Eğer şu tsunami faciası olmasaydı, Endonezya’ya bağlı bir adanın batı ucunda, yıllardır kendi hüzünlü tarihini yazmakta olan Aceh diye bir bölgeden haberimiz olacak mıydı? Yıllardır insan hakları ihlallerinin en hayasızca örneklerine bu toprakların tanık olduğunu bilecek miydik? Kim ilgileniyor Allah aşkına şimdi birçok şey su yüzüne çıkmaya başladıktan sonra bile, Aceh’in trajedisiyle? Akşam’da Serdar Akinan‘ın  o mükemmel yazısında dile getirdiği gibi: “Tsunami bir sınavdı. Çaktınız. Çakmaya da devam ediyorsunuz. Nereye kadar, bunu merak ediyorum.”

Endonezya‘nın, dünyanın en önemli ülkelerinden biri olduğunu biliyor musunuz? Yalnızca fiziksel büyüklüğü ya da dünyanın en kalabalık İslam ülkesi olmasıyla bağlantılı bir “önem” değil bu. Şu “jeopolitik” denen ruhsuzlukla da ilgisi yok. Hem sahip olduğu kaynaklar, hem topraklarının verimliliği, hem Güneydoğu Asya’nın en kritik ve sancılı bölgesini işgal etmesi, hem de sismik devinimler açısından dünyanın “kapılarından” biri durumundaki bir ülkeden söz ediyoruz. Haritada, bırakın bayrağı bayrağımıza benzeyen Aceh‘i, Endonezya’nın yerini gösterecek kaç kişi vardır, bütün kültürü mankenlerin G-string’i, futbolda kimin şampiyon olacağı ya da hangi gelinin hangi kaynanayla didiştiğinden ibaret olan halkımız içinde?

Yine Serdar Akinan‘ın dediği gibi: “O dizide, bu filmde oynayan fındık zekalı, silikonlu, botokslu güzelleri kaydadeğer hiçbir şey üretemeden, doğdukları ve beslendikleri bu ülkeye onurla ve faziletle hiçbir şey kazandırmadan, toplam 50 kelimelik gargara bir lakırdıyla ‘renkli hayatlarını’ anlatıyorlar. Açın televizyonları… Yılbaşı gecesi bir sınavdı. Vur patlasın çal oynasın… O günden bu güne facianın boyutları her gelen kareyle, her gelen haberle daha da netleşiyor daha da katmerleniyor.”

Merak eden, ilgilenen var mıdır bilmem. Son haftalarda “tsunami haberleriyle” adını duyduğumuz Sumatra Adası’nda yer alan Aceh, nüfusu 4 milyonu biraz aşan bir toprak parçası. Hikâyesi de biraz uzunca (hani uzun yazılardan sıkılırmış ya bizim insanımız, onun için “her şeyi bilen” medya uleması gazeteleri ve dergileri nal gibi harflerle, Cin Ali hikayeleri gibi yazılmış kısacık ve basit metinlerle dolduruyorlar, uzun yazı yazana ve bu yazıları okuyana “halktan kopmuş entel” deniyor ya, o bakımdan söylüyorum.) İlgilenen ve dinlemek isteyenler, böyle buyurabilir. Ama hemen uyarayım, uzun olduğu kadar, insanın içine dokunan, hüzünlü bir hikâye Aceh’inki; televizyonlardaki kıro “mafya dizileri”ne benzemiyor pek.

İlk önce şu Batı dillerinin getirdiği yabancılaşmadan kurtulup, “Aceh” dememeyi ve bölgenin adını orijinal okunuşuyla, “Açey” diye telaffuz etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Endonezya’nın Sumatra adasında, batı ucunda yer alan özel bir bölge Aceh. Tam adı, Nanggroe Aceh Darüsselam. Bu bölgede yaşayan halkın en büyük özelliği, bağımsızlığına ve özgürlüğüne olan düşkünlüğü ve bundan asla ödün vermemesi. Son dört yüz yıl boyunca, Endonezya’da sömürgeciliğin boyunduruğuna karşı en kararlı direnişi sergileyen insan topluluğundan söz ediyoruz yani.

