Serdar Turgut‘un Akşam gazetesinde yazdığı bir dizi yazı, bugüne dek “gündelik siyaset” ufku ve “paradigmaya teslimiyet” rahatlığı içinde oturduğu yerden sözümona “sağlamcı” ahkâmlar keserek işi götürenlerin kafasını öyle karıştırdı ki, şaşkınlık hâlâ sürüyor. Bazıları, basının en çok sevilen ve okunan yazarının “üfürük işlerle ilgilenmeye başladığı” görüşüyle öyle bir sevindiler ki “açık” buldukları için, içlerinde biriktirdiklerini fırsattan istifade “Marduk bahanesiyle” ortaya çıkarıverdiler.

 

Dünyanın yakın geleceğiyle ilgili “kıyamet kehanetleri”, ancak “düşgücü ve safsata” senaryoları içinde yer bulabilirdi kendine. Hele bu senaryolar Eskiçağ tarihine doğru uzanan kimi muammaların izini sürme eğilimindeyse, düpedüz “zırva” olabilirlerdi; başka bir şey değil. “Sağ cenahtan” meseleye bakanlar, bu teorileri “demode romantizm” içinde görme eğilimindeyken, “sol cenahtan” yaklaşanlar geleneksel yorumu, yani “Bunlar sınıf mücadelesinin dinamiklerini unutturma ve gizleme amacı taşıyan burjuva teraneleridir” klişesini kullanmayı yeğlediler. Bir de, “ne kokar ne bulaşır”lar var ki, onlar da alışılmış tavırlarıyla “sağlamcı ortayol” bulmaya çalıştılar kendilerine: “Bu 2012 öngörüleri ve gezegen iddiaları, fantezidir. Ama dünya gerçekten bir iklim sorunu yaşıyor gibi görünüyor. Bunun nedenlerini ‘uçuk’ teorilerde değil, ‘insanın yaptıkları’nda aramak gerekir.”

Amcaların ve ablaların kafaları, günlük politikanın ve “kültür gündemi”nin birkaç adım ilerisine basmıyor ya… İçinde yaşadıkları sistemin “baki” olduğuna bir şekilde inanıyorlar ya… Kafamızın üzerinde sallanıp duran paradigmayı sorgulamak yolunda bir çaba harcamaktansa kültürel zekâlarını “aşk ve romans hikayelerine” indirgeyip boş vakitlerinde de festival filmlerinin oynadığı salonların fuayelerinde boy göstermeyi pek seviyorlar ya… Bütün bu çokbilmişlikleriyle, “entelektüel tavrı” denen naneyi,

 

·                                 “Sosyalizm out oldu” hükmüyle liberal zıpçıktılığa;

·                                 “Küreselleşme kaçınılmaz” tespitiyle “konjonktür kuyrukçuluğuna”;

·                                 “Türkiye’nin çağdaşlığa entegrasyonu” geyiğiyle “AB bayraktarlığına”;

·                                 “Teröre karşı ortak duruş şart” illüzyonuyla PNAC teslimiyetçiliğine

 

bağladılar ya… Her şeyi bunlar biliyor, en “bilimsel”, en “ayağı yere basan” bunlar ya… Tam işleri yolunda giderken Serdar Turgut’un “Marduk faktörü”nü de içeren farklı bakışı gündeme getirmesinden fena rahatsız oldular. IQ’ları yettiğince, “son birkaç yıldır olan bitende bir gariplik olduğu”nun farkındalar elbette ama onlar “fanteziler”le ilgilenmeyecekleri ve “hurafe”lere papuç bırakmayacakları için, gerçeği aramaktansa paradigmanın sağladığı şemsiyenin altında uyuklamayı daha “onurlu” buluyorlar.

ABD’nin Irak-Afganistan operasyonuyla ilgili “acilciliği” konusunda, genel kabul gören tezlerin dışında birtakım faktörleri dikkate almayı bile “bilimsel kişiliklerine halel getireceği” kaygısıyla reddediyorlar. Ama şu “afet” meselesi kafalarını karıştırıyor biraz. Ne de olsa, biraz kulak dolgunlukları var, “iklimde birtakım gariplikler” olduğunu az biraz duymuşlar. Eh, “koskoca Pentagon” bile bir şeyler yumurtlamış. Yoksa? Yok canım, olur mu öyle şey. “Küresel ısınma bu. Hani ozon mozon da delindiydi ya, işte onun gibi bir şey. İnsanların kötülüğünden oluyor her şey. Atmosfere karbondioksit salıyor bazı kaka kapitalistler, o yüzden iklim şey ediliyor. Marduk falan palavra canım, ilahi Serdar Turgut! Hatayı insanlarda aramak lazım.”

Dedik ya, amcalar ve ablalar “cool” takılmaya bayılıyorlar. Fırsatını bulmuşken, Serdar Turgut’a salvo başlıyor. (Tabii bu arada “cool” olacağım diye, zerre kadar bilgi sahibi olmadığı Maya takvimi konusunda ahkâm kesmeye kalkıp, bunu da yüz yıllık naftalin kokulu kaynaklara yaslanarak yapmak isteyen ve karizmayı çizdirdiğinin farkına bile varmayan köşe yazarları da var.) “Canım olur mu öyle şey, amma yaptın be Serdar!”

