Balık yağı, hafızaya iyi gelseydi niye balık hafızası diye bir deyim var. Demek ki balıkların kendilerine hayrı yok dedi oğlum önündeki tabağı inatla tekrar bana doğru geriye iterken. Büyüdükçe bu zamane veletlerine laf yetiştirmek de zorlaşıyor yahu!

Aman dedim yemezsen yeme o zaman!  Annemin “Afrika’daki açları düşün” yöntemini, “Ben şimdi bunu yesem ya da yemesem bunun oradaki açlara ne hayrı olacak ki” karşı cümlesiyle savuşturulacağı gayet açıkken kullanmaya kalkıp, kendimi de sinir sistemimi de zorlamadım haliyle. Vaktiyle benim üzerimde bile etkisi olmadığı düşünülürse, gayet yerinde bir karardı, kutluyorum kendimi şahsen.

Yine de şu hafıza işinin kafamı kurcalamasına mani olamadım. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde ya balık tüketimi az ya da balık yağının hafıza ve zeka gelişimi ile ilgili ünü şehir efsanesinden ibaret diye düşündüm haliyle. Öyle olmasa, Karadenizli fıkraları bu kadar tavan yapar mıydı? Hoş, Temel’in Dursun’un ve arkadaşlarının adı boşuna çıkmış, ülke olarak bir hafıza problemimizin olduğu su götürmez. Misal olarak ben bile, bu yazının devamını getirebilmek için sürekli ne yazdığımı baştan okumak zorunda kalıyorum, durum bu kadar vahim yani.

Şaka bir yana, en sarsıcı felaketleri bile kısa sürede unutuyoruz. Medya sürekli gündemde tuttuğu sürece unutmadıklarımızın ise sonu daha hazin. Onları da bir süre sonra kanıksamaya başlıyoruz. Unutmak mı yoksa kanıksamaya başlamak mı, hangisi daha vahim emin değilim.

Örneğin, 1999 depreminin yıldönümlerinde felaketin boyutlarını ilk yıllar hatırladık. Korkularımız depreşti, içimiz titredi. Peki ne oldu sonuçta? 11 yıldır gelmeyen depremi beklemekten sıkılmış olan halkımız, “Bu saatten sonra gelmez herhalde” akıl yürütmesiyle olsa gerek ki Avcılar’ın Yalova’nın, Çınarcık’ın yerle bir olmuş görüntülerini unutup, buraları yeniden yaşam alanı olarak tercih eder oldu. İlk yıllar depremde duvarları çatlamış mı, raporu var mı, sonradan makyaj yapılmış mı’ya kadar dört koldan soruşturanlar, depremi unuttu.

Başka bir örnek ise bana göre kısa süreli hafıza tanımını gerçekten zorlayan daha yakın geçmişten verilebilir. Geçen gün tramvay kazasında ölenlerin üzerini örten toprak daha kurumadan, aynı yoldan karşıya salına salına geçmeye kalkan okul öğrencileri de aynı şekilde ya hafıza problemi yaşamakta, ya da ölümü, tehlikeyi kanıksamış halde cahil cesareti göstermekte. Hala düşünüyorum hangisi daha vahim.

Siyasilerin yedikleri naneleri, tutmadıkları sözleri, sandık başına giden her iki kişiden birinin unuttuğunu da unutuyoruz nedense.

Yakın tarihimizin izleri de çaktırmadan ders kitaplarından silinirken, milli bayramlarımız gitgide hiç var olmamışlar gibi hissettirilirken, aslında hiç zorlanmıyorlar. Hafıza problemimizden yararlanıp, dün yediğini unutan ama çook uzak geçmişi dünmüş gibi hatırlayan yaşlılara döndürüyorlar bizi.  Osmanlı’nın çocukları olduğumuzu hatırlamamız için gösterdikleri bu çaba, genç cumhuriyetin bekçileri olmamız gerektiğini unutturmak için belki de.

Biz de hiç utandırmıyoruz onları maaşallah. Ne kadar hazırız acıları, felaketleri, yanlışları, başarıları, zaferleri unutmaya.

Derler ki geçmişlerini yazıya dökmeyen  uluslar çabuk silinirler tarih sahnesinden. Yanlış… Yazıya dökmek değil yazılanları okumak, okuduğunu anlamak, anladığını unutmamaktır işin sırrı. Hatta gerekirse şahsen yazmak ve başkalarına da öğretmek de var daha uç noktalarda ama onu beceren de yüzyılda bir geliyor dünyaya ve biz onlara lider diyoruz. Bakınız 20.yüzyılın bize sunduğu armağan olan Mustafa Kemal Atatürk.