İslam Aceh bölgesine sekizinci yüzyılda ulaşmış, tahminlere göre. İzleyen dönemde de Aceh, bağımsız bir İslami Krallık olarak varlığını sürdürmüş. “Keşifler Çağı” denen yağma, talan ve sömürgecilik döneminde, bütün Güneydoğu Asya gibi Endonezya da Avrupa’nın saldırgan kolonistlerinin işgal ve saldırılarına maruz kalmış. Hatta o denli pervasızlaşmış ki bu paylaşım savaşı, sömürgeciler (her zaman olduğu gibi) kendi aralarında birbirlerine girmişler: 17. yüzyıl boyunca İngiliz ve Hollandalı kolonistler, sömürgeci çıkarları çatıştığı için  acımasız bir savaşı egemen kılmışlar bölgede. Sonrasında, bu iki büyük devlet arasında imzalanan bir anlaşma var, 1824 tarihli. Bu anlaşmaya göre İngilizler, Sumatra‘daki haklarının bir bölümünü, Hollanda’ya devretmişler. Bununla birlikte, Aceh’i hâlâ “üzerinde güneş batmayan” imparatorluklarının bir parçası olarak görme sevdasından da vazgeçememişler bir türlü. Oysa bu bölge üzerinde asla denetimi tam olarak sağlayamamışlar.

1871, bilindiği üzere Avrupa için oldukça kritik bir tarih. Tam “devrim rüzgârları atlatıldı” diye sevinip sömürgecilik hayallerini daha geniş ölçekli yeni bir platforma taşımaya hazırlanırken, “Paris Komünü” gibi bir kâbusla karşılaşıyorlar malum. Paris’teki radikal devrimci dalganın çok kısa ömürlü olmasına ve trajik bir sonla noktalanmasına rağmen, “Bu ateş büyür mü, tüm Avrupa’ya yayılır mı?” diye endişelendikleri sırada, uzak topraklardaki sömürgelerinde işler karışmış. İngilizler ve Hollandalılar, bölgeye ayağını yerleştirme hevesinde olan Fransızların başlarının dertte olmasından yararlanıp, Aceh’in başına çoraplar örmeyi sürdürmüşler ve 1873’te Hollanda ordusu, bir türlü boyunduruk altına alamadığı Aceh halkını dize getirmek için General Köhler komutası altında güçlü bir orduyla bölgeye büyük bir sefer düzenlemiş. Kaynaklar, Hollandalıların kıyı bölgeleri işgal etmeyi başardıklarını ama dağlara çekilen Aceh halkı üzerinde egemenlik kuramadıklarını belirtiyor. Zaten Aceh Sultanı, biraz da İtalya ve ABD’den aldığı maddi destekle, geri çektiği ordusunu modernize edip sömürgecilere yönelik bir karşı saldırı başlatmış ve Hollandalılar, Köhler’in de ölmesinden sonra bozguna uğrayıp geri çekilmişler.

Büyük güçler, yenilgiyi kolay kabullenmezler. Hollanda da, güçlerini tazeleyip General Van Swieten komutasında yeni bir saldırı başlatmış Aceh bölgesine ve bu kez Sultan’ın sarayını da ele geçirmiş. Ama saldırıyı önceden haber alan Sultan ve ordusu, bir kez daha dağlara çekilmişler ve sivil halkın da hızla örgütlenmesiyle, sömürgecilere karşı on yıl süren bir gerilla savaşı başlatılmış.

1880’de, Hollanda’nın strateji değiştirdiğini görüyoruz: Aceh’in tamamına bir türlü egemen olamayınca, etkinlik bölgesini kıyı kentleri Banda Aceh ve bir liman kasabası olan Olehleh‘le sınırlı tutma kararı alıyor Flamanlar. 1883’ten itibaren de, İngiliz ve Hollanda güçleri el ele verip, iç kesimlerde egemenliğini koruyan Aceh Sultanlığı’na birbiri ardına, her biri başarısızlıkla sonuçlanan savaşlar açıyorlar. Hatta başarıya ulaşmak için yerel kabile liderlerini de yanlarına çekmeyi deniyorlar bu uğurda: Nakit para, afyon ve silah vererek, bu liderlerden birini, kendini “Cihan Pehlivanı” olarak adlandıran Teuku Ömer‘i yanlarına çekmeyi de başarıyorlar. Ama bir süre sonra, komutanı olduğu, Hollanda’ya bağlı yerel kabile üyelerinden oluşan ordusunu güçlendiren ve kendine bağlayan Ömer, sömürgecilere yardım etmek yerine 1894’te doğrudan onlara saldırmayı seçiyor.

