HAARP’ın gerçek amaçları şöyle özetlenebilir: Atmosferi manipüle etmek ve modifikasyon sağlamak, geniş kitlelerin düşüncelerini ve ruhsal durumlarını kontrol edebilmek, istenilen ülkelerin iletişim sistemlerini çökertmek.

Temel prensipleri, Tesla’nın 100 yıl önce geliştirdiği fikirlere dayanıyor…

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bugünlere kadar gelen süre içerisinde, çeşitli çevrelerde en çok tartışılan konulardan biri “kara bilim” oldu. “Kara bilim” başta ABD olmak üzere büyük devletlerin, dünyayı kendi hegemonyaları altında tutabilmek için yaptıkları bilimsel-teknik araştırmalara ve üzerinde çalıştıkları çeşitli projelerin toplamına verilen ad. Bu projeler büyük ölçekli ve büyük bütçelerle yürütülen, gizli veya yan gizli projelerdir.

Saldırı/savunma silahları üretimi, gözetim sistemleri ve düşünce kontrolü üzerine yapılan çalışmalar, doğayı manipüle etme amaçlı araştırmalar, bu projelerin içeriğini oluşturur.

Söz konusu projeler gizli olduğu için, ortalıkta pek çok rivayet dolaşmaktadır ve elimizde bu projeler hakkında çok da fazla bilgi yoktur. Buna karşın, bu projeler içinde çalışan bazı insanlarını çalışmalarını deşifre etmesi, insanlık dışı bir bilimi kabul etmeyen araştırmacıların ve bilim insanlarının çabaları, devletler arasındaki çelişmeler ve nihayet bu projelerin bazılarının gizli kalamayıp ister istemez su yüzüne çıkması sonucu, söz konusu projeler hakkında az da olsa bilgi sahibiyiz.

Bu projelerin ilki, 2. Dünya Savaşı sırasında gerçekleştirilen Manhattan Projesi’ydi. 1941 yılında çalışmalarına başlanan Manhattan Projesi’nin konusu atom bombasının üretimiydi. Bu projenin gerçekliği Hiroşima ve Nagazaki’de acı bir biçimde kanıtlandı.

Gerçek olduğu en son kanıtlanan girişim ise ECHELON Projesi oldu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde, İngiltere, Yeni Zelanda, Avustralya ve Kanada arasında yapılan Ukusa Antlaşması’nın uygulamalarının 1980’lere yansıması olan ECHELON sistemiyle; tüm e-postalar, “chat” tipin-de iletişim biçimleri, faks, teleks, telefon haberleşmeleri gözlenebiliyor. ABD ve diğerleri yıllardır bunun bir komplo teorisi olduğunu, ECHELON Projesi diye bir proje olmadığını iddia ediyorlardı. Geçtiğimiz Şubat ayında yaşanan gelişmeler ise ECHELON’un gerçekliğini ortaya koydu. Basında ve internette çıkan haberlere göre, ABD’nin yukarıda adı sayılı diğer devletler ile birlikte casusluk yapması ortalığı karıştırdı. Fransa, ABD ve İngiltere’ye karşı hukuki işlemlere başvurmaya hazırlanıyor. Alman ve İtalyan parlamentoları ise konu hakkında araştırma başlattı. Avrupa Parlamentosu, Bilimsel ve Teknolojik Seçenek Değerlendirme Dairesi (STAO), konu ile ilgili özel bir rapor hazırladı. Avrupa Parlamentosu’nun konuyla ilgili raporu 22 Şubat’ta Özgürlükler Komitesi’nde ele alınacaktı. Şimdiye kadar varlığı kabul edilmeyen ECHELON’un adı, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) Şubat ayında internete verdiği, gizlilik derecesi olmayan belgelerden bazılarında da geçiyor.

İşte HAARP (High Frequency Active Auroral Research Program) Projesi’nin de bu tip bir kara proje olduğuna dair ciddi iddialar ve çalışmalar var.

Yeri gelmişken, Nikola Tesla hakkında da bilgi vermek istiyorum: Tesla 9 Temmuz 1856’da, Sırbistan’da doğdu. 1884’de ABD’ye göç etti. Tesla, tarih kitaplarından adı silinmiş önemli bir araştırmacı ve mucittir. Tesla 1800’lerin sonlarında, bugün tüm dünyada kullanılan “alternatif akım” (AC) sistemini buldu ve patentini aldı. Tesla’nın buluşları arasında “rotatif manyetik alan”, dinamo, AC endüksiyon motoru, vs. vardır. Tesla ABD’ye gidişinden bir yıl sonra, 1885’de alternatif akım dinamo, transformör ve motor sisteminin patent haklarım, adı bugün Tesla’nınkinden çok daha popüler olan George Westinghouse’a sattı. Tesla 1891’de ünlü buluşu olan “Tesla Bobini”ni (Tesla Coil) icat etti. Bu buluş, radyo teknolojisinde geniş olarak kullanılabilecek bir endüksiyon bobiniydi.
1900’ün başlarında Tesla, en büyük buluşu olarak gördüğü “karasal sabit dalgalar”! (terrestrial stationery waves) keşfetti. Bu buluşu ile yeryüzünün belirli frekanslardaki elektrik titreşimlerine duyarlı olduğunu ve bir iletken/iletici (conductor) olarak kullanılabileceğini kanıtladı. Tesla’nın bir diğer önemli projesi ise kablosuz elektrik transferiydi. 200 ampulü arada kablo olmadan, 25 mil uzaklıktan yakabildiği rivayet edilir. Tesla’nın en büyük amaçlarından biri ionosferden bedava elektrik üretmekti. Kablosuz ve bedava elektrik projeleri gibi çalışmaları olan Tesla’nın, finansörü J. P. Morgan’a Long Island’da yapımına başlanan ancak tamamlanamayan, deneyler için kullanılacak laboratuar kulenin işlevinin, mesaj gibi elektrik iletmek olduğunu itiraf etmesi, onun inişinin de başlangıcı oldu. Tekeller oyların ona karşı kullandılar. Tesla, sistemin görmek istediklerinden daha fazlasını yapmıştı.
Konvansiyonel olmayan enerji teknolojileri alanında Tesla çok önemli bir isim olmasına karşın, tarih kitaplarında ona, sanki önemsiz tarihsel bir figürmüş gibi davranıldı. Tesla-Edison karşılaştırması bu açıdan ilginçtir. DC (doğru-sal akım-direct current) sisteminin mu-cidi Edison’u herkes tanır. Ancak onun DC sisteminden çok daha kullanışlı olan ve bugün kullanılan AC sisteminin mucidi Tesla küçük bir çevre dışında tanınmaz. Edison’un DC sistemi, merkez-den bir mil uzaklıktaki ampulü yakamıyordu. Tesla’nın AC sisteminde ise elektrik, yüksek voltajlarda yüzlerce mil yolculuk yapabilir.
20. yüzyıla girmeden hemen önce Tesla yeni tip elektrik dalgasını keşfetmiş ve kullanmıştı. Görünüşe göre keşfi o kadar esaslıydı ki, Tesla’nın arkasındaki finansal desteğin geri çekilmesinden, kasıtlı olarak izole edilmesinden ve adının kitaplardan silinmesinden sorumluydu.
Tesla 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren izole bir yaşam sürdü. Ara sıra yeni, bedava enerji kaynağı keşfini, bütün düşman orduları ve yüzlerce mil öteden bütün uçakları yok edebilecek “ateş topu” silahları teorisini, akıl almaz bir savunma hazırlayabilecek bir silah düşüncesini ve kablosuz, kayıpsız enerji transferinin mükemmelliğini açıklamak için yüzeye çıktı. Tesla 7 Ocak 1943’de yokluk içinde ölürken arkasında pek çok radikal icat ve fikir bırakmıştı. Öyle ki, kendisine “Elektriğin Tanrısı” dendi. : Pek çok araştırmacıya göre HAARP 1 Projesi, ilk kez Nikola Tesla tarafından ileri sürülen konseptleri kendine temel aldı. Pentagon, HAARP Projesi İle “Tesla teknolojisini” yeniden yaratıp, bu teknolojiyi tehlikeli amaçlar için kullanmayı hedefliyor.