Katastrofu bir şekilde hisseden ama “Marduk faktörü”nü duyunca tüyleri diken diken olan “feci bilimsel şahsiyetler”den bazıları, iklim değişimi tehlikesinin de inkâr edilir hali olmadığını bildikleri için, “mevzuyu iklimle sınırlandırırsak façayı bozmayız” diyorlar ve şöyle buyuruyorlar köşelerinde: “İklim değişimi eyvallah, ama bunun sebebi bizleriz. Atmosferi bozuyor, ozonu deliyor, küresel ısınmaya neden oluyoruz.”

Böyle dediniz mi, hem bilimselliğinize halel gelmiyor, hem de katastrof tehlikesinin aşikarlığı karşısında bir kelam etmiş oluyorsunuz. Ne şiş yanıyor ne kebap.


İklim faciası kendini gün be gün daha güçlü hissettirdikçe, “küresel ısınma” haberleri de gazete sayfalarında daha çok yer bulmaya başlıyor. Suçlu, asla dünya dışı bir faktör değil tabii: Bizzat insanın kendisi. “Şu ‘bizim çocuklar’ın bazıları üretim koşullarını denetlemeyip sorumsuz davrandıkları ve atmosferin dengesini şey ettikleri için oluyor bunlar. Tehlikeyi başka yerde aramayalım. Doğa çok güzel, evren çok güzel, kötü olan insan.”

Bir yerlerden hatırlıyor musunuz bu düşünce biçimini? “İnsan günahkâr olarak doğar” anlayışı üzerine kurulu hıristiyan dogmasıyla ne kadar yakın değil mi? “Eğer iklim faciası olacaksa, insanlar yüzünden olacak. Çünkü doğanın dengesini bozuyoruz biz. Günahkârız. Katastrofun tetikleyicisini başka yerlerde aramayalım.”

Friedrich Engels, İngiliz agnostizmi için “utangaç materyalizm” nitelemesini kullanmıştı ünlü yapıtı Anti-Dühring‘de. İklim değişimi tetikleyicisini “insan faktörü” olarak gören, böylece ayaklarının yere bastığına inananlar da, “utangaç hıristiyan”dan başka bir şey değil aslında. İşin kötüsü, yaklaşan afet silsilesini “insanların neden olduğu küresel ısınma”ya bağlayan düşünce üzerinde bilim dünyasında da bir consensus olduğu illüzyonuna kaptırmışlar kendilerini. Gerçekte durum böyle mi acaba?

Kötü haber: Yaklaşan iklim değişiminin, yalnızca atmosfere salınan karbondioksit miktarıyla ve bunun yarattığı “sera etkisi” düşüncesiyle bağlantılı olduğu iddiası, koca bir palavra! Bakın Woods Hole Oşinografi Enstitüsü‘nün Başkan’ı Robert Bagosian neler diyor:

“İklim değişimi potansiyeli üzerine araştırma ve tartışmaların çoğu, konunun ekolojik ve ekonomik etkileriyle birlikte, atmosfere yığılıp sera etkisi yaratan gazların küresel ısıyı yavaş yavaş artırdığı düşüncesi üzerine kuruludur. Ne var ki, bu düşünme biçimi, bir başka iklim senaryosunu gözden kaçırır. Dünya ikliminin geçmişte defalarca ani ve dramatik biçimde değiştiğine ve gelecekte de bunun olabileceğine ilişkin, son yıllarda hızla artan kanıt birikimini gözardı eder.”

Woods Hole, dünyada iklimbilim üzerine en modern ve en yetkin araştırmacıların çalıştığı, en donanımlı bilimsel kurumlardan biri. Bagosian da, bu kurumun yöneticisi. Son 3 yıldır iklim değişimi tehlikesinin yaklaştığı yolunda dünyayı uyarmaya çalışan bu kuruluş, nedenlerin saptanamadığını, ama bunun “insan faktörü”yle, yani atmosfere salınan endüstriyel gazlarla fazla ilgisi olmadığını açık seçik koyuyor ortaya. Eh, eğer binlerce yıldır belli periyotlarla “ani ve dramatik” iklim değişimleri gerçekleştiği kanıtlandığına göre, “tetikleyici”yi başka yerlerde aramak gerekiyor zaten. “Taş Devri” sırasında çakmaktaşından el baltası yapan atalarımız da atmosfere karbondioksit salıp iklimi değiştirmediler ya! Ama onlar zamanında da olmuş işte bu ani değişimler.

Tüh! Çok bilen “sağlamcı” abiler ve ablaların “insan faktörü” dayanakları ellerinden gitti. Ne yapacaklar şimdi? İklim değişimini “Marduk faktörü”yle bağdaştırmak “karizmalarını zedeleyeceğine” göre, bir başka açıklayıcı neden bulmaları gerekiyor. İşleri zor.

Bir “ek bilgi” de, zaman zaman bu sitede sözünü ettiğim, Cambridge Conference bilim adamları grubunun yazışmalarından:

Finlandiya ve Almanya’da araştırmalarını sürdüren jeofizikçiler, Güneş’in manyetik aktivitesinde, son 1000 yıldır görülmeyen ciddi bir artış olduğunu saptamışlar. (1000 yıldan öncesine ilişkin veri yok.) Güneş lekelerinin (sun spots) sayısı, içinde bulunduğumuz yıllarda dramatik biçimde artmış ve bu artış ivmelenerek sürüyormuş. Kanıtlanamamakla birilikte, diyor bilim adamları, iklim değişimine yol açabilecek bir artışın işaretleriyle karşı karşıya olabiliriz.

Serdar Turgut’un gözlerine soktuğu olasılıktan rahatsız olan, “cool” amca ve ablalara duyurulur.

Burak Eldem