Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde 30 yıl abideler ve mezarlıklarla ilgili görev yapan Necdet İşli kendini tarihi mezarlar ve mezartaşlarını araştırmaya, belge toplamaya adamış ender rastlanan türde bir araştırmacı. Mezarlar, türbeler, tekkeler ve daha nice eski eserle ilgili çok geniş bir belge ve fotoğraf arşivi toplayan İşli bunları gün ışığına çıkaracak eserler vermek için kolları sıvamış. Kendi ifadesiyle “en az 20 adet doktora çalışmasına yetecek malzeme” biriktirdiği evi tamamen arşiv niteliğinde. Eşi aynı konularda 29 sene vakıflarda çalıştığı için onu anlayışla karşılıyor. “Börk ve Börklü Yeniçeri Mezarlar”, “İstanbul’da Sahabe Kabir ve Makamları”, “Yeniçeri Mezar Taşları”, “İstanbul’un Ortası Aksaray” gibi kitapların yazarı Necdet İşli ile tarihi mezar taşları ve üzerlerinde gizli sembollere dair bir söyleşi:

 

En başından başlarsak eğer, sizi mezarlar ve mezar taşlarını araştırmaya nasıl bir ihtiyaç üzerine başladınız?

Ben 1951 yılında Cerrahpaşa’da Seyf-i Akva sokaktaki ahşap evde doğdum. Fevkalade tarihi dokusu olan, bozulmamış bir muhitti. Evimizin penceresi Cerrahpaşa Camii’nin mezarlığına bakıyordu. Sonra evimize tarihi çok iyi bilen kişiler gelir, anlatırlardı. Çevreden ve evimizin karşısında sürekli gördüğümüz tarihi mezarlardan dolayı zaten bir merakım oluşmuştu. 1966’da bir fotoğraf makinem oldu. Bununla Cerrahpaşa Camii’ndeki mezar taşlarını çekmeye başladım. Sonraki yıllarda Vakıflarda çalışmaya başladım. Mezar taşları üstadı Fazıl Ayanoğlu Bey’den bu işin ne kadar büyük ve önemli olduğunu öğrendim. Sebil, çeşme, tekke gibi vakıf eserlerle ilgilendim. Sayısız türbe ve mezarda restorasyon ve tanzim işleri yaptık. Dolayısıyla tüm mezar ve mezar taşı varlığını araştırıp, görüntülemek için devlet destekli uygun imkan oldu.

 

Tarihi mezarlar ve mezar taşları ne gibi bir anlam ve değer ifade ediyor.

Her şeyden önce bireyler ve aileler açısından birer soy kütüğü mahiyetinde. Kimin soyunun nereden gelip, nereye gittiğini gösteren belge niteliğindeler. Özellikle Osmanlı mezar taşlarında bir silsile-i meratip var: kimin nereye nasıl bir mensubiyeti var, gösterir. Bir de kavuk, serpuş, fes gibi başlıklar bulunur taşların tepesinde, bunlar da sosyal statü, vazife ve mensubiyet açısından çok şey gösterir. Rahmetli Ziyad Ebuzziya’nın ilginç bir tespiti vardır bu konuda. Şöyle derdi:” Dünyada hiçbir millet yok ki, hayatta başında taşıdığı sarığı veya kavuğu mezar taşına koysun.” Bu ülkemizdeki mezar taşlarını tanımlayan kanun gibi bir sözdür.

 

Bir mezar taşından biz ne öğrenebiliriz? Tarihçilerin “mezarlıklar bir ülkenin tapu kaydı gibidir”, “arşiv belgeleridir” ya da “bir milletin varlık ve tarihinin bekçileridir” gibi yakıştırmaları var…

Eski eserler uzmanı Merhum Cemalettin Server Revnakoğlu “ Mezarlıklar açık hava arşividir” derdi. Bunlar doğru ama abartmamak gerekir. Çünkü mezar taşları üzerindeki bilgiler her zaman sağlam olmuyor. Eski fotoğraf ve gravürlerde gördüğümüz mezarlıkların çoğu bugün yok olmuş durumda. Bence bugüne kadar ancak yüzde yirmisi kalmıştır taşların. Bu kadarıyla abartılı hükümlere varmamak gerekir.

