Çoğumuz Mel Gibson’ın unutulmaz filmi Cesur Yürek’i izlemişizdir, değil mi? Şahsen ben tam 52 kez izlediğimden, izlerken neredeyse repliklerin hepsini ezbere tekrarlayabiliyorum (bu yüzden de Türkçe çevirisini izleyemiyorum, çünkü çeviri hatalarını yakalamaktan filme odaklanamıyorum).

Uzun zaman önce Cesur Yürek’le ilgili yazdığım başka bir makalede sinema açısından ele almıştım. Bu kez William Wallace’ı (hikayeye göre) Orta Çağ ya da Karanlık Çağ’da Avrupa’da yaşamış bir Yeni Çağ lideri olarak incelemek, karakteri gerçek bir liderin özellikleri açısından bir rol modeli olarak kullanmak ve onu bir patron profiliyle kıyaslamak istiyorum; haydi o da ünlü İngiliz Kral Uzunbacak Edward olsun.

Ancak başlamadan önce, konunun uluslarla bir ilgisi olmadığını hatırlatmak istiyorum. Konu sadece insan doğası ve dinamikler. Siz de olabilirsiniz, ben de olabilirim.

Bir Ruhsal Görevli Olarak William Wallace

Öncelikle, Wallace’ın hayatına hikayede anlatıldığı haliyle baktığımda, bu hayata halkını İngiliz Kral Uzunbacak Edward’ın zulmünden kurtarmak için gelmiş, ruhsal görevli olan bir liderin özelliklerini görüyorum.

Böyle insanların hayatlarında önemli ortak noktalar vardır. Örneğin, çocukluk yılları acı, sefalet, yalnızlık ve zorluklar içinde geçer; sanki Yaradan onları görevlerinin zorluğuna hazırlar gibidir. Ve Wallace da bütün ailesini kaybettikten sonra büyük bir savaşçı olan amcası Argyle tarafından köyünden alınıp götürülür. İlk gece küçük çocuğa söylediği sözler, bir kez daha bir ruhsal görevlinin, bir savaşçının ve bir liderin en önemli özelliklerinden birini vurgulamaktadır: “Önce bunu [amcası parmağını küçük William’ın alnına bastırır] kullanmayı öğreneceksin; sonra sana bunu [amcası kılıcı işaret eder] kullanmayı ben öğreteceğim.”

Sonra, iyi bir eğitimin (özellikle deneyimlerle) önemini ve birden çok dil bilmenin avantajını vurgulayan bir şekilde, Wallace amcası tarafından bir savaşçı ve bir lider olarak yetişmek üzere karmaşık, detaylı bir eğitimden geçirilir. Bütün Avrupa’yı dolaştıktan ve sayısız savaşlara katıldıktan sonra nihayet karizmatik bir genç adam olarak köyüne geri döndüğünde, artık halkına gerçekten liderlik edecek şekilde donanımlıdır.

Ne var ki bu tür ruhsal görevlilerin yine tipik bir işareti olarak, savaşmak konusunda isteksizdir; sonu gelmek bilmeyen savaşlardan yorgun düşmüştür ve hayatındaki ilk, tek aşkıyla bir aile kurmak istemektedir. Ruhsal görevlilerin kişilik özelliklerine yakından bakarsanız, özellikle bir tür politik lider veya savaş lideri olmak üzere bu hayata gelenlerin sık sık bu tutumu sergilediğini görürsünüz. Ancak bu hayata geliş nedenleri yazgıları olduğundan, Evren onları yazgılarını izlemek ve görevlerini tamamlamak zorunda kalacakları bir noktaya sürükler. Böylece, Wallace’ın durumunda, sevgili karısı İngilizler tarafından yakalanır ve İmparatorluğun otoritesini kanıtlamak amacıyla köylülerin gözü önünde öldürülür.

Bu, Evren’in ruhsal enerjilerinin Wallace’ı – deyimsel olarak – görevinin başına çekişlerinin resmîleştiği andır. Bunu birçok ruhsal görevlinin hayatında görebilirsiniz; böyle zamanlarda yazgı onları inanılmaz, dev bir duygusal travmadan geçirir. Wallace’ın durumunda, onu tetikleyen şey, kendisine verdiği çiçeği hayatı boyunca göğsünde taşıdığı kızın ölümüdür.

