Batı dünyası öyle bir korku ve körlük içinde ki, biz eski uygarlık insanlarının onlara öğretecek hiçbir şeyi olmadığını düşünüyor ve uyarılarımızı asla dinlemiyorlar. Gökyüzü insanların üstüne ölüm ve yıkım yağdırmaya devam ediyor ama hâlâ bu işaretler göz önüne alınmıyor.

Bugün ikinci bir tehlike olan Kızıl Ejder ve onun anlamı hakkında bilgi vereceğim. Bizim Kızıl Ejder olarak adlandırdığımız yıldız ise Batılılar tarafından Vulcan olarak bilinmekte.

Vulcan, Roma’nın Ateş tanrısının ismi olmakla beraber, Yunan tanrısı Hepheaestus’tan gelir. Hephaestus ise aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite ile evlidir. Ama onlar bu bağlantıdan ve aşk- ateş ilişkisinden habersizler. Ama Hristiyanların kutsal kitabında bile şöyle sözler mevcut: “ Ve başka bir alamet belirdi cennette: Dev bir kızıl ejder.”

Batılıların Vulcan’a dair ilk tarihsel verileri Aralık 1859’da Fransız fizikçi ve amatör astronom Edmond Modeste Lescarbault’un gözlemleri sonucu elde edildi: 26 mart 1859’da, Güneş’in önünde kara bir nokta farketti ve onun bir güneş lekesi olduğunu düşündü. Ancak bu noktanın hareket ettiğini fark ettiğinde ise şaşırdı. Bu Merkür’ün 1845’deki geçişiydi ama o bunun henüz keşfedilememiş bir cismin transiti olduğunu zannetti.
Daha önceki gözlemler ise 26 Haziran 1819’da, “İki siyah nokta…Güneş üzerinde… yuvarlak, siyah ve farklı boyutlarda.” diyen Gruithuisen tarafından yapıldı. Pastorff ise biri büyük, biri küçük 2 nokta gördüğünü iddia etti. Sonradan yapılan birçok gözlemle beraber, 29 Haziran 1878’deki tam Güneş tutulması sırasında, iki deneyimli astronot, Profesörr James Craig Watson (Michigan’daki Ann Arbor gözlemevinin yöneticisi) ve bir amatör olan Rochester’li (New York) Lewis Swift, Güneş’e yakın bir konumda Vulcan gibi bir gezegeni gözlemlediklerini iddia ettiler. Watson, gezegenin Güneş’in 2,5 derece güneybatısında olduğunu hesaplarken, büyüklüğünü 4,5 derecede tahmin etti. Tutulmayı Denver, Colorado yakınlarından gözlemleyen Swift ise, Güneş’in 3 derece güneybatısında Merkür’e bağlı bir gezegen gözlemlediğini söyledi. Swift, bu gezegenin parlaklığının Theta Cancri adı verilen ve “diğer gezegenden” 6 veya 7 derece uzaklıkta bulunan bir gezegenle aynı parlaklıkta olduğunu tahmininde bulundu.

Einstein’ın Rölativite teorisi 1915 yılında Merkür’ün düzensiz hareketlerini Güneş’in yerçekimi alanının bir sonucu olarak açıkladığı zaman, Batılıların Vulcan’a olan ilgileri azalmaya başladı. Einstein’ın denklemleri klasik mekanikten daha değişik sonuçlara ve tahminlere ulaşıyordu ve bunlar Merkür’ün esas yörüngesini açıklamaya yeterliydi. Ancak, daha sonra yapılan ve Einstein’ın teorisi tarafından ikna olmayan bilim adamlarının araştırmaları şunu gösterdi: Birkaç bilimadamı Vulcan’la ilgili gözlemlerin hepsinin sahte olmadığına ikna oldu. Bunlardan biri, Dowling College’den Henry C. Courten idi. 1970’teki Güneş tutulması ile ilgili fotoğrafları inceleyen Courten ve arkadaşları, Güneş’in yörüngesine yakın konumda bazı cisimler belirlediler. (Miami Herald, 15 Haziran 1970). Bazılarının sahte olabileceğini de hesaba katan Courten, bu cisimlerden en az 7 tanesinin gerçek olduğu kanısına vardı. Bu cisimlerin varlığı Kuzey Carolina’daki bir bilim adamı tarafından da doğrulandı. Hatta Virginia’dan üçüncü bir gözlemci onları gördüğünü iddia etti.