 

Bizim eski mezarlıklarımızın havası da başka oluyor sanırım. Özellikle Osmanlı topraklarını gezen eski yabancı gezginlerin mezarlıklar hakkında ilginç tespit ve karşılaştırmaları var. Bunlardan biri “Türk mezarlıkları birer gül bahçesi, şiir ve sanat müzesi gibidir” diyor.

Bizim mezarlıklarımızın sanatsal değeri de vardır. Bir nevi sanat atölyesi sayılırlar. Taş oyma, hat sanatı ve edebi açıdan şaheser denecek örnekler vardır. Üstelik bir de mezarlık florası denilen bir şey vardır bizim mezarlıklarımızda…

 

Madem floradan söz açmışken; Osmanlı mezarlıklarında “selvi” ağacının hakimiyeti görülüyor. Selvinin tercih edilmesinin manevi veya sembolik bir değeri var mı?

Üstadım Fazıl Ayanoğlu’nun bir sözünü söyleyeyim. “ Türk mezarlarının alamet-i farikası selvidir”. Selvi öncelikle çok uzun boyludur, her yerden rahatça görülebilir, mezarlıklar çok uzaktan tespit edilebilir. İkincisi koku gidericidir. Bir mezarlık için bu açıdan çok uygundur. Manevi açıdan da bir takım özellikleri var… Selvi sadece bizde değil, Rum ve Ermeni mezarlıklarında da tercih edilen bir ağaçtır. Bazı Yahudi mezar taşlarının üzerinde de selvi kabartmaları görülür. Balat civarındaki bir kilisenin kapısında tepesinde güvercin bulunan bir selvi figürü bulunur. Dini açıdan sembolik değeri var.

 

Sanırım eski kültürümüzün bir özelliği de ölümü ve mezarlığı yaşanan hayattan dışlamamak… Şehir hayatımızda ölüm ve hayatın birbirlerinden soyutlanmadığını söyleyebilir miyiz?

Tabii. Bu ikisinin bağlantısı bizde kopartılmamış. Devam eden bir birlikte yaşama olgusu var çünkü ortada. Ama bu durum bilhassa 1955’ten sonra şehirlerimizde bitmeye başladı. Şimdi bir de duvar örüyorlar mezarların etrafına. Eskiden mezar taşları size ölü için Fatiha okumanızı hatırlatırken, artık irtibatınız kesiliyor. Üstüne bir de taş kıyımı var.

Mezar taşlarında en enteresan şey, vefk denilen bir şey var. Bu vefk denilen şeyi tarikat ehli de kullanmış, tarikat mensubu olmayanlar da o vefki bir  cifir, koruyucu bir muskaymış gibi önemine inanıp, koyunlarında saklamış, elbisesini bir tarafına dikmiş. Bunların mezar taşına işlenmiş olanları da var. Mesela, koskoca İstanbul’da vefkli mezar taşı üç tane var. Bunlardan biri ayaktaşında, biri boyunda, biri de kitabenin ortasında. vefkin nereden çıktığını biliyorsunuz değil mi?

 

