Bugün şu ara gündemde olan Osmanlıcılık muhabbetleri üzerine şöyle dalmış gitmiştim. Hani “ne yapıyor bunlar, saçmaladılar iyice” düşüncesinden öte, özünde ne var diye şöyle sorayım derken birden aklımda bir fikir belirdi: Gücü hep yanlış yerde arayan insanoğluna harika bir örnek değil mi bu? Sonuçta, Anadolu Dünya için bir kilit taşı konumunda ve burada yaşanan deneyim, bize hiç öyleymiş gibi gelmese bile, aslında bütünü etkiliyor ve Şimdi burada, çok özel bir deneyim yaratıldı sanki. Kendini güçsüz hisseden, ama bir yandan da kükreyerek güç elde edebileceğini düşünen, içinde bulamadığı gücü temin etmek için geçmişin güç hikayeleri peşinde koşan kendini bilmeyen ve yolunu kaybetmiş insan modeli. İnsanlığın küçük bir modeli değil mi bu yaşadığımız? Bizlere soyut bir kavram olarak görünen egonun, cisimleşmiş ve karşımıza somut halde dikilmiş hali değil mi? Soyut bir kavramın, gözümüzün önünde somutlaşması da bizlerin kendi içimizdeki ret ettiği noktaları keşfedebilme adına harika bir örnek değil mi?

İşte her şey ortada. Artık gizli saklı ajandalar, planlar, programlar yok. Öyle saman altından su yürümüyor. Herkes her şeyi görüyor. Peki bizler bu tarihi deneyimden neleri çıkartabileceğiz? Kendi içimizde görmekten kaçındığımız hangi yüzlerimizle kucaklaşabileceğiz… BEN YAPMIYORUM! O YAPIYOR! TÜM SUÇLU ONLAR! Birader, klişe bir örnek ama tek parmak öteyi işaret ederken, kalan üçü de beriyi işaret ediyor be…

Kucaklayacağız da ne olacak? Bir şey mi değişecek? Yani evde pasif halde oturup, meditasyon mu yapalım, empati kurmaya mı çalışalım, öylece kabullenelim mi? Peki sen bugüne kadar reddettiğin yüzlerini kabul etmeyi denedin mi? Hiç içindeki karanlıkla kucaklaştın mı? Bunu canın acıya acıya, böğrün yana yana, hiç istemesen bile ciğerlerin yana yana; nefret ettiğin şeyin aslında kendinin ta içinde olduğunu kabullenebildin mi? Bunu yaptığın anda, senin aleyhine çalışan, seni tıkayan, sana engel olmuş görünen o enerjinin birden senin bütününe katılmasını ve seninle bir olup, içine enerji basmasını deneyimledin mi?

Bunu yapabildiğinde aynı zamanda, zaman mekanda kırılma yaratabildiğini ve senaryonun değişebildiğini de biliyor musun? Ne kadar çok kişi bunu yapabilirse, yaşadığımız senaryonun birden akılalmaz biçimde ve hızla değişme potansiyelinin var olduğunun farkında mısın? Farkında mıyız?

Değiliz! Kızmakla, öfkelenmekle, saydırmakla, kendimizi haklı görmekle o kadar meşguluz ki aslında bu çok büyük potansiyeli de gözden kaçırıyoruz. Tıpkı gücü geçmişin hikayelerinde arayanların, aslında muhteşem bir gücün üzerinde oturduklarını fark etmedikleri gibi… Tıpkı gücü kendisinden başka her yer ve şeyde arayan insanoğlunun yaşadığı gibi…

Sen Anadolu’ya dönsen, bu toprakların aslında hep senin kökenin olduğunu bilsen, uygarlığı biz yarattık diye övünen Yunanlıların karşına geçip “Kardeş senin uygarlığında ne varsa, sizden 100 sene önce bu topraklarda vardı. Sana teker teker ispatlarız da bunu. Kardeşimizsin, ama küçük kardeşimiz olarak severiz biz seni. Konu medeniyetse kaynağı biziz ve buyrun hep birlikte medeniyetlerin beşiğini birlikte yaşayalım. Birlikte keşfedelim. Birlikte paylaşalım desen. Avrupalıların karşısına dikilip ‘Biz hep buradaydık ve hep burada olacağız, içtiğiniz şarabın bile kaynağı Anadolu’dur’ diyebilsen (oh fantaziye bak)” ve daha nice argumanı sıralasan ardarda… Gücünün, sadece cebindeki para anlamına gelen ekonomiyle değil de aslında üzerinde binyıllardır oturduğun eşsiz kültüründen kaynaklandığını Dünya’ya ilan etsen. Bizim köklerimiz İyonya’ya, Hitit’e, Urartu’ya, Roma’ya ve daha nice eşsiz uygarlığa dayanır desen. O hep peşinde koştuğun güç, zaten ayaklarının altından yukarıya doğru yükselmez mi? Dünya’nın bu belkide en önemli noktasında yer alan topraklardaki ruhların yaşadığı bu keşif, hızla insanlığın bilincini etkilemez mi? Dönüştürücü bir etki yaratmaz mı?

Bu tarihi daha iyi bilirlik değil, kendini daha iyi bilirlik… Yaşadığın topraklarla köklenmek… Enerjini oradan almak ve ellerini göğe kaldırıp oradan aldığın enerjiyle özünle bütünleşmek…  Ama bizde bu kökleşme yok. Orta Asya’dan gelen işgalciler sanıyoruz kendimizi… Ama değiliz. Biz hep buradaydık ve hep burada olacağız…

“The Wise”a gelen okur maillerinde hep benzer bir ifadeyle karşılaşıyorum: “Siz Türkler bugüne kadar nerelerdeydiniz?” Nerede olacağız birbirimizi yemekle meşgulduk yazamıyorum işte. Ama görüyorum ki azıcık kıpırdanma bile büyük etkiler yaratabiliyor.

Bu yüzden yaşadığımız şu günlere sadece “Offf be yeter”den öte, reddettiğimiz parçalarımızı kabul ve kendi gücümüzle bütünleşme potansiyeli açısından da bakalım… Bu çok zor oluyor zaman zaman ben de biliyorum. Fakat farkındaysanız, sürekli aynı tren gelip gelip duruyor. Mesajı alan bir liderin, Atatürk’ün zamanında atladık, neler oldu. Ama tam anlamıyla tutunamamışız ki geri düştük. Şimdi hepten vagonlara yerleşme zamanı… Sadece medeniyetin değil, insanlığın kendi varoluşunu keşfedişinin trenine…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...