“Gelsene dedin bana
Kalsana dedin bana
Gülsene dedin bana
Ölsene dedin bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm.” diye anlatmış Nazım Hikmet bir şiirinde aşk ve ölüm arasındaki ince çizgiyi.

Gerçi yazımızın konusu aşk değil, ve fakat ölüm.

Nazım Hikmet güzel anlatmış, mecazi olarak tabi, ama sonuçta ölüm güzelim İstanbul’un tam merkezinde, Zincirlikuyu mezarlığının girişinde, yine güzelim çinilerin arasında Kur’an’dan alıntı bir ayette yazdığı gibi, her birimizin er ya da geç tadacağı bir son…

“Her canlı ölümü tadacaktır.” Psikolojik bozukluklar dışında ölümü ne zaman tadacağımız kontrolümüz dışındadır, fakat bu maddi dünyada sahip olduğumuz, bizler için maddi-manevi değere sahip şeylerin biz öldükten sonra ne olacağı konusunda belirleme yapma hakkımız vardır. Ama nasıl? Bir adet vasiyetnameyle.

Kulağa çok sevimsiz gelen bu konuyu göz ardı edip sonuçlara boyun eğmek yerine, kontrolü elimize alıp, bize tanınan bu medeni hakkı kullanmanın içimizi rahatlatacağını düşünüyorum.

Medeni Kanun’da vasiyetname yapabilmek için genel hatlarıyla sadece iki şart koşulmuştur; ayırt etme gücüne sahip olmak ve 15 yaşını doldurmuş olmak. (Vasiyetname hazırlamak dışında bir diğer ihtimal de Miras Sözleşmesi hazırlamaktır, fakat bunun için tam fiil ehliyetine sahip olmak şarttır. Yani; ayırt etme gücüne sahip olup, 18 yaşını doldurup, kısıtlı bulunmamak gerekir.)

Vasiyetname bir ölüme bağlı tasarruftur, ölümden sonra hüküm doğuracaktır, ve Crome’nin 1912 Tübingen baskılı kitabında dediği gibi “Ölüme bağlı tasarruflar, hükümlerini, arzu edilen şey hakkında bilgi verecek olan ağzın kapandığı anda doğuracaklarından” çok sıkı şekil şartlarına bağlı tutulmuştur.

Böylece hem miras bırakan fevri hareket etmemiş, üstünde iyice düşünerek karar vermiş olur, hem açıklamasını kuşkuya yer vermeyecek derecede sağlam yapmış olur, hem “bir proje mi yoksa gerçek bir ölüme bağlı tasarruf yapma amacı güdülmüş mü?” sorusunu akıllardan siler, hem de; belki de hüküm doğuracağı andan çok çok önce düzenlenmiş bulunsa da bu metinlerin tahrif olup bozulmaları engellenmiş olur.

Üç çeşit vasiyetname yapma şekli vardır. Bunlar; Resmi vasiyetname, El Yazılı vasiyetname ve son olarak Sözlü vasiyetnamedir. İlki Noter, Sulh Hakimi ya da Resmi Memur önünde, iki tanığın katılmasıyla yapılan bir vasiyetname şeklidir. Üçüncüsü ise; yalnızca olağanüstü bir halin varlığı halinde, bu olağanüstü hal sebebiyle diğer iki vasiyetname yapma imkanı bulunmaması halinde kullanılabilecek istisnai bir yöntem olarak belirlenmiştir.

Benim ruhuna en çok güvendiğim ve şeklini benimsediğim vasiyetname şekli “El Yazılı Vasiyetname” dir.

Bu tür ölüme bağlı tasarruflar; adı üstünde; düzenlendiği tarih belirtilmek suretiyle, en başından en sonuna dek miras bırakanın el yazısıyla yazılmış ve imzalanmış vasiyetnamelerdir. Ne de olsa; “Vox audita perit, littera scripta manent.” Yani duyulmuş söz uçar, yazılan harfler kalır…

Dikkat edilmesi gereken noktalar olduğunu belirtmeliyiz;

* *Normal olarak bir kağıt üzerine, bir kalemle yazılması gerekir, fakat öyle örnekler var ki, mesela esir kampında bir kimsenin duvara çivi ile vasiyetini işlemesi gibi, belirli bir sebeple normal hallerden uzaklaşılması halinde bunlar da geçerli olur.