Hayır maalesef bilmiyorum

Şimdi bir büyük vefk var. Benim söylediğim mezar taşlarında gizlenmiş olan budur. Selimiye’de gömülü Abdullah Ramiz Paşa var. Daha önce mezarı Karacaahmet’teymiş, nakledilmiş. Abdullah Ramiz Paşa topçu feriklerinden ve istihkamla uğraşan büyük bir ilim adamı. Dahi birisi, eserleri de var. Onun mezar taşının boynunda bu vefki kullanmışlar. Bu vefk çözülememiş şifrelerden birisidir. Gerçi şöyle çözülmüş. Hakkında yazılmış eserler var, ifadeler var ancak ne derece doğru belli değil. Bildiği kadarıyla bu vefk Ahmed Rıfai Hazretleri’nin hac sırasında Kabe yanındayken peygamberimizin elinin mucize olarak çıkması ve onun da bu eli öpmesi hadisesinde, etrafta bulunup da buna şahit olanlar kendilerinden geçmiş, bazıları fenalaşmış. Bunun üzerine Ahmet Rıfai yere bir yuvarlak çizer, kenarına da bazı isimler ve harfler yazar. Sonra toprağa çizdiği bu şekli avuçlayarak tozunu vecd halindeki kalabalığa atar ve böylece sükunete kavuşturur. İşte  toprağa çizilen o şekil ,mezar taşının boynunda rastlanan o vefktir. Bu şekli bugün tarikatler ve tekkelerde de görebilirsiniz bu vefki Söylendiğine göre Sevakıt-ı Fatiha denilen Fatiha suresinde bulunmayan bazı harfler mevcut bu vefkte ve bu yazılıp çizildiği zaman  insanlar üzerinde büyük bir tesir yapıyor. İşte üzerinde böyle bir vefk bulunan bir mezar taşı var. Bu bir şifredir, hakikaten şifredir. Hikayedeki vefkle  taşın üzerindeki aynımıdır bilemem ama kitaplarda böyle geçer.

 

Ölünün mensubiyeti, sosyal statüsü, mesleği, mevkiini gösteren bu tip mezar taşları adetinin manevi bir tarafı mı var, yoksa bir övünç vesilesi mi?

Bunun inanç ve maneviyattan ziyade, o dönemlerde okuma yazma bilemeyenler çok olduğu için herkes rahatça fark etsin, hangi taşın, kimlere ait olduğu anlaşılsın diye sarık, kavuk gibi başlıklar taşa oyulmuş. Böylece herkes anlayabilsin diye başlıkların yapılmasına özellikle itina etmişler. Ben çok iddialı olmamakla beraber, benim bile okumakta güçlük çektiğim mezar taşı yazıları var. Böylelikle herkese hitap edebiliyor. Kavuğun sarığın inanca dair ve geleneğe dair iki yönü var. Sarık bir kere İslami bir sembol.  Peygamber sünneti olarak Osmanlı sarığı baş tacı edinmiş. Sarıklarla ilgili ilginç bir nokta var: sarık bağlama usullerinde “lam-elif” denilen bir şekil var. Sarığın önünde “lam-elif” harfi oluşturacak şekilde bağlama yöntemi bu. “Lam-elif” tarzında bağlanmış sarık başlı mezar taşlarına sıkça rastlanır. Bu bir semboldür, “ La İlahe İllallah” ı temsil eder. Sarık aynı zamanda kefenin başın üzerinde taşınmasıdır. Sarık çözülünce kefen bezi olarak kullanılabilir. Bu açılardan Osmanlı açısından sarık önemli sembolik bir değerdir. Lam-elif’i başka şekilde yorumlayanlar da var.

Şimdi isterseniz mezar taşlarının şekilleri ve üzerlerindeki sembollere değinsek…

Şifre dedikleri şeyin adı “Remiz”dir. Bunun Osmanlı’da adı budur. Buna alamet-i farika da denebiliyor. Bu remiz dediğimiz şekiller “ tarikat remizleri, yeniçeri remizleri, esnaf remizleri” gibi guruplara ayrılır. Sadece yeniçeri remizleriyle ilgili tahminlere ve anlatıma dayalı çizimler var. 

 

Bunlar içinde ilginç, sırlı olanları var mı?

Mesela çıpa işareti. Yeniçeri 56. bölüğünün işareti çıpa. Bu işaret zaman içinde değişikliklere uğramış olabiliyor. Yeniçerilerin elbiselerine, dövme olarak kollarına konuyor bu işaret. Aynı şekilde yeniçerilerin mezar taşlarına da konuyor. Zaten bir yeniçeri hangi bölük ve cemaate mensupsa onun sembolü konulur mezar taşına. Mezar taşlarında gördüğümüz işaretlerin çoğu 56. bölüğün çıpa işareti gibi birliklerin sembolleridir.56. bölük gemilerle ilgili. Ama her bölük kendi uğraşı alanına göre bir sembol almış da değil. Mesela karada görev yaptığı halde çıpa amblemi taşıyan bölükler var ve bu amblemler o bölük mensuplarının mezarlarına da konuyor. Bunlar gibi çözülmeye muhtaç olan şeyler var.