Hollandalılar, “Ömer’in ihaneti” olarak adlandırdıkları bu olaydan sonra, yeniden ve daha kararlı olarak, topladıkları büyük bir güçle bir kez daha Aceh’i işgal ediyorlar. Sertlik yanlısı binbaşı J. B. Van Heutsz, eskiden kendi teğmeni, sonradan da Hollanda başbakanı olan Hendrikus Colijn‘in desteğiyle, “Aceh Genel Valisi” ilan ediliyor. Bu ikilinin görevlendirdiği albay Van Daalen, direnişi kırma amacıyla dehşet verici bir zulüm operasyonuna girişiyor Aceh’de: Köyleri yakıp yıkıyor; Aceh halkından, yarısına yakınını kadın ve çocukların oluşturduğu üç bin insanı bir çırpıda öldürüyor. Yirminci yüzyılın başında da, büyüyen kan gölünün ortasında, Aceh bütünüyle Hollanda egemenliği altına giriyor artık.

Ancak, Van Daalen’in Sumatra’da yaptığı kıyım, kısa bir süre sonra Hollanda’da duyulunca, büyük bir tepki başlıyor hükümet tarafından “başarılı” bulunup terfi ettirilen subaya. Savaş ve baskı dönemi süresince Aceh’te yerel halktan öldürülen insan sayısının 100.000’e yakın olduğunun duyulmasıyla o denli artıyor ki halkın tepkisi, hükümet çaresiz kalıp, Van Daalen’i görevden almak zorunda kalıyor. Bölgedeyse, başta Aceh ve Timor olmak üzere, yerel halkların yabancı güçlere karşı yürüttüğü yıpratıcı gerilla savaşı, için için sürüyor.

İkinci Dünya Savaşı sırasında, Hollanda’nın Alman işgali altına girip zayıf düşmesinden yararlanan Japonların işgali yaşanıyor bu kez Archipelago’da. 1942’de bölgeye bütünüyle egemen olduktan sonra, Adaların “elit”leriyle iyi ilişkiler kurmaya çalışan Japon İmparatoru, bu işgal süresince Sukarno, Muhammed Hatta gibi seçkinlerin yetiştirilmesine önayak oluyor. Çünkü, yaptığı hesaplara göre, Batı’dan koparılmış “bağımsız” Endonezya, Japonya için hem uygun bir etki alanı demek, hem de iyi bir ticaret ortağı. 1945 yılında, Pasifik savaşı sona erdiğinde de, Japonların empoze ettiği “takvimin elvereceği uygun zamanı” beklemeye niyetli olmayan, buna sabrı da kalmayan Sukarno önderliğinde bir grup aydın, Endonezya‘nın bağımsızlığını ilan ediyor.

Ne var ki, bu kez “Dünya Savaşı” kazanmış olarak geri dönen Müttefik ordularının, bölgeye yeniden egemen olma çabaları giriyor devreye. Müttefikler desteğindeki Hollanda ordusuyla, Endonezyalı yerel güçler arasında bitmek bilmez kanlı çatışmalar başlıyor. Bunların en yoğun olduğu bölgelerden biri de, yine Aceh.

Dört yıl süren oldukça kanlı bir mücadelenin sonrasında, uluslararası baskıların da artması sonucu, Hollanda yenilgiyi kabulleniyor ve 27 Aralık 1949’da, Endonezya’nın bağımsızlığı tanınıyor. İlk cumhurbaşkanı Sukarno ve yardımcısı Muhammed Hatta, ellili yıllar boyunca başarılı bir dış ve iç politika izleyerek ilkin “bağlantısızlar” arasında yerini almasını sağlıyorlar Endonezya’nın, sonra da aynı stratejiyi uygulayan Yugoslavya ve Çin’le yakın ilişkiler kuruyorlar. Bu arada, 1959 yılında, Aceh’e de bir “özel bölge” konumu sağlanıyor ve birçok konuda kendi kararlarını almasına olanak verecek özerklik tanınıyor.