* İçeriğine baktığımızda; ille de “son arzularımdır” “vasiyetimdir ki” ve benzeri ağdalı başlıklar atılmasına gerek olmadığı gibi ayrı bir kağıda yazılmış olmasına da gerek yoktur. Önemli olan genel şekil şartına uyulması ve içerikten kişinin kendisini bağlayıcı bir tasarrufta bulunma isteği olduğunun ve isteğin ne olduğunun anlaşılmasıdır. Vasiyetname, okuduğumuz bir kitabın sayfa kenarlarındaki boşluklara yazılarak bile yapılabilir, yeter ki metnin bütünlüğü olsun ve içeriğinden vasiyetname yapma iradesi olduğu anlaşılsın.

* Bu son isteklerin, hangi dille ya da ne tür bir el yazısıyla kağıda (ya da duvara) döküldüğünün bir önemi yoktur. Önemli olan; bu metni kişinin vasiyet bırakma amacıyla ve tamamen özgür iradesiyle yazdığının anlaşılmasıdır.

* Vasiyetnamenin düzenleme tarihi bakımından dikkat etmemiz gereken nokta; ille de gün/ay/yıl formatında olmasa da hangi tarihte yazıldığının anlaşılması ve yine el yazısı ile (Doktrine göre yüzyılı basılı, gün ve ayı yazılı olması da yeterlidir) atılmasıdır. İmzanın metnin ille de sonunda bulunmasına da gerek yoktur, tıpkı tarihin klasik formatta yazılmasına gerek olmadığı gibi… Mesela “Hukuk Fakültesinden mezun olduğum gün” de belirli bir tarih olarak düşünülebilir. Ya da “İlk kızımın dünyaya geldiği gün”. Doktrine göre bu hususlar önemlidir çünkü; miras bırakanın o tarihte vasiyetname yapma ehliyetine sahip olup olmadığı, birden fazla vasiyetname yaptıysa bunlar arasındaki sıranın tespiti ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Ve de bazı hallerde belki de miras bırakan acele tasarruflara karşı korunacak, vasiyetname ile vasiyetname projesinin birbirinden ayrılması sağlanacaktır.

* * Gelelim son önemli unsur olan imzaya. Çok önemlidir çünkü miras bırakanın kimliğini onaylar niteliktedir ve aynı zamanda miras bırakanın kaleme aldığı metnin tamamını sonlandıran ve o metne tamamen sahip çıktığını gösteren bir işarettir. Vasiyet bırakan kişinin kimliğinin açık ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlaşılması yeterlidir. Mesela; “eşin” gibi bir kullanım da pekala imza yerine geçebilir yeter ki kime ait olduğu kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde anlaşılsın. Kapanışı da imzanın yapıyor olması akla metnin sonunda yer alması gerektiğini getiriyor olsa da, yine istisnai hallerde –mesela sayfa sonunda yer kalmamışsa ya da miras bırakan zaten son olduğunu belirtmek amacıyla en son cümlenin altını çizmişse- imza artık sayfanın kenarına ya da farklı uygun bir noktasına atılabilir.