HAARP: SADECE BİR AKADEMİK ARAŞTIRMA MI?

High frequency Active Auroral Research Program (HAARP) dünyanın en büyük ve en güçlü radyo transmiterlerinden (iletici) birimi imal etme projesidir. Proje, Amerikan Hava ve Deniz Kuvvetleri tarafından ortaklaşa finanse ediliyor. 30 milyon dolarlık programın yürütme görevi ise Alaska Üniversitesi’nin. Proje, Alaska/Gakona’nın 11 mil doğusunda hala inşa halindedir. 1993 yılında uygulamaya konan programın 2002 veya 2003 yılında tamamlanması bekleniyor.

HAARP dev antenlerden sinyaller gönderecek yüksek frekans transmiterlerinden ve bunun dışında 19 enstrümandan ibaret. Geçen yıllarda 48 anteni inşa edilmiş olan ve 5 arc’lık bir alana yayılan HAARP, program tamamlandığında her biri 2 tane 10 kilowatthk radyo transmiterli 180 antene sahip olacak ve 33 acr’lık bir alana yayılacak. Enerji için dizel jeneratörler kullanılacak ve 3.6 megawatthk radyo sinyalini ionos-fere gönderme kapasitesine sahip olacak. Kısaca HAARP, inanılmaz güç düzeylerinde ELF (extremely low frequ-ency-son derece düşük frekans) ve VHF (very high frequency-çok yüksek frekans) transferine yetenekli, dünyanın en büyük radyo frekansı (RF) transmitteri olacak.

HAARP’ın sıradan bir radyo istasyonundan farkı daha güçlü olması ve antenlerinin yönlendirilebilir ve belirli bir noktaya odaklanabilir olması. Bunun anlamı 3.6 megawattlık radyo sinyali sadece gelişigüzel bir şekilde dışarı yayılmayacak, bunun ötesinde, bu radyo sinyalleri bir ışının içinde yükselebilecek. Bu ışının parlaklığı radyo mühendislerinin “effective radiated power” (ERP-etkili ışınsallaştırılmış enerji) olarak adlandırdıkları şey. HAARP’ın tamamlanmış hali 4.7 gigawatt civannda ERP’ye sahip olacak.

Desinatörieri HAARP’ın enerji üretmeyeceğini, sadece kendine yüklenen enerjiyi istenen belirli noktalara transfer edeceğini belirtiyorlar.

Konuyu daha iyi kavrayabilmek için Daily News gazetesinden Doug O’Har-ra’nın verdiği bir örneği aktaralım. İki elektrik ampulü düşünün. Bu ampullerin bir tanesi 100 watt diğeri 1000 watt. Onları bir alanın ortasına yerleştirin. 1000 wattlık ampul 100 wattlık ampul-den 10 kez daha parlaktır. 10 kat fazla enerji yayar. Şimdi, 100 wattlık ampulü ışığın ışınını 10 kez parlaklaştıran bir reflektör (yansıtıcı) ile birlikte bir elektrik fenerinin içine yerleştirin. Elektrik feneri 1000 wattlık bir ERP’ye sahip olacaktır. Eğer bu size çevrilirse, 100 wattlık elektrik feneri 1000 wattlık ampul gibi parlak görünecektir. Hâlâ sadece 100 watt gönderiyor fakat sınırlı bir yerden 1000 wattlık ampul kadar parlak görünüyor olacaktır.

Mühendisler HAARP’ın antenlerinin radyo enerjisinin üzerinde elektrik feneri reflektörü gibi hareket edeceğini söylüyorlar. Tonosferin bir bölümü üzerinde, 4.7 giga-watt ERP’ye sahip bir ışın içinde, 3.6 megawatt odaklayacaktır.

Eğer HAARP’ın bütün antenleri en yüksek frekansına, 10 Mhz civarına, getirilirse ve ionosferin en alçak bölümüne, 50-55 mil civarına, hedeflenirse, radyo ışını tarafından vumlan alan 30 mil kare civarında olacak. HAARP mühendislerine göre bu, HAARP’ın çalışabileceği en dar ve en çok odaklanmış alan. Diğer yerleşimlerde ve irtifalarda ışın, enerjisini daha geniş bir alan üzerinde yayabilecek.

Aslında HAARP gizli bir proje değil. Amerikan Savunma Bakanlığı da HAARP’ın varlığını diğer projelerde olduğu gibi inkar etmiyor. Internette HAARP’ın kendi web sitesi bile var. Giz ve ihtilaf, amaçlar ve sonuçlar söz konusu olduğunda başlıyor.

Bu ihtilaflı projenin yöneticisi olan John Heckscher’e göre HAARP’ın amacı gayet masumane: HAARP, iyonosferi dev bir anten olarak kullanabilmek amacıyla, bir ionosfer yamasını ısıtmak için araştırmacıların kullanabileceği bir alet. HAARP tamamlanıp harekete geçirildiği zaman, dev antenler, aynı zamanda yüksek frekanslı radyo dalgalarmı dar bir ışının içinden iletecekler. Bu radyo dalgalan ionosfere gönderilecek.

Bu yüksek frekans radyasyon ışını ile, araştırmacılar elektrojetin (aurorasal perde boyunca bir milyon amperlik doğal akımlar) küçük bir parçasını değiştirebilecekler. Elektrojetin gücünün değiştirilmesiyle, ionosferin çok düşük frekansı (extremely low ferquency-ELF) radyo dalgalan üretmek için kullanılması mümkün hale gelecek. Geophysical Institute (Jeofizik Enstİtüsü) yöneticisi Syun Akasofu’ya göre HAARP gibi bir araç olmadan, bu frekans genişliğinde yayın yapabilmek için yüzlerce mil uzunluğunda bir antene ihtiyaç vardır. HAARP etkili bir şekilde aurorayı bir çeşit antene dönüştürüyor. Çünkü ELF radyo dalgaları okyanuslara nüfuz edebiliyor. Böylece denizaltılar suyun yüzeyine çıkmak zorunda kalmadan radyo sinyallerini alabilecek. ELF dalgaları ayrıca uzun mesafeli komünikasyonları kolaylaştırabilecek. ELF dalgaları, aynen okyanusa olduğu gibi, yeryüzüne de derinden nüfuz edebilecek. Monitöre bağlı bir alıcı kullanarak, objelerden dünyanın yüzeyine sıçrayan dalgalar sayesinde tüneller veya gizli yeraltı barınaklarının varlığı ortaya çıkacak. Bu jeologların yeraltı minerallerini ve petrol depolarını bulmak için yıllardır kullandıklarıyla aynı teknik.