Evet, Cesur Yürek benim için gelmiş geçmiş en iyi film ve evet, cesaret, özgürlük, tutku, liderlik, takım ruhu vs. açılarından muhteşem bir destan. Ve filmin sonunda Wallace’ın ölmek yerine ülkesinde yüksek pozisyonlara ulaşmasını dileyenleriniz için belirteyim, onun görevi zaten bu değildi. Öyle olsaydı, muhtemelen İskoçlar bu kadar tutkulu ve hırslı savaşmayacağı için – çünkü Wallace’ın ölümü onları hırslandırmıştı – savaş hiç sona ermeyebilirdi. Halkı ve aynı zamanda yeni İskoçya Kralı Robert Bruce için bir sembole dönüşmek üzere ölmek zorundaydı.

Ve sonunda, ikisi de aynı anda son nefeslerini verirken, Wallace, Uzunbacak’ı ölüm döşeğinde yenerken onu Azrail’in kollarını gözleri açık halde gönderdi.

Peki, Wallace’ı ömürlük düşmanına karşı muzaffer kılan gerçekte neydi? Tutku mu? Güç mü? Zekâ mı? Kurnazlık mı?

Aslını isterseniz, böyle kavramlar söz konusu olduğunda bu iki düşman neredeyse denkti. Asıl farkı yaratansa tutumlarıydı: Uzunbacak bir “patron”ken, Wallace gerçek bir liderdi!

Bir Lider ve Bir Patron Arasındaki Farklar Nelerdir?

Bu, liderlik konusunda çevirdiğim ilk kitaptan beri üzerinde düşündüğüm bir konudur; dünyaca ünlü liderlik otoritesi John C. Maxwell’in İçinizdeki Lideri Geliştirmek adlı kitabından söz ediyorum. Sonra John C. Maxwell tarafından yazılmış başka kitaplar da çevirdim (bir dönem neredeyse Maxwell’in Türkiye’deki resmî çevirmeni gibiydim) ve konuyu daha da derinlemesine düşündüm.

Ancak, burada bu konuda başka bir usta uzman olan Mark Sanborn’u referans almak ve bir liderle bir yönetici (benim burada kullandığım terimiyle, patron) arasındaki farkları belirttiği bir blog yazısına dayanmak istiyorum, çünkü bu makalenin amacına uygun olarak üzerinde ilerleyebileceğim mükemmel bir çerçeve sunuyor ve aynı zamanda burada anlatmaya çalıştığım noktalara paralel bir özet sunuyor.

Çalışanlara Karşılık Takipçiler

Öncelikle, “yöneticilerin çalışanları vardır; liderlerse takipçi kazanır,” diyor Sanborn.

Sadece bu sözler bile farkı mükemmel bir şekilde açıklıyor. Bir patron, bir işverendir ve elbette ki çalışanlarına istediği gibi emreder; tıpkı Uzunbacak’ın adamlarını İskoçlara karşı kullandığı ve kendisi savaş alanında güvenli bir mesafeden komuta ederken sadece Wallace’ı öldürebilmek için kendi “çalışanlarını” acımasızca harcadığı zaman olduğu gibi. Buna karşılık, Wallace daima en öndeydi ve elinde kılıcıyla takipçilerini savaşa sürüklüyordu (sonuçta takipçilere liderlik edebilmek için önde olmanız gerekir).

Diğer yandan, Uzunbacak’ın oğlunun kendisini sevmediğini hatırlayın. Genç adam sevme becerisinden yoksun biri gibi görünse de, bunun nedeni aslında duygusal zekasının yetersizliği değil, babasının kişiliğiydi. Bir kral – ya da bir patron – olmak, Uzunbacak için bir baba olmaktan daha önemliydi. İnsanlar böyle birini sevemez; sadece ondan korkarlar ve korkunun olduğu yerde sevgi barınamaz.

Sonuç: İngiliz askerleri sadece emirlere uyarak ruhsuzca savaşırken, İskoçlar liderlerine duydukları sevgi ve inançtan doğan bir tutkuyla savaşıyordu. Dolayısıyla bütün güç dengesizliğine rağmen İskoçlar için zafer kaçınılmazdı.

