Günlük hayatta ne kadar çok telaffuz ederiz bilmem ama acaba kaç kez biz mandal olduk onu bir düşünmek isterdim.

Daha dünyaya merhaba derken başlayan yaşam serüvenimiz boyunca hangi zamanlar dış kapının mandalı olduk bilerek veya bilmeyerek ve kaç kez bu duruma sessiz kalabildik isteyerek veya istemeyerek…

Çocukluk yıllarımızı bir hatırlayalım, her grubun bir lideri, popüler tipi olmuştur, top oynamak için takımlar yapılırken bile en beceriksizler veya topa kabiliyeti az olanlar en son seçilirdi hatta daha ileri gidilip “fasulyeden bunlar” terimi kullanılırdı. Gruptaki kızlardan biri katılmaya kalktığında eğer ki de becerebiliyorsa “kanka, erkek gibi kız” gibi sıfatlar alırdı. Tabii bu kız erkekler içinde hoş karşılansa da kendi kız arkadaşları arasında dışlanırdı.

Zaman ilerledikçe okul sıralarında dışlamalar boy gösterir oldu, en yakışıklı, en çalışkan, en serseri ruhlu, en asi diye uzadı sınırlandırmalar. Hepimiz de zaman diliminde bundan nasibimizi almışızdır. Lise çağları çetelerin yani gerçek anlamda gruplaşmanın başlangıcı döneminin habercisiydi. Kızlar kendi aralarında, erkekler kendi aralarında gruplaşıp dışladıklarına da ‘dış kapının mandalı’ terimini ilk o yıllarda kullandılar. Bu dönemi hızla günümüze kadar uzanan üniversite olayları izledi. Benim çocukluk yıllarım Şişli’deki Atatürk Müzesi’nin karşısındaki apartmanda geçti ve çaprazımızda üniversite vardı (şimdi iş hanı), Benim salon tarafında oynamam yasaktı, serseri bir kurşuna hedef olmamam için, sene 80’li yıllar. Birçok akrabam o yıllarda üniversite çağına gelen çocuklarını maalesef bu olaylara dâhil olmamak adına yurt dışına yolladılar. Taraf tutmasalar dâhi Hıristiyan kimlikleri sebebiyle sağcılar tarafından devamlı dışlandılar. Daha ileri gidip tartakladıkları da oldu, ilginç olan solcular da açıkça görüşünü belirtmeyenleri dışladılar kendi aralarında. Anlayacağınız devrimci de ülkücü de sadece taraf gözetti sadece eğitim için orada bulunan herkes bir şekilde ‘dış kapının mandalı’ydı.

Tabii okul dışında da bu dışlanma devam etti, vay efendim sen Fenerlisin parayla şampiyon olursun, Galatasaraylısın git aç karnını doyur, Beşiktaş’ın tribünü katil dolu, Trabzonluysan zaten kafan basmaz, bunun gibi birçok örnekle arkadaşlarımızı rencide edip futbol sohbetlerimizden dışladık yani ‘Dış Kapının Mandal’ı yaptık.

Siyaset başlı başına bir dışlanma oyunu zaten, en çok güldüğüm önce hakaret boyutunda eleştirdiği bir partiye sadece menfaatleri doğrultusunda alkışlarla geçen daha sonraki günlerde meclisteki sıralarda tek başına oturan milletvekilleri. İlk gün büyük bir gösteriyle gerçekleştirilen rozet takma seremonisi hızla yerini yarın bu bizi de menfaatleri uğruna satar düşüncesiyle ‘dış kapının mandalı’ konumuna getirilir.

Son günlerde alkol kullananlar dışlanmaya çalışılıyor ve derinden yürütülen çalışmalar yüz üstüne çıktı bile. Adaya giderken vapurun arkasında kimseyi rahatsız etmemek koşuluyla, martı ve dalga sesleri arasında içilen bir biranın kime zararı var? Ama içiyorsan ‘Dış Kapının Mandal’ı olmaya en büyük adaysın. Ben bu konuda iyi bir mandal olduğum kanaatindeyim kimseyi rencide etmeden arkadaş ortamlarında keyif alarak içiyorum çünkü.

Yine arkadaşlar arasında devamlı espri konusu olan bir sözümüz var: “Alkol zararlı olsaydı doktorlar yaraya sürerler miydi?” Alkol kullanımını asla savunmuyorum veya “yararlıdır, herkes içsin” demiyorum ama yasaklanmasına da karşıyım. Mademki “Özgür ve Demokratik” bir ülkede yaşıyoruz neden bu yüzden dışlanalım.

Bir de son günlerdeki moda dışlanma konusuna da değinmeden geçemeyeceğim, alt kimlik üst kimlik. Artık bu kadar ayyuka ayrımcılık ve dışlanma yapılamaz, Ben bu topraklarda doğdum, son kuruşuna kadar vergimi verdim, askerliğimi yaptım ve sadece dinimin İslam olmaması sebebiyle üst kimlik sınıfından dışlanıp alt kimlik sınıfına mı giriyorum? Eğer bunca yolsuzluğa karışmış, kendi menfaatleri için vatanın bütünlüğünü ve refahını baltalamış kişilerle aynı kimlikten olmaktansa, kendi doğrularımla kendi vatan sevgimle ‘dış kapının mandalı’ kimliğimi tercih ederim.

Aret Akpolat

8 Ağustos 1970’te İstanbul’da doğmuşum. İlk ve ortaokulu Ermeni mektebinde bitirdikten sonra soluğu İsviçre’de aldım. Lise ve üniversite hayatım Cenevre’de geçti. Memleketi belki ben kurtarırım sevdasıyla ‘Ekonomi’ okudum. Sonra İstanbul’a geri gelip 1992’den itibaren baba mesleği olan ayakkabı-terlik sektöründe faaliyete geçtim.. Müzik, Fenerbahçe ve deniz başlıca tutkularımdır. Fanatik bir taraftarım ve kongre üyesiyim…