Heckscher’e göre HAARP’ın yayacağı sinyaller hükümetin herhangi bir elektrik sinyali için uygun bulduğu güvenlik düzeyinden bir milyon kez daha az tehlikeli. HAARP’m transmiteri halihazırda 1/3 megawatt güce sahip. Gelecek yıllarda bu rakam 3 megavvatt’a ulaşacak. Heckscher HAARP’m ionosfer üzerindeki etkisinin az olacağını basit bir örnekle açıklamaya çalışıyor: Küçük bir elektrik bobmim bir fincan kahveye veya büyük bir nehire daldırmak. Heckscher’e göre HAARP ile yapılacak olan ikincisi.

Akasofu da bu gibi durumlarda hep ifade edildiği gibi, HAARP Projesi’nin doğaya ve insanlara ciddi zararları olacağı iddiasının bir bilim kurgu olduğunu söylüyor. Ona göre projenin, transmiter faaliyet halindeyken o yörede uçan uçaklardaki elektronik ekipman için potansiyel bir tehlikesi var. Fakat buna karşı güvenlik tedbirleri mevcut. HAARP operatörleri Federal Aviation Administration’a HAARP’ın İletim takvimini verecekler ve mühendisler yörede uçan uçakların güvenliğini temin etmek için HAARP’a uçak belirleme radarları yerleştirecekler. Aynı prosedür roketler için de takip edilecek.

HAARP’ı DEŞİFRE ETME GİRİŞİMLERİ

HAARP’a karşı muhalefet önce İnternet kanalında başladı. Pek çok insan Alaska’daki şüpheli askeri faaliyetlere dikkat çekmek İçin interneti kullandı. Protestonun basılı kısmı, daha sonra Alaska’da yaşamaya başlayan bir antinükleer aktivist Dennis Specht, Nexus adlı dergiye HAARP konulu bir haber gönderdiğinde başladı. Daha sonra, Alaskalı bir politik aktivist ve Anchorage’da bilimsel araştırmacı olan Nick Begich, kendilerini teknokeşişler olarak tanımlayan, Arizona/Sedona’da yaşayan Patrick ve Gael Crystal ile net üzerinden iletişim kurdu ve onlardan bir Avustralya dergisi olan Nexus’u kontrol etmelerini istedi. Begich kendi memleketiyle ilgili bir konuyu Nexus’a görmekten çok şaşırdı ve makalede zikredilen dökümanları bulup çıkarmak için acilen çalışmaya başladı.

Muhalif araştırmacılara ve bilim insanlarına göre HAARP bir çeşit gelişmiş “ionosferik ısıtıcı” (ionosferic he-ater). Bu ionosferik ısıtıcı üst atmosferi, odaklanmış ve yönlendirilmiş elektro-manyetik ışını ile zaplayacak. Ultragüçlü dalgaları, atmosferimizdeki elektrikle yüklü bölgenin titremesine (vibrate) ve dramatik bir şekilde yanmasına neden olabilir.

İonosfer atmosferin tabakalarından biridir. İonosfer, dünyanın üst atmosferini saran elektrik yüklü bir alandır. Dünyanın yüzeyinin üstünden, aşağı yukarı 35-50 milden başlayıp 500-600 mil yüksekliğe kadar uzanır (48 km ila 50000 km). tonosfer ion ve elektron olarak adlandırılan pozitif ve negatif yüklü atomik parçacıklar içerir. Uzaydan gelen zararlı ışınlara karşı doğal bir kalkan işlevi görür. Amerikan ordusu HAARP İçin, “ionosfer üzerine yapılan bilimsel bir araştırma” gibi zararsız bir gerekçe ileri sürmektedir. îonosfer tabakası askeriye için önemlidir. Çünkü ordu tarafından kullanılan iletişim, gözetim ve denizcilik sistemlerinin hepsi ionosferin içinden geçer veya ionosfer tarafından yansıtılır. İonosferin bir bütün olarak anlaşılması ve kontrol edilmesi Pentagon’a bu sistemler üzerinde daha iyi kontrol imkanı verecek.

HAARP üzerine en kapsamlı araştırmayı yapıp, çalışmalarını Angels Don’t Play Thîs HAARP-Advencis in Tesla Technology adlı kitapta derleyen Dr. Nick Begich ve Jeane Manning’e göre, HA-ARP bir çeşit radyo teleskobunun değiştirilmiş hali. Antenler sinyalleri almak yerine, gönderiyorlar. Yazarlar HAARP’ı ionosfer alanlarını, bir ışını odaklayarak, ışının odaklandığı bu bölgeleri ısıtıp yükselten süper güçlü radyo dalgası, ışınlama teknolojisi için bir test olarak değerlendiriyorlar. Elektromanyetik dalgalar daha sonra dünyaya geri sıçrayacak ve her şeye nüfuz edecek.

Begich ve Manning “HA-ARP tellaUarı”nm, projenin komünikasyon sistemini geliştirmek için ionosferi değiştirme amaçlı, iyi niyetli akademik bir proje olduğu izlenimi verdiklerini; bu programın Arerico, Porto Riko, Tromsk, Norveç ve eski Sovyetler Biriliği’ndeki diğer tamamen güvenli ionosferik ısıtıcı operasyonlarından bir farkı olmadığını iddia ettiklerini, bununla birlikte askeri dökümanların meseleyi açıkça ortaya koyduğunu ifade ediyorlar. HAARP’m gerçek amaçlarından biri, Pentagon’un hedefleri için ionosferin nasıl sömürüleceğini öğrenmek. RF gücü ionosferi doğal olmayan aktivitelere götürecek. Bu proje ancak bir nükleer silahını yapabileceği boyutlarda tehlikeler içeriyor. Ayrıca bizi, ionize evrenin ve hiç durmadan bizi bombalayan yıldızlara ait radyasyonun zararlı etkilerinden koruyan gezegenin kalkanının doğasını değiştir-meye çabalıyor.

Uygulayıcıları tarafından ionosferik bir araştırma olarak nitelenen HAARP ile gündeme gelen ilk soru: “Gökte delikler mi açıyorlar?” sorusu. Tesla’nın çalışmalarını baz alan bu ihtilaflı transmitter veya ısıtıcının dünyanın üst atmosferinde 30 millik delikler açmayı da içeren pek çok potansiyel tehlike içerdiği bilim insanları tarafından ciddi bir şekilde ileri sürülüyor. Çoğu bilim insanı, HAARP’ın eğer havanın kontrolü için kullanılmazsa, hava modifikasyonu için kullanılabileceği konusunda görüş birliği içindeler.

Bunun yanında, “HAARP’ın sahipleri” onu kullanarak üst atmosferde bir reflektör yaratma imkanına sahip olacaklar. Bunu HAARP’tan transfer edilen enerjiyi, gökyüzünün bir bölümüne odaklayarak ve elektrik akımını açarak yapacaklar. Hava tamamen dramatik olarak ısınacak ve ordunun, radyo dalgaları ve radar ışınları için kullanabileceği bir donuk nokta (opaque spot) yaratacak. Bu şekilde onlar, ışınlarına dünyanın etrafını “eğmek” için imkan verecek sanal yansıma istasyonu (virtu-al reflectmg station) yaratmaya yetenekli olacaklar.

HAARP aynca, verili bölgenin üstündeki ionosfer bölümünü kışkırtarak (uyandırarak), dünyanın herhangi bir yerindeki iletişimi engelleyebilecek. Etki, yerel bir fırtına gibi olacak: bölgenin içine veya dışına herhangi bir yayını total bir engelle karşılaşacak.