Tepkiye Karşılık Değişim

Sanborn şöyle diyor: “Yöneticiler değişime tepki verir; liderler değişimi yaratır.”

Yine, Cesur Yürek’in hikayesine geri dönersek, Uzunbacak’ın İskoçlar üzerindeki hakimiyetiyle ilgili değişiklik yapmaya hiçbir şekilde niyetli olmadığını hatırlayın. Kendine o kadar çok güveniyordu ki Wallace’ın eliyle geleni görmemişti bile. Ancak işin komik tarafı, Wallace’ın başlangıçta ona karşı savaşmak gibi bir niyetinin olmamasıydı. Ancak tiranlık ve acımasızca davranışlar – neredeyse daima – başlangıçta kendileri istemeseler bile, liderleri bir şeyler yapmaya zorlar.

Bu, bir liderle bir patron arasındaki diğer bir önemli farktır. Patronun insancıl değerli olmayabilir, çünkü yönetim tarzının doğasından dolayı, buna ihtiyacı yoktur. Diğer yandan, bir lider takipçilerine liderlik ettiğinden, insancıl değerleri savunmak zorundadır. Yine Sanborn’un deyimiyle: “Yöneticiler insanlar üzerinde güç uygular; liderler insanlarla güç kazanır.”

Sonuç: Hikayede olanlar, bu iki prensibin mükemmel bir bileşimidir. Wallace, ezilen halkının iyiliği için değişimin zorunlu olduğunu görerek ve inisiyatif kullanarak, halkı arasında güç ve nüfuz kazanmasını sağlayacak bir hareket başlatır. Diğer yandan, Uzunbacak kendi gücüne aşırı güveninden kaynaklanan bir şekilde dar görüşlü olduğundan, yeni isyanın boyutlarını ancak iş işten geçtikten sonra kavrar.

İyi Fikirlere Karşılık Uygulama

Sanborn: “Yöneticilerin iyi fikirleri vardır; liderler onları uygular.”

Bu gerçeğe baktığımda, filmden bir sahneyi hatırlıyorum. Uzunbacak, İskoç topraklarındaki isyanı bastırmak için bir yol bulmak amacıyla danışmanlarıyla toplantıdayken, bir fikrini açıklayarak eski “ilk gece” geleneğini canlandırmaya karar verdiğini bildirir. Danışmanlardan biri “Bu mükemmel bir fikir,” dediğinde, Uzunbacak soğuk bir tavırla sorar: “Öyle mi?” Yani: “Benden başka ne bekliyordun ki salak?”

Buna karşılık, Wallace sadece kendi fikirlerini uygulamakla kalmaz (gerçi fikir üretmek söz konusu olduğunda, deneyimli, bilgili ve akıllı olduğu için son derece yaratıcıdır) ama aynı zamanda yardımcılarının fikirlerini de daima dikkate alır.

Sonuç: Eh, modern çağda takım içinde birlikten güç alarak ve kendini katlayarak çoğalan, adına “sinerji” dediğimiz bir şey vardır ve sinerjiyle çalışan bir takımı yenmek gerçekten çok zordur.

İletişime Karşılık İkna

Sanborn’un deyimiyle: “Yöneticiler iletişim kurar; liderler ikna eder.”

Neye ikna etmek? İkna, karşınızdaki kişiye hissettiklerinizi hissettirmek, onu kendi düşünce tarzınızla aynı hizaya getirmek demektir.

Uzunbacak’ın İskoç soylularına şartlarını bildirmek üzere gelen İngilizlere karşı kazanılan ilk büyük ve sürpriz zaferi hatırlayın. Çatışmadan önce Wallace’ın yaptığı konuşmayı düşünün. Kalabalıktan birisi bağırır: “Wallace’ın boyu iki metreden uzun!” Wallace karşılık verir: “Ah, evet, duydum. Ve kendisi burada olsaydı, gözlerinden çıkan yıldırımlarla İngilizleri ezerdi; kıçından fırlattığı alev toplarıyla da!”

Burada verdiği mesaja dikkat edin: “Ben de sadece hepiniz gibi sıradan bir insanım. Benim farkım inancım. Siz de kendinize, davanıza ve özgürlüğe inanabilirsiniz.”