17 Aralık 2004’te yayınlanan “Einstein’ın genel röletavite teorisi test ediliyor” başlıklı makalede olduğu gibi, bugünlerde Einstein’ı sorgulayan bilim adamları artıyor. Makalede şöyle diyor; “ Bunun endişelenilmeyecek kadar küçük olduğunu düşünebilirsiniz ama öyle değil. Bu, hesaplama hatasından da ciddi bir hata. Getirilebilecek bir açıklama, Merkür’ün yörüngesinde ve Güneş’in etrafında dönen başka bir gezegenin varlığı olabilir. Astronomlar onun orda olduğundan o kadar emindiler ki, ona bir isim bile verdiler: Vulcan.”.
Einstein teorilerini doğrulamak için ölçümlerini Güneş tutulması sırasında yaptı ancak bugün, radyo dalgalarının Güneş’in yanından geçerken kuasar (çok uzakta olan ve radyo dalgaları yayan gök cismi) tarafından yönlerinin sapma değerleri ölçülüyor ve tam bir tutulma esnasında ölçülen değerlerden daha kesin sonuçlar elde ediliyor.

Dünyanın eski toplumlarına göre Kızıl Ejder yani Vulcan’ın alametlerine her zaman dikkat edilmeli ve tüm insanlık uyarılmalı. Batılı insanların düşünüş biçimi, çelişik teorileri ile hala karmakarışık ve gezegenin işaretlerini ve afetsel değişimleri takip edemez durumda.

Amatör bir Amerikalı astronom olan Glen Deen, araştırmalarına dayanarak Vulcan’ın 23 Şubat 2005’te görünebileceğini yazmıştı: “ Şu anki tahminimde kesin konuşabiliyorum çünkü önceden, Vulcan’ın Dünya üzerindeki yerçekimsel etkisini göz ardı ediyordum. Bunu, Vulcan’ın kütlesinin Dünya’nınkinin 3,9 katı olacağını hesaplamadan önce yaptım. Vulcan Dünya ile neredeyse çarpışacağı için, ikisi de yörüngelerini değiştirecek bir etkiye maruz kalacaklar. Bu, Vulcan- Merkür karşılaşmasının kesin tarihini hesaplamayı olanaksız kılan matematik modeline yeni bir özgürlük alanı getiriyor.”

Dünya, geçmişimizin bir parçasında bizimkinden daha gelişmiş teknolojilere sahip insanlar olduğunu gösterme konusunda bize cömert davranır. Bugüne kadar kaybolmuş uygarlıklıklardan günümüze kalan ve Büyük Piramit gibi bugünkü teknolojimizle dahi yapamadığımız mimari harikalarla ilgili birçok teori mevcuttur. Tüm insanların ortak geçmişleri ani çöküş ve yıkımlara işaret eder, yine de bu kültürlerin ölümleri bir sırdır, ve yine bu teoriler bunların ortaya çıkışına neden olan gelişmeler kadar fazla sayıdadır. Şimdi dünyamız bir başka büyük ve ürkütücü yıkımın değişikliğine girerken insanları bu konuda uyarmak isteyen sesler yükseliyor. Bu sesleri duymak önemli; çünkü bu kadar büyük bir mesajın birçok bölümü ve ileticisi olur. Bu uyarılar binlerce yıl boyunca kuşaktan kuşağa devredildi. Gelecekten bu uyarılar kahinlerin sözcükleriyle, tüm zamanlarda ve tüm mekanlarda, ve yaklaşan korkunç olayların detaylarıyla birlikte sunuldu. Ancak Batılı insanlara gore bunlara “uyarı” değil, “bilgili insanların asla inanmayacağı efsaneler ve batıl mitler” demek gerekiyor. Oysa hepimizin bildiği gibi bu uyarılar, insanlara birçok farklı düzeyde ve doğrudan onların ruhlarına seslenecek biçimde verilmiştir. Bu uyarıları görmezden gelmek, sonuçta zihinsel bir çöküşü de gündeme getirecek oranda içsel üzüntü ve acılara neden olacaktır. Ve her geçen gün biz dünyayı etkileyecek yıkımların getireceği büyük olaylara doğru yaklaşırken Batı insanı bunu inkar etmekte ısrar etmeye ve bu yüzden hem zihinsel hem de ruhsal alanda çökmeye devam ediyor. Sanki kendi ruhları onları terketmiş…

Batı insanları akli yıkımlarını tanımlayabilmek için şimdilerde “travma sonrası stres” benzeri psikolojik tıbbi terimler kullanıyorlar. Karşılaştıkları birçok semptomdan bazıları şunlar: Sürekli tetikte olma hali, yüksek ölçüde irkilmeler, hissizleşme, inkar (beynin acıyı azaltmak için olayları yeniden organize etmesi, bazen amneziye yol açar), agresif kontrolcü davranış, hafızada zayıflama, dikkat dağınıklığı, depresyon, genel endişe hali, öfke nöbetleri, madde kullanımı, istemsiz geriye dönüş deneyimleri, insomniya (uykusuzluk), intihar eğilimi, hayatta kalmadan kaynaklanan suçluluk duygusu. Ama tıbbi terimlerle açıkladıkları tüm bunların biz aslında onların yüzlerini ve ruhlarını kaybetmelerinden kaynaklandığını biliyoruz.