Begich ve Manning, Bernard Eastlund isimli Teksaslı fizikçinin çalışmaları üzerine inşa edilen başka patentlere bakınca, ordunun HAARP transmiterini nasıl -ne şekilde kullanmaya niyet ettiğinin, daha açık hale geleceğini söylüyor-lar. Bu ayrıca, hükümetin proje konusundaki yalanlamalarını daha az inanılır hale getiriyor. Yazarlara göre Pentagon bu teknolojiyi hangi niyetlerle ve ne şekilde kullanacağını biliyor ve dokümanlarında bu konuda “temizlik” yapıyor. Ordu kasti olarak, sofistike kelime oyunları, hile ve açık dezenformasyon aracılığı ile halkı aldatıyor. Pentagon, HAARP sisteminin:

– Orduya atmosferik termonükleer cihazlarının elektromanyetik titreşim etkisini tekrar yerine koyacak (yerine başkasını geçirmek) bir alet verebileceğini;

– Çok büyük ELF denizaltı iletişim sistemini, ELF dalgaları üreterek yeni ve daha sıkı bir teknolojiyle yeniden yapılandıracağını;

– Askeriyenin kendi iletişim sistemlerinin çalışmasını korurken, son derece geniş alanlardaki iletişimleri silip süpürmesine yol hazırlayabileceğini;

– Eğer EMASS’ın kompüterize yetenekleriyle ve Cray bilgisayarlarla birleşirse dünyanın tomografisini çekme imkanı sayesinde, barışın korunmasına katkıları olacağını;

– Büyük bir alan üstünde petrol, gaz ve mineral tortular bulmak amacıyla jeofiziksel yoklama için bir araç sağladığını;

– Yaklaşan uçaklar ve kurvazör füzelerini meydana çıkarmak için kullanılabileceğini ve diğer teknolojileri kullanılmaz hale getireceğini söylüyor.

HAARP’IN ARKA PLANI

Kuşkusuz, HAARP izole olmuş bir proje değil. ABD’nin uzun yıllardır üzerinde çalıştığı pek çok projeden olu-şan demetin bir parçası. Aslında HAARP “Yıldız Savaşları” (Star Wars) programının önemli bir bölümünü oluşturuyor.

ABD uzayla, 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ciddi bir biçimde ilgilenmeye başladı. Bu derin ilginin nedenleri roket teknolojisinin başlangıcının -nükleer teknolojinin de eşliğiyle- bu dönemde ortaya çıkmasıdır. İlk çalışmalar sonucunda gürültü bombalan ve rehberli füzeler ortaya çıktı. Roket ve nükleer silah teknolojisi aynı zamanda, 1945-1963 yıllan arasında gelişti. Bu süre zarfında yeryüzünün üstünde ve altında şiddetli nükleer testler tecrübe edildi. İonosfer ve stratosfer üzerine yapılan çalışmalar sonucu atmosferin bir parçası olan ve evrenden solar ve galaktik rüzgarlarla gelen protonlar, electronlar ve alfa parçacıkları gibi yüklü parçacıkları tutarak dünyayı koruyan “Van Allen Belts” (Van Allen Kemerleri) bulundu. Bu kemerler Amerika’nın ilk uydu operasyonu -Explorer I-sırasında 1958’de keşfedildi.

Ağustos-Eylül 1958 arasında ABD, “Argus Projesi” adı altında 3 nükleer bomba ve 2 de hidrojen bombası deneyi yaptı. Bu projenin amacının, yüksek irtifadaki nükleer patlamaların elektromanyetik titreşim (EMP) nedeniyle radyo iletimlerine ve radar operasyonlarına etkisine değer biçmek, jeomanyetik alanlar ve onun içindeki yüklü parçacıkları daha iyi anlamak olduğu söyleniyor.

13-20 Ağustos 1961’de Amerikan ordusu ionosferde bir “telekomünikasyon kalkanı” yaratmayı planladı. Bu kalkan 3000 km yükseklikte kurulacaktı. Kalkanın ionosferde kurulma sebebi telekomünikasyonlara manyetik fırtınalar ve güneş ışınları tarafından zarar verilebilir olmasıdır.

9 Temmuz 1962’de Pentagon “Project Starfısh” adı altında ionosferle ilgili bir dizi yeni deney yapmaya girişti. Bu deneyler alt Van Allen kemerine zarar verdi. 1968’de “Solar Power Satellite Project (SPS) ile güneş enerjisiyle çalışan her biri bir ada büyüklüğünde olan uydular üzerine çalışıldı. 1975’de fırlatılan “Saturn V Rocket” atmosferde yandı. Bu yanma ionosferde büyük bir delik açtı.

1978’de SPS Projesi üzerine yeniden çalışılmaya başlandı. Bu dönemde antibalistik füzeler için uydu ışın silahları üzerine çalışıldı. Yüksek enerjili lazer ışınlarının bir “termal silah” olarak düşman füzelerini yok etmek için en uygun araç olduğu ileri sürüldü. SPS aynı zamanda psikolojik ve anti-personel bir silahı da ifade etmekteydi. Lazer ışınlan güç bataryaları bir SPS uydusundan diğer uydulara veya platformlara yayılabilecektir. Bir psikolojik silah olarak insanlar üzerinde genel bir panik yaratma etkisi vardır. SPS’in dünyanın herhangi bir yerindeki askeri operasyonda ihtiyaç olunan enerjiyi iletme kapasitesinden bahsedilmektedir. Bunların dışında, gözetim ve erken uyan sistemlerinde gelişmeler, düşman orduların yayınını bozma ve ionosferde fıziksel değişiklikler yaratma yeteneğine sahiptir.

SPS projesine Başkan Carter’m onay vermesine karşılık, projenin çok pahalı olması (Enerji Bakanlığı’nın tüm bütçesinden daha fazla bir bütçeye ihtiyaç duyuluyordu) nedeniyle program rafa kaldırıldı. Ta ki Ronald Reagen başkan olana dek. Proje Reagen, döneminde yeniden su yüzüne çıktı. Reagen projeyi, Pentagon’un bütçesinden daha büyük bir bütçe ayırarak “Star Wars” (Yıldız Savaşları) adı altında harekete geçirdi.

1970’lerin sonlarında Pentagon, düşmana ait nükleer çevrede iletişimin radyo ve televizyon teknolojisinde kullanılan geleneksel yöntemlerle gerçekleştirilemediğini farketti. 1982’de bir komuta kontrol elektronik alt sistemi geliştirildi. “Ground Wave Emergency Net-work (GWEN)” denilen bu sistemle roketler monitörden İzlenip kontrol edilebiliyordu.

1981 yılında “Orbit Maneuvering System” (OMS) ile uzay mekikleri için SPS uzay platformları inşası planlandı. NASA’nın ürettiği uzay mekiğinin ionosfere enjekte ettiği gazların ionosfere etkisi üzerine çalışıldı. Deneyler sonu-cunda ABD ionosferik delikler açabildiğini gördü. 1985 yılında yeni mekik deneyleri yapılmaya başlandı. 1980’lerde ABD yılda 500-600 civarında roket fırlatıyordu. Bu sayı 1989’da zirveye (1500 adet) ulaştı. Bütün bu deneylerin atmosfere ciddi etkileri oldu.