Bir de işin spritüel boyutunda trajikomik hallerimiz var ki evlere şenlik. Bu kadar hafıza özürlü ademoğulları ve kızları olarak şimdiki zamanı bırakıp, geçmiş yaşamlarımızı hatırlamaya çalışıyoruz utanmadan. Sanki geçmişte kral, büyücü, keşiş, fahişe, bilge, tüccar, şair veya her ne halt olduğumuzu hatırlarsak bunun şimdiye faydası olacakmış gibi. Geçmiş yaşam çalışmalarının sadece bugünkü sorunlarımızın ana kaynağını bulmakta ve şimdiki zamanda gerekli çözülmeleri yaratmakta kullanılması gerektiğini farketmeden bodoslama dalıyoruz içine.

Çok mu yargısız infaz yaptım diye düşündüm bir an.
Olabilir…
Belki de çoğumuz Lethe’nin (*) ırmağında derileri büzüşene kadar sürüklenme cezasıyla geldik bu dünyaya. Geçmiş yaşam bir yana, bu hayattaki amacımızı ve dünden bugüne unutmamamız gerekenleri hatırlamak için Mnemosyne(**)’e bir daldırıp çıkartmak lazım hepimizi.

Doğumla beraber unutmaya başlayan ruh, ölüme yürürken hatırlamalıydı oysa. Anıları biriktirip olgunlaşmalıydı. Tüm olumsuzluklardan, acılardan öğrenmek, ders çıkarmak ve tekamül etmek yerine her gün sıfırlanan bu hafıza durumlarımız hayra alamet olmasa gerek. Deliriyoruz belki de çaktırmadan. Hatta belki de Alman Filozof Schopenhauer’in haklıydı:

“Delilik, çok büyük acıların Lethe’sidir”.

Acılarla, zorluklarla mücadele etmek için geldiğimizi hatırlamadıkça, geçmiş yaşamları hatırlamak uğruna ziyaret etmeye çabaladığımız bilinçaltımızdaki Hades, Mnemosyne’nin kaynağını gizleyecektir bizden ve Zihnimizin Kerberos(***)’u kendimizi mahkum ettiğimiz Lethe’nin sularında debelenmemize kahkahalarla gülecektir.

Unutma! Geçmiş yaşamlarında aradığından daha yüce halini gerçekleştirmek için bu dünyadasın.

Hatırla!

Ya da devam et deliliğe, unut gitsin. Geri döndüğünde de “Hafızam bozuktu çalışamadım hocam” dersin. Yerler belki;)

Mnemosyne
Mnemosyne yeraltı dünyasında (ahiret – hades) akan bir nehrin adıdır. Lethe’nin zıddı olan bu nehir, kendisinden içenlere (ki bunlar reenkarne olmaya hazırlanan ölü canlardır) geçmiş yaşamları hakkındaki her şeyi hatırlatır

Lethe
Lethe, Yunan Mitolojisi’nde yer altında yani Hades krallığında insanların hafızasını temizlediğine inanan unutkanlık nehrinin adıdır. Bu nehrin suyundan içen ölülerin dünyaya ait fani hayatlarında yaşadıkları bütün acıları unuttuğuna inanılır. Diğer bir inanış ise Lethe’nin suyunun hayata geri döndürülecek ruhlara içildiği, böylece o ruhların ikinci hayatlarında, ilk hayatlarına dair hiçbir şey hatırlamadıklarıdır.

Kerberos
Yunan mitolojisinde, Hades’in yönettiği, ölülerin bulunduğu yeraltının kapısında bekçilik yapan üç başlı köpek.

Müjde Apay

1969 yılında İstanbul’da doğdu.Şişli Terakki Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi Turizm ve Otel Yönetimi Bölümünden mezundur. Alison University Psycology Diploma ve Biology and Behavior of Psycology Sertifika, Psikiyatri Derneği Temel Psikoloji programlarını tamamlamıştır. 2009 yılına kadar Turizm ve Bilişim Sektörlerinde çalıştıktan sonra spritüel gelişim alanında çalışmak ve hizmet vermek üzere kurumsal hayata veda etme kararı almıştır. Müjde Apay, Klasik Sistem Usui Reiki Master’ıdır ve Reiki eğitimlerini destekleyen Işık Köprüsü, Çakra-Aura eğitimlerini almıştır. Eğitim ve uygulamalarından edindiği bilgi ve tecrübeleri, hem şifa uygulamalarında hem de Reiki eğitimlerinde etkili bir şekilde kullanmaktadır.