Batılı insanların her birinin bu semptomların her birine sahip olduğunu söylemek çocukça olurdu. Yine de bu semptomlar Batı insanının birçoğunu karakterize edebilir. Bizim birçok yaşlı insanımız Batılılarla buluştuğunda onların ne kadar kopuk, yabancılaşmış, agresif, kontrolcü, çabuk sinirlenen, bağımlı ve obsesif göründüğünü fark etmiştir.

Batılı insanlarla çıktığım ruhsal yolculuklarda onların hayata, hayattaki her şeye ve dünyanın kendisine karşı olan büyük korkuları rahatlıkla görülebiliyordu. Çocuktan bile daha azlardı, ve her şey hakkında eğitilmeye ihtiyaç duyan bebekleri anlayabildiğiniz ölçüde onları anlayabilirdiniz. Ancak kendilerine olan inançları “biz eğitilmeye ihtiyacı olan çocuklarız ve kendi düşüncemizin ve ruhlarımızın arkasındayız” şeklindeydi. Onlar bizi bilgi düzeyimizden çok, biriktirdiğimiz materyallerin miktarına ve paramıza göre ölçüyorlar.

Bizim bitki ve hayvanlarla ilgili bilgimize karşılık olarak onlar bedeni güçlendireceğine zayıflatan kimyasallar içeren yiyeceklerle dolu büyük gıda evleri verebilirler.

Biz, dağlarda nasıl ev yapılacağını bilirken onlar bize okyanusların ve nehirlerin kumlu kıyılarında inşa edilmiş evler verirler. Bizim kalplerimizdeki, ruhlarımızdaki huzura karşılık olarak onlar bize alkol, tütün ve uyarıcı ilaçlar verirler. Bunları kendi çocuklarına bile veriyorlar!
Bizim iç ve dış dünyalarla ilgili bilgimize karşılık onlar bize sürekli büyüyen, ölüm, ritüeller, kurban ve ölümsüzlük üzerine kurulu, bölünmüş dinlerini verirler.

Bizim ailelerimizin yakınlığına karşılık onlar çocukları anne babalarından, büyükbaba ve büyükanneleri torunlarından ayırırlar. Ve el üstünde tutulması gereken ailenin en büyükleri bakım evlerinde yalnız ölür.

Bu dünyanın mucizelerine ve insanların arkadaşlıklarına karşılık onlar bize yalnızlığı, televizyonu ve diğer teknoloji ürünlerini verirler.
Bizim alçakgönüllülüğümüze karşılık onlar bize ahlaki çöküntüyü ve en yüz kızartıcı cinsel sapkınlıkları verirler. Bizim ülkemizden onlara birçok kız, çocuk köle olarak satılmıştı. Aslında onların da çocuklarının çoğu, bunun farkında olmasalar da köleler…

Batı insanı yaşayan en köleleştirilmiş insan olmasına rağmen özgür olduğunu söyler. Özgürlük sözlerini dünyanın her yanına haykırırken çevrelerine örülmekte olan duvarı görmezler. Adalet ve merhametten bahsederken bu kavramların ülkelerinde artık yer almadığını fark etmezler. Mahremiyet haklarıyla ilgili konuşurken bile teknolojileri en ince düşüncelerine kadar her şeylerini yakalayıp ele verir.

Onlar aslında özgür değiller ve hayatlarını sürekli korku içinde yaşıyorlar. Bu korku aralarında o kadar güçlü bir hale gelmiş ve o kadar yaygınlaşmış ki artık korktuklarının bile farkında değiller. Farkında olanlar da, doğal güdülerini beyni yöneten her çeşit ilaçla kontrol altına almaya çalışıyor.
Ve Batı insanı uyarılar kendi kutsal kitaplarında yazılmış olmasına rağmen bu korkunun çözümünü garip kültlerde, tehlikeli dini liderlerde (“Sibirya’nın İsa’sı” olarak medyada yer almış olan Sergei Torop gibi) aramaya devam ediyor.

Her şeyin için doğru cevaplar her zaman kişinin kalbinde yatar, ama onlar bunu bilmiyor. Dünyadaki bu yaşamın gerçek olduğunu sanıyorlar. Bunun gerçek değil sadece bir rüyadan ibaret olduğunu bilmiyorlar. Onların gözlerini dış dünyadan alıp iç dünyalarına yönelterek gerçeklerin farkına varmaları için elimizden geleni yapmalıyız.

Sorcha Faal