 

Tabii bunu gizli bir şifre değil de anlamı bilinmesi gereken sembol olduğunu söylemek daha doğru sanırım.

Ama anlamı bilinmeyen başka remizler de var. Mesela Salih Çelebi denilen şahsın mezarı üzerindeki gibi bir remiz. Bu yeniçeri remzi değil, ne olduğu da bilinmiyor.  Ya da Süleyman Ağa’nın kerimesi merhume Saliha Hanım ibareleri bulunan bir mezartaşında bulunan Mühr-ü Süleyman yahut Davut’un Yıldızı denilen şekil. Saliha Hanım kadın ama mezar taşı erkek taşı şeklinde yapılmış. Sanmıyorum ki Saliha Hanım bir esnaf gurubuna mensup olsun. Halbuki bu şekil bilinçli yapılmış. Bir anlamı olmalı. Mesela bir taş daha: Rukiye adında birine ait. Üzerinde ne anlama geldiği bilinmeyen ama lalettayn süs de olmadığı açık bir sembol var. Bunular gibi bazı mezartaşları üzerinde bilinçli konulduğu belli olan ama anlamı çözülemeyen makas gibi, cim gibi harfler gibi şekiller var. Bu gibi şeylerin çözümü için ciddi bir katalogun hazırlanmasına gerek var. Mesela Melamilik remizlerini Abdülbaki Gölpınarlı yayınladı. Melamilerin çok bariz şekilde “lam-elif” gibi kullandıkları semboller var. Yani sembollerin bir kısmı çözülmüş, bir kısmı çözülememiş.

Bazı mezar taşlarında “kef” harfiyle beraber bir numara vardır. Bu “kef” bölük anlamına gelir numara da bölüğün numarasıdır. Balık, çıpa, üçbalık, gemi, ağaç ve ilginçtir “kız donu” şeklinde her biri ayrı bir bölüğün sembolü olan çok sayıda remiz bulunur. Yeniçeriler gibi esnaf teşekküllerinin de bayrakları ve farklı çeşitli amblemleri var. Mezar taşlarında bunlara bakarak o kişinin hayatıyla ilgili bazı bilgilere ulaşabiliyoruz. Mesela çok ilginç bir mezar taşı var: Yeniçerilerde evlenme yasağı olmasına rağmen bir yeniçerinin mezar taşında “ hanımın zulmüne dayanamayarak” öldüğünü anlatan ibareler yazılıdır. Ben bunların hepsini deşifre edilmesine çalışıyorum.

 

Sizin çalışmalarınızdan gördüğüm kadarıyla yeniçeri mezarlarının farklı tarafları var? Onlar halktan ayrı olarak mı gömülmüşler?

Yeniçeriler ayrı bir zümre. Onların kendi mezarları var. Mesela Edirnekapı’da “camcılar bölüğü” denilen 33. bölük mensuplarının gömüldüğü yer vardı. Bunlar bir dönem cam ticaretini ellerinde tuttukları için camcılar bölüğü denmiş.

 

Yeniçeri mezar taşlarındaki serpuşlar, başlıklar ile balık, çıpa, ağaç gibi remizler ne ifade eder?Bu serpuşlar orada yatan kişinin yeniçeri ağası, çorbacı, çavuş, bölükbaşı yada nefer olduğunu mu gösteriyor?

