burs sağlanabilir, okuma imkânına kavuşturulabilir en büyük sorunumuz olan cehalet ve eğitimsizlikle mücadele adına ne adımlar atılabilir.

 

Çok değil bundan 10-15 sene evvel insanlar ailecek gazinolara gidebilirdi. Sahne alanlarda eğer kayda değer bir sesi, icra edecek sanatı falan yoksa haddini bilir ya uvertür çıkar ya da çıkacak cesareti kendilerinde bulamazlardı! Huzur ve huşû içinde müzik dinlenir keyifli saatler geçirilirdi hep beraber… Üstelikte gayet makul ücretler ödenerek.

 

Pişmanlıklarla ah vah ederek yaşamak hoş bir şey değil. Hayatımızı güzel ve çirkin yanlarıyla, benliklerimizi olumlu ve olumsuz zaaflarıyla severek; herşeyin zıddıyla değer kazandığını ve anlamlandığını gözardı etmeyerek her an sona erebilecek yaşantımızın bize verilmiş en güzel armağan olduğunun bilinciyle nereye kadarsa oraya kadar sürdürmek gerek.

 

Rakamlarla bir zorum yok. 2004 iyi-kötü acı-tatlı günleriyle yaşandı ve bitmek üzere…

 

2005 yılında tahminlerimi tamamen boşa çıkaran şeyler olmasını, gelecek günlerin ülkeme ve milletime ve tüm insanlığa sağlık, huzur, barış ve mutluluk getirmesini; çoktan beridir dibe vurmuş eğlence anlayışının da artık yükselişe geçmesini tüm kalbimle diliyorum.

 

İnanmakta zorlansam da!

Şiyma Aksekili