Bölüm 1

Ben iyi bir dinleyici değilim, itiraf ediyorum. Dinlermiş gibi yapıyorum, ama aslında derinden dinlemiyorum. Odağım hep kendime dönük oluyor. Hani daha önce hepten hiç dinlemezdim. Kendimin ne söyleceğine daha önem verirdim. Karşımdaki bir an önce bitirsin de ben de kendimin ne kadar iyi bildiğini ispatlayayım şeklinde aportta beklerdim. Halen de yapıyorum bunu. Çok biliyorum ya. (!) Karşımdaki bitirmeden sözünü kesebiliyorum. Ne dediğini anlamadan, hissetmeden özünü, hemen reçetelere geçiyorum…

Peki bunu neden yapıyorum? Çünkü ben hayatı dinlemeyi bilmiyorum. Zihnim o kadar gürültü içindeki… Aslında o kadar da ürktüğüm noktalar var ki hayatta, kendi zihnimde geliştirdiklerimin -ki bunlar hep savunma mekanizmaları aslında- yanlışlanmasından korkuyorum. Bir de işin aslı erkek beynimle olarak bir an önce çözüm üretmeye çalışıyorum. Bir kadın gibi hissedemiyorum haliyle. Bu da hele karşımdaki kadınsa ve o anda anlaşılmayı ve hissedilmeyi bekliyorsa, hayal kırıklığı yaratıyor. Çünkü benim kafa o anda “bir sorun var, çözülmesi gerekiyor acilen” alarmı vermeye başlıyor. Halbuki o anki en iyi çözüm, sadece karşımdaki kişiye dikkatini vermek ve odaklanmak. O anlatırken gevşeyecek, paylaştığını hissedecek çünkü ve çözümü de birden ortaya çıkacak. Ben de bu iletişimde derin bir benlik paylaşımında bulunduğumdan, sadece karşımdaki için değil, kendim için de harika bir deneyim yaratmış ve yaşamış olacağım…

Dinledikçe kendimi hayata daha fazla açabileceğim, çünkü aslında karşımdaki kişiyi değil, hayatın kendisini dinliyorum ben… Tabii burada kastettiğim psikoloğ ya da bireysel danışmanlık değil. Anneni, kardeşini, eşini, sevgilini, çocuğunu, öğretmenini, iş arkadaşını, kankanı vb. dinlemek. Yoksa hani profesyonel bir işten bahsetmiyorum. Gayet günlük ilişkiler bunlar. Tıpkı günlük yaşam gibi… “Günlük” deyince sıradanmış gibi algılanır da, dinlemeyi öğrendikçe bambaşka bir şeye dönüşebilir hani… 

Deneyeceğim bakalım…

Bölüm 2

Ben aynı zamanda müthiş bir kıyaslayıcıyım. Tek derdim var, “ben daha iyiyim” cümlesini onaylamak içimde sürekli. Aslında özünde insanları çok seviyorum, hem de çok. Ama onlardan daha iyi olduğumu hissetmeye ihtiyacım var. Ayrıca zaman zaman çok iyi gözlemler yapabildiğim için de karşımdaki kişilerden kendimi daha iyi hissettirecek “açıklar”, “hatalar”, “eksikler” bulabiliyorum kolaylıkla. Esasında bu noktada kendime şunu sormam daha doğru olur: Hayatımın hangi döneminde bu kadar “kötü” olduğuma karar verdim ki sürekli olarak “ben daha iyiyim” demeye ihtiyaç duyuyorum? Ergenliğimi hatırlıyorum da hep şunu düşünürdüm, “tüm dünyadaki insanlar eşit seviyede olsalar, ben hepsinin bir seviye altında yer alırım.” Öyle sevmezdim kendimi, öyle kaçardım insanlardan. Çünkü buna sebebim de vardı, şişmandım. Şişmanlar da sevilmezlerdi… Halbuki şişmanlık, bir yandan korktuğun için kendini kabartıp büyük gösterme içgüdüsüydü, bir yandan da “anne beni gör” demekti. Her ikisi de bende gani gani mevcuttu: Görülmek isteyen, korkan bir çocuk… Travmatik bir kreş hayatı ve çocukluk… Hayatımın bir yerinde bu kararı verdim ve sonra da 20’sinden sonra bunu güdü edinerek, aslında ne kadar “iyi” olduğumu kanıtlamaya çalıştım. Dünyaları devirdim desem yeridir bu güdüyle, bu yüzden “ben herkesten aşağıyım” duyguma sonsuz şükranlarımı iletiyorum ve bu duygunun oluşmasında katkısı olan herkese de… Ben koşmaya hazır bir attım, yapabilitem zaten vardı; ama beni koşturacak bir kırbaç oldu bu duygu…

Ama sanırım “ben herkesten aşağıdayım” duygusuna teşekkür edip, yoluma “herkesle birim ve bütünüm ve önümde sonsuz potansiyeller var ve artık onlara uçmak için kanatlarım da hazır” düşüncesinin zamanı. Çünkü kıyaslamak, beni herkesten ve hayattan koparıyor. Sürekli rekabet ve mücadele içinde hissediyorum. Yumruklarım sıkık, kollarım kavuşmuşken nasıl kucaklayabilirim ki hayatı… Ve yolun bundan sonrası, “daha iyi” olarak değil; “daha kucaklayarak” gidiliyor. Çünkü kucaklayabildiğim ve kabullenebildiğim ölçüde büyüyüp gelişebileceğim.

Ne kadar kucaklarım, o kadar Bir ve Bütün’üm… Ve kıyaslarken reddettiğim her şey de karşıma dikilip duracak, onunla bütünleşebilmem adına… Reddedersem engeller olacaklar, fark edersem beni büyütecek ve beni sonsuz zenginleştirecekler…

Ayrıca hem ben biraz “iyi”, biraz da “kötü”yüm… Hepimizin olduğu gibi… 

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...