Çünkü bir lider, takipçilerini kendi hayalini onlara mal edecek şekilde inandırır. Yine Sanborn’un dediği gibi: “Yöneticiler odaklıdır; liderler odak yaratır.”

Ve geri kalanı kolaydır: Sadece düşmanı düzgün düşünemeyeceği ölçüde kızdırana kadar kışkırt ve sadece tepki verecek hale getir.

Bu da, İngiliz kumandanın ilettiği emriyle mükemmel bir şekilde örneklenir: “Atları gönderin. Hepsini!” İskoçların gizli kütük mızraklarına doğru!

Talimatlara Karşılık Ekip Çalışması

“Yöneticiler gruplara talimat verir; liderler ekipler yaratır,” diyor Sanborn.

Yine, ilk savaştan bir örnek verirsek, Wallace’ın savaş alanında diğer soylularla nasıl ekipler yarattığını hatırlayın. Atlıları kaçıyormuş gibi göstererek gönderir ama aslında, onları gönderirken amacı düşman süvarilerini hazırda bekleyen gizli İskoç mızraklarına doğru harekete geçirmektir ve onların işi bitirilirken aynı süreçte İskoç atlıları görünmeden düşmanın etrafından dolaşarak okçulara arkadan saldıracaktır.

Sonuç: İngiliz kumandan kuvvetleri geleneksel sıralamayla gönderir: Okçular ve atlılar. Sonunda da elinde sadece piyadeler kalırken, okçular arkalarından geleceğini bilmedikleri atlılara karşı tamamen savunmasızdır. (Ah, lanet olsun! Bu da ne?…)

Kahramana Karşılık Kahramanlar

“Yöneticiler kahraman olmaya çalışır; liderler etraflarındakileri kahramana dönüştürür.”

Uzunbacak yaşamış en iyi hükümdar olduğunu kanıtlamaya uğraşıyordu; buna karşılık Wallace sadece bir dostluk atmosferi yaratıyordu. Uzunbacak “Patron benim!” derken, Wallace, “Haydi birlikte yapalım!” diyordu.

Bu, Sanborn’un belirttiği başka bir prensiple de yakından bağlantılıdır aslında: “Yöneticiler övgüleri kendileri toplar; liderler sorumluluk alır.”

Politikada veya savaş alanında ne olursa olsun, Uzunbacak daima kendiyle gurur duyuyor, danışmanları kendisini uyarmaya çalıştığında bile onları sertçe reddediyordu. Ve aynı zamanda, bir şey ters gittiğinde, hemen başkalarını suçluyordu. Diğer yandan Wallace, yardımcılarının özgüveninin önemini daima biliyordu ve onlara güveniyordu. Dolayısıyla, sonunda düşmanın eline düştüğünde bile sorumluluk aldı ve son derece gerçekçi bir tutumla, takipçilerinden yardım beklemedi.

Sonuç: Sonunda Uzunbacak bu dünyadan gözü açık giderken, Wallace, Uzunbacak’ın halkı arasında bile saygı ve sempati topladı.

Gerçek bir liderin yaptığı budur. Gerçek bir lider böyle hareket eder.

Gördüğünüz gibi, bu örnek hikayede asıl farkı yaratan şey Wallace’ın gücü veya kılıç kullanmadaki ustalığı değil, bir lider olarak bilgeliğiydi.

Son olarak, Sanborn’un kısa ama çarpıcı makalesinde yazdıklarına iki ekleme yapmak istiyorum: Öncelikle, patron zihinli insanlar başka birinin komutasındayken hiç sorgulamadan itaat ederler. Buna güzel Türkçe’mizde “kraldan çok kralcı olmak” deriz. Ancak bir lider, ortak çıkarlar gerektirdiğinde otoriteye bile baş kaldırabilir.

İkincisi, yine John C. Maxwell’in bir sözüyle bitirmek istiyorum:

“Fırtına patlak verdiğinde: İyimser havanın düzelmesini umar; kötümser şansına küfreder; bir liderse fırtınanın içine dalar!”

Çünkü bir lider, her şeyden önce bir savaşçıdır!

Selim Yeniçeri