1986’da, Çernobil faciasından hemen önce, ABD Mighty Oaks olarak bilinen Nevada’daki test bölgesinde hidrojen bombası deneyleri yapıyordu. Bu deneyler X ışınları ve parçacık ışını silahlarının geliştirilmesi programının bir parçasıydı. ABD 1991’de Körfez Savaşı sırasın-da elektromanyetik titreşim silahları (EMP) olarak adlandırılan silahları test etti.

1993 yılında başlatılan HAARP projesi işte tüm bu deneylerin devamı ve Star Wars programının bir parçası durumunda.

HAARP’IN TARİHİ

Dünyadaki en büyük petrol şirketlerinden biri olan ARCO’nun şubesi ARCO Power Technologİes Incorporated (AP-TI), HAARP projesini inşa edecek müteahhit şirketti. ARCO bu şubeyi, patentleri ve ikinci safha inşa kontratıyla Haziran 1994’de E-Systems’e sattı. E-Systems istihbarat servislerine iş yapan, dünyadaki en büyük müteahhit şirketlerden biridir. CIA, savunma istihbarat örgütleri ve diğerleri için iş yapar. Yıllık satışlarının 1.8 trilyon doları, kara projeler (o kadar gizli projeler ki ABD Kongresi paranın nasıl harcandığını konuşmuyor) için olan 800 milyon dolarla birlikte, bu örgütleredir.

E-Systems’in hisseleri, dünyadaki en geniş savunma müteahhitlerinden biri olan Raytheon tarafından satın alındı. 1994’de Raytheon Fortune, ilk 500’ler listesinde 42 numaradaydı. Raytheon, bazıları HAARP projesinde değerli olacak binlerce patente sahip. Aşağıdaki 12 patent, HAARP projesinin omurgası ve şimdi Raytheon ismi altında tutulan binlerce diğerleri arasında saklanıyor.

Bemard J. Eastlund’un 4686605 nolu patenti, “Method and Apparatus for Al-tering a Region in the Earth’s Atmosphere, lonosphere, andor Magnetosphere (Dünyanın Atmosferinde, îonosferinde ve/veya Magnetosferinde Bir Bölgeyi Değiştirmek için Yöntem ve Cihazlar) bir yıldır hükümet gizli emri altında mühürlü. Bu patente göre, Nikola Tesla’nın 1900’lerin başındaki çalışması araştırmanın temellerini şekillendirdi.

Olayın bir de ticari boyutu olabilir tabii. Bu teknolojinin, patentlerin sahibi ARCO için ne kıymeti olacak? Elektrik gücünü gaz alanları içinde bir güç merkezinden tüketiciye kablosuz olarak ışınlayarak muazzam kazançlar elde edebilirler.

Bir süre için, HAARP araştırmacıları bunun HAARP için amaçlanmış kullanımlardan biri olduğunu kamtîayamadılar. Bununla birlikte, Nisan 1995’de Begich diğer patentleri buldu. Bu yeni APTI patentlerinin bazıları gerçekten de elektrik gücünü göndermek için kablosuz bir sistemdi. Aynı, Tesla’nın projesi gibi.

Eastlund’un patenti, bu teknolojinin uçakların ve füzelerin sofistike rehber sistemlerini bozabileceğini veya tamamen çatlatabileceğini söylüyordu. Dahası, dünyanın geniş alanlarına başkalaşan frekansların elektromanyetik dalgaları ile bu püskürtme yeteneği ve bu dalgalardaki değişimleri kontrol, karada ve denizde, havada olduğu gibi iletişimi nakavt etmeyi mümkün hale getirecekti.

Begich bunun dışında 11 tane başka APTI patenti buldu. Nükleer çaplı radyasyonsuz patlamaların, güç ışınlama sistemlerinin, radarlarını, nükleer başlık taşıyan füzeler için dedektör sistemlerinin, şimdiye kadar termonükleer silahlar tarafından üretilen elektromanyetik titreşimlerin ve diğer Yıldız Savaşları oyunlarının nasıl yapılacağını açıklayan çalışmalardı bunlar. Bu patent demeti HAARP silah sisteminin temelinde yatıyor.

İki yazara göre, sanki havadaki ve zihinsel tahriplerdeki EM titreşimler yetmemiş gibi, Eastlund süper güçlü ionosferik ısıtıcının havayı kontrol edebileceğiyle övünüyor. Begich ve Manning’m aydınlattığı hükümet dökümanları gösteriyor ki, Pentagon hava kontrol teknolojisine sahip. HAARP tam güç düzeyine eriştiğinde, tüm yarımküreler üzerinde hava etkileri yaratabilecek. Eğer bir hükümet dünyanın hava modelleri ile deney yapıyorsa, yapılan iş gezegendeki herkesin en önemli ortak sorunlarından biridir.

Begich ve Manning’ın kitabı, Prof. Elizabeth Rauscher gibi bağımsız bilim insanlarıyla görüşmeleri içeriyor. Ytiksek enerji fiziğinde uzun ve etkileyici bir kariyere sahip olan ve prestijli bilim dergilerinde yazıları, kitapları basılan Rauscher, HAARP’ı yorumluyor: “Korkunç enerjiyi, son derece nazik, ionosfer olarak çağırdığımız bu birden fazla tabakaları kapsayan moleküler konfigürasyonun içine pompalıyorsunuz.” îonosfer, katalitik reaksiyonlara eğilimli, Rauscher açıklıyor: “Eğer küçük bir parça değiştirilirse, ionosferde büyük bir değişim olabilir”.

İonosferi nazik bir balans sistemi olarak tanımlarken, Dr. Rauscher, onun, zihnindeki resmini paylaşıyor: bir çorba kabarcık. “Eğer kabarcıkta yeterince büyük bir delik açılırsa”, Rauscher kehanette bulunuyor, “patlayabilir”.

BİLİNÇ KONTROLÜ MÜ?

Begich ve Manning tarafından yapılan araştırmalar, garip projelerin örtüsünü kaldırdı. Örneğin, ABD Hava Kuvvetleri dökümanları insanın zihinsel eylemlerini manipüle etmek ve değiştirmek [geniş coğrafik alanlar üzerinde titreşen radyo frekans radyasyonu (HAARP’ın maddesi) aracılığı ile] için bir sistem geliştirildiğini meydana çıkardı. Bu teknoloji hakkında en çok anlatılan materyal, ünlü Zbigniew Brzezinski’nin (Carter’ın eski ulusal güvenlik danışmanı) ve J. F. MacDonald’m (Johnson’m bilim danışmanı ve UCLA’da jeofizik profösörü) jeofizikal ve çevresel savaş için güç ışınlama transmiteri hakkında yazdıkları yazılarından gelir. Bu dökümanlar, bu etkilerin nasıl insan sağlığı ve düşüncesi üzerinde olumsuz etkilere neden olabileceğini gösterir.

Brzezinski 25 yıl önce Kolombiya Üniversitesi’nde bir profesörken yazmış olduğu bir kitapta şöyle diyor:
“Politika stratejistleri beyin ve insan davranışları üzerine yapılan araştırmaları sömürmeyi özendiriyorlar. Jeofizikçi G. J. F. MacDonald (savaş problemlerinde uzman) doğru olarak zamanlanmış, suni olarak uyandırılan elektronik darbelerin dünyanın belirli bölgeleri üzerinde göreceli yüksek güç düzeyleri üretecek sarsmalar kalıbına önderlik edebileceğini söylüyor. Bu yolda birisi, ciddi olarak, seçilmiş bölgelerde çok geniş nüfusun beyin performansını bozacak bir sistem geliştirebilir. Ulusal çıkarlar için davranışları manipüle etmede çevreyi kullanma düşüncesinin ne kadar derinden rahatsız edici olduğu kimileri için sorun değil; böyle kullanıma teknolojinin izin vermesi, galiba gelecek birkaç on yıl içinde gelişecek.”