Serpuşundan rütbesini anlayabilirsiniz. Yeniçeri ağaları, çorbacılar ve zabit mezarlarının tepesi çatalkalafat denilen başlık türünde yontulmuş. Taşlardaki “kef” harfi ile yanındaki rakamlar bölük numarasını veriyor. Her bölüğün amblemi vardır, değişik semboller de o amblemleri gösterir. Bu serpuşların da çeşitleri var: dağdağan, kalafat, börk gibi değişik başlıklar bunlar. Börkü herkes tanıdığı, diğerlerinin hepsi tanınmadığı için yeniçeri mezarı çok az deniliyor. Halbuki farklı başlıkları olan bir çok yeniçeri mezarı var. Kallavi denilen koni şeklinde bir kavuk var bu hangi mezar taşının tepesindeyse bilin ki orada bir sadrazam yatmaktadır. Hocaların taktığı “örf” denilen sarık var, bunların da çeşitleri var. İlmiye sarığı var denilen 3 tür sarık var: şeyhülislamın, müftünün, kadının ve ya müderrislerin sarıkları. Sultan 2. Mahmut’tan sonra ise  mezar taşlarının tepesi fes şeklinde yapılmış.Bir de tarikat başlıkları şeklinde yapılmış mezar taşları var. Bu başlıklar da merhumun hangi dergaha, meşrebe mensup olduğunu gösterir. Bu tarikat başlıkları konusunun üstadı Safiyüddin Eşrefoğlu Beyefendi’dir, derya gibi bir insandır. O konuda ben hiç konuşmayayım.

 

İlginç yanı olan bir mezar ya da mezartaşı…

Bir camiinin bahçesinde yatan birinin mezartaşında “ sakal traşı yapmayan berber” ibaresi yazılıydı. Bu taş artık yok. Bir başkasında” Evail-i Ramazan-ı Şerifte kara sevdaya müptela olup piştov ile kendini helak eden Okmeydanı Şeyhi  …Efendi’nin ruhuna fatiha” yazıyormuş. Okçuların reisi olan birisi umutsuz aşka düşmüş ve kendini Ramazan öncesinde tabancayla vurmuş yani. Aradım ama ben böyle bir mezartaşı bulamadım.  Bir başka tuhaf şey var. Molla Gürani’nin kabrinin taşı cami yanınca yokolmuş. O taş yerine bir taş koymuşlar yerine üstüne de bir kitabe yazmışlar, ama bu taş bir kadın taşı aslında.  İlginç bir taş da Hilmi Paşa’nın. Paşa Kıbrısta ölüp gömülmüş ama ailesi hatırası için burada bir taş yaptırıp koymuş, altında kimse yok aslında. . Mezar taşlarında bunların hiçbir yazı yoktur ama çeşitli işaretler ve semboller kullanmışlar. Gayrimüslim olup ta Müslüman mezarlığına gömülmüş olan kimselere ait taşlar da var. Bir de ayak taşlarına yapılmış anlamlarını bilemediğim şekiller de var.

 

Bunu nereden anlıyorsunuz.  Kadın ve erkek için taşların şekli farklı mı oluyor?

Üstü üçgen olan taşlar ya kadın taşıdır yada genel olarak mezarların ayak kısmına konan  ayak taşıdır. Ayak taşıysa zaten yazı olmaz. Erkek taşları düz ya da sarıklı vs. olur, üçgen tepeli olmaz.

 

Bazı mezarlarda kılıç, bayrak, balık, kuş, fener, keser, üçbalık, hurma ağacı, gemi gibi motifler görüyoruz. Bunların bir anlamı var mı?

Onlar askeri semboller. Yeniçeri bölüklerinin armaları. Her bölüğün bir arması var. Bölüğün fonksiyonuyla alakalı olabiliyor. Bunların hepsinin katalogu olmadığı için bazıları bilinmiyor. Bazı işaretler var, şifreden beter.

Mezarlıklarla ilgili bildiğiniz ilginç şeyler, olaylar var mı?