Ne var ki, 1960’ların başında İngiliz Malaya’sıyla yaşanan savaş, hem iç dengeyi ve huzuru sarsıyor, hem de Sukarno’nun koltuğunu. 1967 yılında, ABD destekli general Suharto, “ülkenin komünist komployla karşı karşıya olduğu” iddiasıyla darbe yapıp yönetime el koyuyor ve 32 yıl sürecek bir baskı, zulüm, yolsuzluk, çürüme ve çöküş dönemi başlıyor Endonezya’da. Bu arada, Aceh bölgesinin özerk konumu da ciddi biçimde tehlikeye girerken, bölgenin zengin petrol kaynaklarından elde edilen gelir, Jakarta hükümetince denetlenmeye başlıyor. Diğer yandan, Aceh halkının ağırlıklı bir bölümü, Endonezya’nın geri kalan bölümünde yaygın olan “ılımlı İslam”dan farklı olarak, “radikal” inançlara sahip ve bu farklılık da merkezi hükümetle sürtüşmeleri hızlandırıyor. Sonuçta, bugün artık adını sıkça duyduğumuz GAM (Özgür Aceh Hareketi) kuruluyor ve bölgenin tam bağımsızlığı için Endonezya ordusuyla savaşmaya başlıyor. Böylece, Doğu Timor ve Papua ile birlikte, Archipelago’nun üçüncü “baş ağrısı” bölgesi de Aceh oluyor Suharto diktatörlüğü için.

 

1998’de devrilip iktidardan uzaklaştırılan Suharto’nun, ardında “enkaz” gibi bir Endonezya bıraktığını biliyoruz. Onca zengin kaynağa rağmen çürüme ve yolsuzluk nedeniyle ekonomisi yerle bir olmuş, halkı yoksullaştırılmış ülkede, iç karışıklıklar da dinmek bilmiyor bir türlü. 2002 yılında Doğu Timor bağımsızlığını elde ederken, yeni hükümetle GAM arasında da Aceh’in statüsü konusunda anlaşmaya varılıyor. Ama aradan daha bir yıl bile geçmeden, Endonezya ordusu sıkıyönetim ilan ederek bölgede “ayrılıkçılara” karşı kanlı bir savaş başlatıyor. Bu dönem, yakından tanıdığımız “faili meçhul” cinayet ve işkence gibi yöntemlerin Aceh’de yoğun olarak uygulandığı, binlerce insanın öldürüldüğü “icraatıyla”, Birleşmiş Milletler’in insan hakları ihlalleri raporunda Endonezya’nın üst sıralara yükselmesine neden oluyor.

Geçtiğimiz yaz ve sonbaharda iki ayrı etap halinde yapılan seçimlerde cumhurbaşkanlığını ABD destekli Susilo Bambang Yudhoyono ve yardımcısı Yusuf Kalla kazandıktan sonra da, ordunun sert politikası değişmedi ve Aceh bölgesinde hükümet askerleriyle GAM arasında süregiden iç savaş, hızını yitirmek bir yana, zaman zaman daha da sertleşti. İşte “tsunami afeti” de, böyle kritik bir dönemde vurdu Aceh bölgesini.

Aceh, dünyada “kanayan yara” konumunu koruyan bölgelerden biri. Üzerinden namlu gölgesinin, silah sesinin ve barut kokusunun hiç eksik olmadığı, akan kanın dinmediği bir toprak parçası. Şimdi, doğanın darbesiyle allak bullak olan dengeleri, hem GAM hem de Endonezya ordusu, kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Ama bu kez, “yabancılar” da var işin içinde. Bir yandan yardım için gelen BM ve uluslararası kuruluşlar, bir yandan askeriyle hazırda bekleyen ABD donanması.

Neler olacağını ve Endonezya’da, Aceh’te gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceğini zaman gösterecek. Ama bu arada biz ne yapacağız zihinsel ve duygusal körelmişlikten kurtulmak için, önemli olan bu.

Burak Eldem