* * Diyelim ki vasiyetnamemizi el yazımızla, isteklerimiz doğrultusunda, tarih belirterek ve imzamızla tamamladık. Yani şeklen mükemmel bir vasiyetname çıktı ortaya. Fakat mesela notere vermek zorunlu olmadığı için ofisimizde, masamızın çekmecesinde saklamayı tercih ettik. Bir süre sonra kızımız/oğlumuzun eline geçti hasbel kader. Kendisine haksızlık ettiğimizi düşünen kızımız/oğlumuz bizim isteklerimizin altına, kendi el yazısıyla ya da mekanik başka bir araç kullanarak ufak bir ekleme yaptı son model arabanın kat’i suretle kendisine bırakılacağına ilişkin. İşte bu ve benzeri durumlarda vasiyetnamenin geçerli olup olmadığına ilişkin kilit nokta; bu şekle aykırı eklemenin vasiyetname tamamlanmadan önce mi yoksa bir süre sonra mı yapıldığı. Eğer sonra yapıldığı anlaşılıyorsa problem yok, sonradan eklenen kısım yok sayılarak orijinal vasiyetnamemiz geçerliliğini korur. Fakat mesela imzalamadan önce yapıldığı düşünülüyorsa; öğretide tartışmalı olmakla birlikte kanımca artık o vasiyetname tamamen geçersiz olmalıdır. Çünkü kanun metni açıktır; bu tür vasiyetnameler tamamen miras bırakan tarafından ve el yazısıyla yazılmalıdır.

Tüm bu hususlar göz önüne alındığında önemli olan; miras bırakan kişinin vasiyetname düzenleme isteğiyle hareket ettiğinin tespiti, isteklerinin anlaşılır olması ile; düzenleme tarihi, metin ve imzanın bir bütün arz etmesidir.

Daha önce belirttiğim gibi; ruhuna en çok güvendiğim ve şeklini benimsediğim vasiyetname şekli “El Yazılı Vasiyetname” dir. Çünkü; hayata getirilmesi ve değiştirilmesi çok kolaydır, normal şartlarda kağıt ve kalemden başka hiçbir şeye ihtiyaç olmadan hazırlanabilir yani masrafsızdır ve yazılma sürecinde diğer türlerde olduğu gibi “tanık” aşaması bulunmadığından hem hayata getirildiğinin hem de içeriğinin gizlenmesi çok kolaydır. Atalarımız ne demiş? İki kişini bildiği sır değildir!

İyi güzel hoş da hiç mi mahzuru yok bu tür vasiyetname hazırlamanın? Olmaz olur mu, her güzelin nasıl bir kusuru varsa, el yazılı vasiyetnamenin de yok olma tehlikesine kadar varan mahzurları vardır. Mesela; resmi bir makama emanet edilebileceği gibi, edilmese de geçerlidir. Dolayısıyla kolayca yok edilebilir, hiç bulunamayabilir, kolayca tahrif edilebilir.

Tüm bunların dışında, aslında yine direkt Resmi Makamlar isteğe göre hazırlanış prosedürünün dışında tutulabileceğinden; miras bırakan kişinin anlık duygulara kapılıp üçüncü kişilerin etkisi altında kalarak yazması mümkün olabileceği gibi, aslında bir “vasiyetname projesi” iken veya miras bırakanın düşüncelerini aktardığı bir metinken “vasiyetname” olarak algılanabilir.

Son kusur ise maalesef uygulamada sıkça karşılaşılan bir durum; içeriğin hiç anlaşılamaması, yanlış anlaşılması ya da aile içi karışıklığa sebep olması durumudur. Bundaki en önemli etken, genel hukuk bilgisini bir kenara bırakın, eğitimle paralel olarak bazı kişilerin kendilerini ve isteklerini açık ve net bir dille ifade etme yetilerinin bulunmamasıdır.

Her şeye rağmen, kusurlarını gidermek için her kişinin kendine ve yaşamına uygun akılcı ve pratik yöntemler bulabileceği bu vasiyetname türü üstünde düşünmesini, projelendirmesini ve ne zaman karşılaşacağımızın belli olmadığı ama muhakkak bir gün tadacağımız ölüm kapımızı çalmadan –yarından tezi yok- bir vasiyetname hazırlamasını tavsiye ederim.

Sadece sevdiklerimiz için, uçan sözlerle değil, kalan harflerle kontrolü ele alma zamanı…

Avukat Berrak HAŞİOĞLU

Kaynakça : Prof. Dr. Mustafa DURAL/ Prof. Dr. Turgut ÖZ – Miras Hukuku- İstanbul 2003

Berrak Haşioğlu