Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma

Sabahattin Ali’nin bu satırları dünyaya getirdiği Sinop Cezaevi’nin tutukluları artık yalnızca geçmişin hayalleri ve hayaletleri. Ve onlar da en az bir zamanlar burada cezalarını çeken mahpuslar kadar hüzün yüklüler. Artık tüm kapıları ardına kadar açık olsa da cezaevi belki eskisinden bile daha kasvetli. İnşası yüzyılları bulan bir sürede tamamlanan bu tarihi yapının, insanlarımızın ilgisizliği ve saygısızlığı sayesinde yalnızca on yıl gibi kısa sürede ne hale geldiğini görmek uyandırıyor belki de bu izlenimi.

Masumu, suçlusu, kader kurbanı binlerce insanın günahını mı çekiyor acaba diye düşünüyorsunuz ister istemez. Ama yapının kabahati ne ki? İnsanı suça iten hayat, onları hapse koyansa yine insan.

Sabahattin Ali’nin unutulmaz şiirini yazdığı hücresi turistlerin en ilgisini çeken yer. Şair, kapatıldığı hücrede kalenin surlarına çarpan deli Karadeniz’in dalgaları eşliğinde ve içinde sevdiklerine, memleketine ve en çok da özgürlüğe duyduğu hasretle dünyaya getiriyor şiirinin ilk satırlarını.

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma

Parmaklıkların yanındaki duvara kazıyor bu satırları. Şimdi o satırlar orada değil. Cezaevi yönetimi Allah’a küfür ettiği gerekçesiyle (Bir küfür yolla Allah’a) duvarın o kısmını kırmış çünkü. Peki, şiir ait olduğu yere bugün bir plakayla yeniden yerleştirilemez mi? Sinop Cezaevi’nin bugünkü durumunu görseniz, bu kadar küçük bir restorasyonun bile imkansız olduğunu anlarsınız. Bütün duvarlar “o bunu seviyor” tarzı duvar yazılarıyla dolu. Hangisine üzülmeli karar veremiyor insan. Bu tarihi binaya yapılan tecavüze mi, “yazmaya” merakını bu yaratıcılıktan uzak duvar yazılarına döken gençlerin sığlığına mı…

Devletin, şehir yönetiminin, sivil kuruluşların ilgisizliğine ne demeli peki? Diyecek bir söz bulamıyorum. Avluda zamanında tutukluların sevkıyatında kullanılan bir kamyon var. Lastikleri patlamış, iç parçaları çalınmış, paslanmış, yıpranmış… O da cezaevinin kaderini paylaşıyor.

Hadi tarihe saygımız yok, onu biliyoruz. Peki edebiyata da hiç saygımız yok. Sabahattin Ali yatmış bu cezaevinde. Kayıt tutulmaması yüzünden kesinlik kazanmasa Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Kısakürek de buranın cefasını çekmiş.

Onlarla bitiyor mu; Uğur Mumcu, Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş, Kemal Tahir, Refik Kalit Karay, Burhan Felek, Zekeriya Sertel, Eşber Yağmurdereli, Ahmet Arif, Kerim Korcan bu cezaevinin avlusunda volta atmış diğer tarihi kişilikler.

Onların yüzü suyu hürmetine şimdi “müze” diyorlar Sinop Cezaevi için, içeri girişte ikişer milyon da para alıyorlar. Türk işi işte, müze deyince iş bitiyor sanıyoruz. Avrupa Birliği’ne girme çabamız böyle manzaraları gördüğümde çok komik, hatta fars geliyor bana. Sonra bir merak uyanıyor içimde. Kültür ve Turizm Bakanlığı ne iş yapar diye… Ne yapmadığını artık biliyoruz, onu merak etmiyorum. Uyumayan (ama yine de pusulasını şaşırabilen) bir bakanla işler farklı gelişebilecek mi bakalım.

Sinop cezaevi ilgili yazarken umutsuzluk yakışmıyor ama. Soğuk duvarlarla çevrili, akıbeti belirsiz Sabahattin Ali bile kaybetmemiş çünkü umudunu. Şu satırlar bunu söylemiyor mu?

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma

*********

1967 yapımı ünlü bir savaş filmidir Dirty Dozen. Lee Marvin, Charles Bronson, Yul Bryner ve Ernest Borgnine gibi ünlülerin oynadığı filmde 12 idam mahkumu asker affedilmelerine karşılık bir intihar görevine gönderilirler. Sinop Cezaevi’nin tarihini anlatan üç dört levhanın birinde bu hikayenin benzerinin Sinop Cezaevi’nde de yaşandığını gördüm. Osmanlı’nın 19. Şüzyılda idama mahkum tutuklulardan oluşturulan bir birlik tehlikeli sınırötesi görevlere gönderilmiş.

********

“Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.”
Evliya Çelebi

Konuk Yazar