1966’da MacDonald, Başkan’ın “Bilim Danışma Komitesi”nin ve daha sonra Başkan’ın “Çevre Niteliği Konseyi”nin bir üyesiydi. Askeri amaçlar için çevresel kontrol teknolojilerinin kullanımı üzerine yazılar yazdı. Bir jeofizikçi olarak yaptığı en derin yorum, jeofiziksel savaşın anahtarının, çevresel istikrarsızlıkların (yani küçük bir miktar enerjinin ilavesinin çok daha büyük miktarlarda enerjiyi salıvermesi) tanımlanması olduğu önermesidir.

Jeofizikçiler çevresel karmaşaya enerji eklemenin geniş etkileri olabileceğini fark ettiler. Bununla birlikte insanlık halihazırda çevremize, kritik kütle tesis ettiğini anlamadan, ciddi miktarlarda elektromanyetik enerji ekliyor. Begich ve Manning’in kitabı bu konuda çeşitli sorular yükseltiyor: “Bu ekler etkisiz mi yoksa ötesinde onarılamaz bir zarar verecek kümülatif bir miktar var mı? HAARP geri dönemeyeceğimiz bir yolculuğun son basamağı mı? Başka bir seri şeytanı Pandora’nın Kutusu’ndan salıverecek başka bir enerji deneyi üzerine para yatırmak üzere miyiz?”

1970 başlarında Z. Brzezinski, yavaş yavaş ortaya çıkacak, teknoloji bağımlı “daha kontrol edilebilir ve daha yönetilebilir bir toplum”u öngördü. Bu topluma, oy kullananları iddialı süper bilimsel “know-how” ile etki altında bırakacak bir elit grup tarafından hükmedilecekti. Bu elit, halkın davranışlarını etkilemek ve toplumu yakın gözetim ve kontrol altında tutmak için son modern teknikleri kullanarak politik amaçlarına ulaşmada tereddüt etmeyecekti.

Begich’e göre Brzezinski’nin tahminleri doğru çıktı. Bugün, söz konusu elit için birkaç yeni araç ortaya çıkıyor. Araçları kullanma izni için politikalar zaten hazır. “ABD nasıl yavaş yavaş kontrol edilebilir teknotopluma dönüşecek?” sorusu soruluyor. Kademe taşları arasında Brzezinski, halkının güvenini kazanmak için, devam eden sosyal krizleri ve kitle medyasının kullanımım umut ediyor.

ABD Kongresine ait kayıtlar, ionosfere gönderilen sinyallerle dünyaya nüfuz etmek için, HAARP’ın kullanımıyla meşgul oluyor. Bu sinyaller gezegenin içinden kilometrelerce derine bakarak, düzenli yeraltı askeri gereçlerinin, minerallerin ve tünellerin yerini bulmak için kullanılacak. Senato 1996’da sadece bu yeteneği geliştirmek için 15 milyon dolar ödenek ayırdı. Problem şu: Dünyaya nüfuz eden radyasyonlar için gerekli olan frekans, insanın zihinsel fonksiyonlarının tahribi için en çok zikredilen frekans dizisinin içinde. Ayrıca balıkların ve vahşi hayvanların (ki kendi rotalarını bulmak için rahatsız edilmemiş enerji alanı üzerinde ilerlerler) göç modelleri üzerinde pek derin etkilere sahip olacak.

Begich ve Manning yeni teknolojilerin insanın beyin potansiyelini geliştirmek için inanılmaz imkanlara sahip olduğunu söylüyorlar. Bu teknolojiler öğrenme, hafızayı geliştirme ve insan davranışı modifikasyonu için kullanılabilir. Beyin teknolojileri alanında önemli bir isim olan Michael Hutchison, bu alanı sıradan insanlara açtı.

Hutchison’un açıkladığı gibi beyin, oranlı dar üstün frekanslar bağı içinde çalışır. Üstün beyin dalga frekansları beyinde yer alan aktivite çeşitlerine aracı olur. 4 temel beyin dalga frekansı grubu vardır ki bunlar çoğu zihinsel aktiviteyle birleşirler. Birincisi, beta dalgaları (13-15 Hertz veya titreşim saniyede), bir kişinin dikkati normal aktivitelere doğru dışa yöneldiği zaman, normal aktivite ile birleşir. Bu alanın yüksek sonu, stres ve kışkırmış (heyecenlı) durumlar -ki düşünmeyi ve algısal becerileri bozar -ile birleşir. îkinci grup, alfa dalgalan (8-12 Hertz), gevşetmeye aracı olabilir. Alfa frekansları öğrenme ve odaklanmış zihinsel fonksiyonlar (iş görme) için idealdir. Üçüncüsü teta dalgaları (4-7 Hertz); zihinsel imgelemeye, hafızaya ve iç zihinsel odağa girişe aracı olur. Bu durum genellikle genç çocuklarla, davranışsal n-ıodifikasyon ve uyku durumlarıyla ilgilidir. Son olarak, ultra yavaş delta dalgalan (5-3 Hertz), bir kimse derin uykudayken bulunur. Genel kural odur ki, beynin üstün dalga frekansı, saniyede titreşim süresinde rahatlanıldığında en düşüktür ve insan en uyanık ve heyecanlıyken en yüksektir. Beynin, elektromanyetik araçlar ile dıştan canlandırılması (tahrik edilmesi) bir dış cihaz (jeneratör) ile yeni bir safhaya geçirilmesine veya kilitlenmesine neden olabilir. Üstün beyin dalgaları dış tahrik tarafından yeni frekans kalıplarına sürülebilir veya itilebilir. Başka bir deyişle, dış sinyal sürücüsü veya itici cihaz beyni bir yolculuğa çıkarır, normal frekansları beyin dalgalarında değişikliğe neden olmaya bütünüyle götürür; ki bu daha sonra beyin kimyasında değişmeye neden olur; ve bu da daha sonra beyin çıktılarında, düşünce şekillerinde, duygu veya fiziksel durum şekillerinde değişmeye neden olur. Beyin manipülasyonu iki yoldan birine çıkar: Faydalı veya zararlı.

Spesifik dalga formları kombinasyonu ile birlikte çeşitli frekanslar beynindeki belirli kimyasal karşılıkları tetikler. Bu nörokimyasalların salıverilmesi beyinde endişe duyguları, hırs, depresyon, aşk vb. sonuçları olan spesifik reaksiyonlara neden olur. Bütün bunlar ve duygusal entellektüel karşılıkların tüm bu gidiş gelişi (değişimler), spesifik elektriksel uyanlar sonucu ortaya çıkan bu beyin kimyasalların (kimyasal ajanların) özel kombinasyonları sonucunda ortaya çıkar. Beyin sıvılarındaki bu belirli karışımlar olağanüstü özel zihinsel durumları ortaya çıkarabilirler. Örneğin, bilinçli davranış kaybı, karanlık korkusu vb. Bu alandaki çalışmalar düzenli olarak yapılan yeni buluşla da çok hızlı bir yüzdede ilerlemektedir. Bu spesifik frekansların bilgisinin çözümü, insan sağlığını anlamada anlamlı bir gelişme sağlayabilir. ELF için taşıyıcı olarak hareket eden radyo frekans radyasyonu kablosuz olarak beyin dalgalarını değiştirmede kullanılabilecek. Bu HAARP’ını bilinç kontrolü konusunda, uygulamalarında neler yapabileceğinin göstergesidir. Bununla beraber, HAARP’m kayıtlarında, bunun insandaki yan etkileri henüz ortaya çıkarılmamıştır; fakat Begich ve Manning’in kitaplarındaki hükümet dökümanlarında görünmektedir.