Tabi olmaz olur mu? Çok ilginç şeyler de rastladım.Mesela bazı mezarlıklarda  Hızır’ı gördüğünü iddia edenler, bazı kabirlerin üstüne nur yağdığını görenler. Bunun gibi ruhani bağlantılı şeyler söylenir. Bir de kabir ziyaretlerinde kabrin ayak ucunda durup dua etmek ve ruhani bağlantı kurma konusunda telkinler vardır. Olur mu olmaz mı bilmem. İlginç bir şey var: Yahya Efendi Dergahı’nda  yaklaşık 400 yaşında bir çınar var. Ağacın gövdesi üzerinde eski yazıları andıran bazı dokusal şekiller oluşmuş. Yahya Efendi’nin bu çınar altında Hızır Aleyhisselam’la buluştuğu söylenir, anlatılır. Bu menkıbe sebebiyle bu çınar sembolik bir değer kazanmıştır.

 

Bildiğiniz ilginç, farklılığı olan mezar taşları var mı?

Var. Şair Nefi için dikiklmiş bir mezar taşı var Karacaahmet mezarlığında. Normalde Şair Nefi ayaklanmada öldürülüyor. Kendi mezarının yeri bilinmemesine rağmen muhtemelen hayatında onu himaye ettiği için Hafız Ahmet Paşa’nın mezarının yanına Nefi adına üzerinde sadece fatiha suresi yazan bir mezartaşı dikiliyor. Bu taş şimdi asıl yerinden 4-5 metre ileride iki yeni mezarın arasında öylece duruyor. Bu belki de onun adına dikilmiş bir makam taşı. Başka bir şey daha var ilginç. Halil Hamit Paşa’ya ait 3 tane mezar taşı bulunuyor. Asıl mezarı Rodos’ta olmakla beraber iki mezar taşı da Karacaahmet’te. Sebebi, Rodos’ta idam edilerek gömülmesine rağmen, kellesi daha sonra İstanbul’a getiriliyor. Kellesinin gömüldüğü yere Rodos’takine benzer bir taş daha konuyor. Mezarlığın diğer yanı da yol olduğu için geçenler görsün diye bu kelle taşının hizasında diğer yol tarafına da aynı taştan bir tane daha konuyor. Kellerin gömüldükleri yerlere lahit konulmaz sadece kellenin üstünde bir mezar taşı konur. Bu Halil Hamit Paşa Kemal Derviş ailesinin atalarındandır.

 

Yörelere göre eski mezarlar ve mezar taşları arasında ne gibi farklar olabilir?

Mezar taşlarında bulundukları kasaba, il, vilayete göre değişiklikler olabiliyor. İstanbul’da başkadır. Edirne, Bursa, Gebze veya Akçakoca’ya giderseniz değiştiğini görürsünüz. Birbirlerine benzer gibi görünseler de her yörenin mezar taşı hem taş yapısı, hem kaligrafi, hem dil değişir. Her yerin gelenek ve göreneğine göre değişir. Mesela Narlıdere mezar taşlarında saat motifleri var. Ege bölgesinde cami tasvirli taşlar vardır. Manisa bölgesinde de Bizans sütunlarından çevrilme, kavukları başlıkları çok farklı mezar taşları var. Her yerde taşlara mahalli özellikler yansımış. Mesela Macaristan’dan Osmanlı’ya göç etmiş gayrimüslim kimseler var, Antalya’ya yerleştirilmişler.

 

Bildiğiniz sıra dışı özellikleri olan mezar taşlarından örnek verebilir misiniz?

Çok ilginç bir tane var: Üzerinde “Zalim avret elinde ölen merhum mağfur Kazancı El Hac Mehmet Ruhuna …” ibaresi yazılı bir yeniçeri mezar taşı var. Yeniçerilerde evlenme yasağı olmasına rağmen, karısının zulmü yüzünden helak olan birisi bu demek ki. Bunun gibi ilginç ibareler bulunan şeyler de var. Mesela Şair Nef’i için Karacaahmet’te dikilmiş taş var. Halbuki mezarı bilinmiyor. Muhtemelen anıt taşı olarak dikilmiş. Konya’da 1960’larda Mevlana Müzesi’nin arkasına Şair Muhammed İkbal için bir anıt taşı dikildi, yanına da Şair Nefi için bir tane. Makam taşı gibi. Nef’i için dikilmiş Karacaahmet’teki eski taşın üstünde bir desen var mesela, kementle boğdurulmuş bir kelleye işaret ediyor. Başka bir şey: aynı adama ait değişik yerlerde üç tane değişik tarihi mezar taşı var. Bu Ispartalı Vezir-i Azam Halil Hamit Paşa’nın mezar taşları. Bunlardan birinde adamın kementle boğdurulduğunu gösteren işaret var. Önce boğup, sonra kafasını kesmişler. Vücudunu Bozcaada’ya, kellesini Karacaahmet’teki aile mezarlığına gömmüşler. Karacaahmet’te başının gömüldüğü yere Bozcaada’dakinin benzeri bir taş konulmuş. Aynı taştan bir üçüncüsünü de kellenin hizasında mezarlığın öteki tarafında yola bakan kısma dikilmiş; oradan geçenler de görüp Fatiha okusunlar diye.