Beyin aktivitesinin kontrolü için gereken güç düzeyi 5-20 mikroamper gibi çok küçük bir değerdir ki bu da 60 Wattlık bir ampulü yakmak için gereken enerjiden binlerce kat daha küçüktür. Yazarlar çalışmalarında gerekli olan çok küçük enerji üzerine konuşmaktalar. Beyin aktivitesini etkilemek için gereken hız, enerji seviyesi ve dalgalar formu kombinasyonundan oluşur. Son yirmi yılda ve özellikle son birkaç yıldaki gelişmeler çok büyük ilerlemeler sunmaktadır.

Araştırmalar, uluslararası olarak, dış elektromanyetik alanlar tarafından beynin kolayca yönlendirilebileceğini veya durumları değiştirmek için etkilenebileceğini buldu. Bu buluşlar hem bilim insanları hem de sıradan insanlar için yeni araçlar tedarik etti. Yeni araçlar elektrikli “cranial” kafaya ilişkin uyarı aletlerini, ses sistemlerini, ışıklı uyan sistemlerini ve diğer birçok beyin yönlendirme ve geri tepki (destek yankı) cihazlarını içermektedir. Teknolojik ilerlemeler ayrıca, insanların kendi beyin aktivitelerinin yararlı sonuçlar için nasıl kontrol ve manipüle edileceğini öğrenmelerine izin veren özel kontrol ve gözetim araçlarına eklendi. Raporlar diğerlerinin yanında gevşemeyi, ağrı kontrolünü, öğrenme hızını ve hafızanın geliştirilmesini içermektedir.

Hutchison’m en son çalışması henüz birleştirilen düşünce teknolojilerinin son tanımlarını sağlıyor. Onun son kitabı “büyük beyin gücü”, okuyucularını çok hızlı değişen (o kadar ki bilimin uy-gulamalardan daha hızlı geliştiğinin farkedildiği) alana ulaştırıyor. Sinir sistemi bozukluklarının düzeltilmesi, dikkat dağınıklığı ve çocuklardaki hiperaktif bozuklukların düzeltilmesi, diğer şeyler arasında ilaç ve alkole bağlı bozuklukların düzeltilmesi konusundaki son durum tartışılıyor. Bu tip elektrotip, bu tıbbi araştırmaların en ilginç alanlarını oluşturur.

Son yıllarda araştırmalar tıbbi ve psikolojik uygulamaların şaşırtıcı olumlu sonuçlarına doğru genişlemiştir. Bu sonuçların bazıları Amerikan Hava Kuvvetleri tarafından fark edildi. Ne yazık ki askeri çalışmalar bu teknolojiyi insanlık yararına kullanmaktan çok silah sistemlerinde kullanma yönünde devam etmektedir.

FLANAGAN’IN NÖROFONU

Amerikanın en yetenekli mucitlerinden Dr. Patrick Flanagan, 1962’de tıbbın değişeceğini öngörmüştü. “Bir gün tıbbi pratiğin tüm konsepti elektronik tarafından değiştirilecek. însanlar ilaç-tan ziyade elektronik olarak tedavi edilecek.” diyen Dr. Flanagan, o zamanlarda muhtemelen hâlâ en gelişmiş beyin yönlendirme aracı olarak kabul edilen “Neurophone”u (elektronik telepati makinesi) keşfetmişti.

Flanagan son söyleşisinde, HAARP’ın sadece dünyanın en büyük ionosferik ısıtıcısı değil, aynı zamanda tasavvur edilmiş en büyük beyin yönlendirme cihazı olduğunu not etmektedir. HAARP kayıtlarına göre, cihaza son şekli verildiğinde (cihaz tüm bölgesel toplulukları etkilemeye yetecek düzey-de enerjiye sahip birçok dalga formu kullanır), VLF ve ELP dalgalarını gön-derebilecek.

Dr. R. 0. Becker 60’lann başında ELF taşımak için DC akımının üstüne sinyal ekleyerek ELP deneyleri yaptı. Becker bu konsepti bir ELF kullanarak test etti, 1-10 Hertz (pulses per second) sinyal insanlar üzerinde, test subjeleri arasında yükselen bilinç kaybı sonucu-nu verdi. Sonuçlar ELF’nin yani insanın beyin fonksiyonlarım en çok etkileyen frekansların, dışardan çok derin sonuçlarla manipüle edilebilir olduğunu gösterdi.

1958’de Dr. Patrick Flanagan, 14 yaşındayken nörofonu icat etti. Bu ona zamanımızın en parlak mucitlerinden biri unvanını kazandırdı. Nörofon cihazı, sesi (kelimeler ve müzik gibi) elektrik uyansına (impulse), hem de bunu vücut üzerindeki herhangi bir noktadan direk olarak kulak ve bütün duyma mekanizmasını büsbütün baypas edip beyne transfer ederek, dönüştürebilir. Araştırmacılar teknolojiyi tartışırken, altı yıldan fazla bir süredir “Birleşik Devletler Patent Ofisi” cihaz için patent vermeyi reddetmektedir. Sonuçta hükümet nörofonun asla çalışmayacağım açıkladı ve patenti reddetti. Bundan sonra Flanagan ve avukatı, çalışan cihazı inceleyicisine göstermek amacıyla alet modeliyle Washington DC’ye gittiler. İnceleyici ikiliye sağır olan işçilerinden biri üzerinde kullanılıp olumlu sonuç alındığı takdirde cihaz için patenti tekrar açacağını ifade etti. Alet denendi, sağır işçi gönderilen sesi duydu ve patent onaylandı.

Dr. Flanagan daha sonra Tafts Üniversitesi’ne çatışmak üzere gitti. Burada nörofonun bir sonraki araştırma kademesini geçme amacıyla çalıştı. Deniz Kuvvetleri için insan ile yunus ko-nuşması üzerine çalışmaya başladı. Bu araştırma 3 boyutlu (3-D) holografik ses sisteminin gelişme-sine olanak sağladı. Bu sistemin özü bir sesin uzayda herhangi bir yere yerleştirilmesi ve bir dinleyicinin bu sesi fark edebilmesine dayanır.

İlave çalışmalar dijital nörofonun gelişmesine büyük olanak sağladı. Cihazın önemini keşfeden ABD Savunma îstihbarat Ajansı (DIA) acil olarak onu ulusal güvenlik maddesi olarak gizlilik altına aklı. Dr. Flanagan yeni çalışmalar yapmaktan ve teknolojisi hakkında konuşmaktan 4 yıl boyunca men edildi. Güvenlik gerekçesi sonunda kaldırıldıktan ve ilk nörofonun icadından 20 yıl sonra Dr. FIanagan sınırlı olarak Mark XI ve Thinkman Model 50 ürete-bilme aşamasına geldi ve bunlar öğrenme aletleri olarak kullanıldı çünkü ilkel örneklerdi.

0 yıllardan itibaren Flanagan periyodik olarak yeni konsept üzerinde çalıştı ve nörofonik teknoloji için gelişmeler dizayn etti. Bu cihazın gelişmiş şekilleri, bilgisayar beyin etkileşimi cihazları olarak kullanılabilir. Büyük miktarlarda düzgün olarak formatlanmış enformasyonun uzun dönem hafızaya transfer edilmesi fikri eğitimde devrim niteliğinde bir gelişmedir.

Nörofon şimdiye kadar geliştirilmiş en güçlü beyin yönlendirme aletlerinden biridir. Flanagan son yıllarda, diğer iletim modelleri üzerine vurgu ile, bu teknolojiler üzerine çalışmaya devam etti. DIA’nın nörofona ilgisi vardı. Onu geliştirmek için çalışmaya devam ettiler. Patrick ve Crystel Flanagan HAARP projesinin, bu radyo transmiterinin veya ionosferik ısıtıcının, kablosuz bir nörofon olarak kullanılabilmesinin mümkün olduğunu söylüyorlar. Bu kullanımın hangi imkanlara sahip olduğu ise çok açık.

“Real Time Brain Biofeedback” (Aynı Anda Beyin Destek Yankısı) beyin araştırmalarında başka bir alan. Bu alan, düşünce kontrolünün elde edilmesinde yeni yaklaşımlar sunuyor. İnteraktif beyin teknolojileri ile şimdi beyin dalgalarını “gerçek zaman temelinde görmek mümkün, böylece bu aletleri kullanan bireyler bir kimse düşünürken beyin dalgalarının grafiksel olarak neye benzediğini bilgisayar ekranında görebilirler. Hükümetler bu teknolojilerle tehlike olarak gördükleri kalabalıkları kontrol altında tutmak için ilgileniyorlar.

HAARP’ın kontrat dokümanlarında ve planlama kayıtlarında açıklanan olanakların, yazarlar tarafından toplanan Hava Kuvvetleri materyallerinin teşhiriyle birlikte dikkatlice yeniden gözden geçirilmesinden sonra, elektromanyetik dalgaların düşünce kontrolü için sunduğu imkanlar apaçık ortaya çıktı. HAARP iletim (transmiting) sistemi, dikkatsizce veya kasten zihinsel fonksiyonları değiştirmek için kullanılabilir.

Dr. Delgado 1952’den beri insan beynini araştırıyor ve sonuçlarını yayımlıyor. Çalışmaları düşünce kontrolü üzerinde odaklı. Onun ilk çalışmaları bizim insan beynini anlamamıza öncülük etti. Çalışmalarını 1969 yılında yazdığı Physical Control of the Mind: Toward a Psychocivilized Society (Düşüncenin Fiziksel Kontrolü: Psikomedeni Bir Toplum) adlı kitabında özetledi. Bu erken çalışma temelde hayvanların araştırılmasıydı ve hayvanların beynine elektrod sokmayı içeriyordu. Subjesinin beyninde elektrik akımı imal ederek davranışı manipüle edebileceğini buldu. Delgado, uykudan yüksek heyecanlı bilinç durumlarına kadar bir dizi etki yaratabileceğini keşfetti. Daha sonraki çalışmaları kablosuz olarak yapıldı. Düşünce manipülasyonu etkisini belirli bir uzaklıktan, herhangi bir fiziksel kontak veya manipüle edilen canlı üzerinde araç olmadan aktivite etti. Delgado, frekansı veya kobay üzerindeki dalga formunu değiştirerek, onların düşünmelerini ve duygusal durumlarını tamamen değiştirebileceğini buldu. Aynı zamanda hükümet tarafından kötüye kullanma olanakları açılırken, Delgado’nun çalışmaları diğer pek çok araştırmacı için temel oldu.

Delgado’nun araştırması 1969’da CIA/OR için çalışan Dr. Gottlieb tarafından, bu teknolojinin mümkün kullanımlarını ararken, yeniden değerlendirildi. O zamanlarda çalışmanın hala ham olmasıyla birilikte, CIA Delgado’nun görüşünü psikomedeni bir topluma izin verecek teknikler açısından paylaşıyordu.

Bu süre içinde Tulana Üniversitesi’nden bir nöroloji operatörü olan Dr. Heath bu ihtimali, beyinde elektriksel tahrik (ESB) çalışmasıyla gerçeğe yakın hale getirdi. ESB insanda zevkli ve korkutucu halüsünasyonlar yaratabiliyordu.

CIA’nm düşünce kontrolüyle ilgilenmesi Kore Savaşı ile başlamıştı. CIA bu alanda çeşitli fiyaskolarla sonuçlanan araştırmalara başladı. Bunların bazıları üstü örtülmüş skandallardır: Kanadalı vatandaşların izinleri olamadan zihinsel olarak manipüle edilmeye çalışılmaları, binlerce üniversite öğrencisi ve askeri personel üzerinde LSD denemeleri gibi.

Delgado’nun kablosuz etkileri, CIA’nm ağzını sulandıran bir düşünce oldu. Delgado hayvanların belirli bir elektromanyetik alanın içine konup son-ra herhangi bir fiziksel kontak olmadan manipüle edilebileceğini keşfetti. Bu teknolojiler başka araştırmacılar tarafından fark edildi ve çok hızlı bir gelişme yaşandı.

HAARP program menajeri J. Heckscher, HAARP içinde kullanılan frekanslarını ve enerjilerin kontrol edilebilir olduğunu ve bazı uygulamalarda 1-20 Hertz dizisinde titreştirileceğini söylüyor. Bu da HAARP’ın düşünce kontrolü amacıyla kullanılabileceğini gösteriyor.

HAARP sistemi çok büyük kontrol edilebilir bir elektromanyetik alan yaratıyor ki bu, Delgado’nun EMF’si ile karşılaştırılabilir. Bir nokta dışında: HAARP sadece bir odayı doldurmuyor, potansiyel olarak büyük bir bölgeyi hatta bir yarımküreyi doldurması mümkün. Temelde HAARP transmiteri bu uygula-mada dünyanınkiyle (ki Dr Dolego’ının kablosuz deneylerinde ihtiyaç olunandan 50 kat daha fazladır) aynı düzeyde enerjiyi dışarıya yayıyor. Bunun anlamı eğer HAARP doğru frekansa getirilirse, sadece doğru dalga formlarını kullanarak, zihinsel ayırma, bir bölgenin tamamında kasten veya radyo frekans iletiminin yan etkisi olarak oluşturulabilir.

SONUÇ

Başta Dr. Nick Begich ve Jeane Man-ning’in araştırmaları olmak üzere tüm araştırmacıların çalışmaları, HAARP’m pek de masum bir girişim olmadığının işaretlerini veriyorlar. Bu görüşlere göre HAARP tamamlandığı zaman ABD’nin elindeki olanaklar şunlar:

– Atmosferi manipüle etmek ve modifikasyon sağlamak,

– Askeri ve güçlü bir silaha sahip olmak,

– Geniş kitlelerin düşüncelerinin ve ruhsal durumlarının kontrol edilmesini sağlamak,

– Kendi komünikasyon sistemini geliştirip, istenilen ülkelerin sistemlerini çökertmek.

ABD’nin kirli sicili; bilimi, teknolojiyi ve bilim insanlarını nasıl kullana geldiği düşünülürse ve ortaya konan deliller göz önünde tutulursa yapılmak istenenlerin bunlar olmadığını söylemek çok zor.

(Kaynakça: Bilim ve Ütopya Dergisi, Mart 2000)

Konuk Yazar