 

Peki semboller açısından ne gibi ilginç örnekler var mezar taşları arasında?

Merdivenköy Bektaşi Tekkesi’nin haziresinde duran ve üzerinde kocaman “Elif” harfi oyulmuş bulunan bir taş var. Bu taşın üzerindeki “elif” harfi vahdaniyeti yani Allah’ın birliğini temsil eder. Bütün tarikatlarda ortak bir semboldür. Başka anlamları da olabilir tabii. Mesela Halil Hamit Paşa’nın mezartaşında hayat perdesi dediğimiz bir perde figürü resmedilmiştir. Hayat bir perdeden ibarettir manasına gelir bu. Bu motif başka yerlerde de kullanılmış ama bu taşın üzerindeki tek çünkü bu hayat perdesine geçirilmiş kement motifi de resmedilmiş. Bundan anlıyoruz ki bu şahsın hayatı kementle boğulmak suretiyle sona ermiş. Başka türlü kementli bir  figür boğdurulan Nef’i’nin mezartaşında var.

 

Gördüğüm kadarıyla evinizde çok geniş bir arşiviniz var. Sizin ifadeniz “ en az 20 adet doktora çalışmasına yetecek malzeme”  biriktirmişsiniz. Evinizin bir odası tamamen arşiv, sizin ve oğlunuzun odası da arşive dönmüş durumda. Bu kadar belge ve fotoğrafı ne şekilde değerlendirip, koruyacaksınız?

 Sadece burada değil, evin dışında da bu kadar arşivim var. Belgelerin dışında yaklaşık 60 bin fotoğraf, dia pozitif ve negatif var. Ben olmasam buradaki belge ve fotoğrafların ne olduğunu, neye yarayacağını anlamaları çok zor. Bir çoğunun ne olduğu anlaşılmayacaktır. Murat Bardakçı bana bunları satmamı önerdi. Koç Vakfı’na satmam önerildi.  Arşivi verip belli bir para almak mümkün ama o negatiflerin, o taşların ne olduğu, neye yaradığı yazılı değil ki. Ben versem bunu kim yapacak. Ben aradan çıkarsam kim layıkıyla değerlendirecek bunları.

 

Bir kurum veya üniversiteyle anlaşarak tüm bunları değerlendirseniz ve korumaya alsanız daha uygun olmaz mı?

Üniversiteyle hiç görüşmem. Hocaların megalomanca yaklaşımları var, ilgilenmiyorlar bile.

 

Akademik unvanınız olmadığı için sizi dikkate mi almıyorlar? Araştırmacılar size başvurmuyorlar mı?

Bir kere benim bu kadar belge topladığımı bile bilmiyorlar. Üstelik benim bir başka yerde yine böyle arşiv olarak kullandığım depo gibi bir yerim daha var. Ben bunların içerisinde boğulmuşum yani. Bana bir şey olursa bunları deşifre edecek adam çok az. Üniversitelerin yaklaşımı şu: “ Sen bize ver, git! Biz çözeriz.” Ya da “ Sana bir adam yollayalım, senin arşivini elden geçirsin, antikacı dükkanından mal seçer gibi istediğini alsın!”

 

Birol Biçer