“Uzmanlar diyor ki, bol bol öpüşün”. Canım vatanımda yayınlanan haftasonu gazetelerinin özellikle kadınlara yönelik bölümlerinde 2-3 haftada bir döner döner böyle bir haber çıkar. “Öpüşmek yüzdeki 42 kası birden hareket ettirirrr, şu kadar kalori yakarsınız” vs. Bunu okuyan Kırşehir’in ücra kasabalarından birinde yaşayan F.K., kocası M.K.’ya “gel öpüşelim, öpüşmek sağlığa faydalıymış” der, sonra kocasından yediği sağ kroşeyle dünyası öpücük dolar. Ay çok iç karartıcı bir girişle girdim yazıya be, neyse siz konuyu anladınız… İlk ne zaman öpüştünüz bakalım?

Şu anda bu yazıyı okumakta olan dişi nüfusun büyük bir kısmı bir saniye durup düşünmüş ve yüzlerinde gülümsemeyle o anı akıllarına getirmişlerdir. Hatta bununla da kalmazlar. Sorsanız size günü, ayı, yılı, saatini, o anda havanın nasıl olduğunu, nerede olduklarını, öpüşmeden önce ne yediklerini… falan hepsini eksiksiz sayabilirler. Tanrı, kadın milletini yaratırken erkeklerden farklı olarak özel bir databankla donatmıştır ki ne kadar yaşanan özel gün varsa onların ayrıntılarını tıkıştırabilsinler diye. Eh erkeklere sorduğunuzda ise genellikle “saçları sarıydı” sanırım gibisinden bir yanıt alırsınız. Zaten akıllı erkek kadınların bu özel gün tantanalarını doğumgünü ve evlilik yıldönümüyle geçiştirmesini bilir. Yok ben karşımdakine değer veriyorum, onun için önemli olan benim için de önemlidir moduna girerse sıçtı. Artık senedeki 30 bayrama, ilk karşılaştıkları gün, ilk elele tutuştukları gün, ilk öpüştükleri gün, çıktıklarının aydönümleri, aile eşrafının doğumgünleri; hatta abartırsa kızımızın ilk regli olduğu güne kadar gider bunlar frenlenmezse. Eh sizin için de en uygun olanı bir restorantla anlaşıp toplu indirim yaptırmak ve yemek masraflarını böylece azaltmak olur. Neyse öpüşmek diyorduk değil mi?

Ben açıkcası ilk öpüşmemi tam net hatırlamıyorum. Daha doğrusu tabii ki hatırlıyorum ama hangisinin ilk öpüşme sayılabileceğini bilmiyorum. 6-7 yaşındayken annemin arkadaşlarının kızlarıyla yaptığım muckları mı, aşık olmadığım biriyle ateşlenerek yaptığımızı mı, yoksa ilk aşık olarak öpüşmemi mi? Eh ilk dudaklarımı olması gerektiği gibi kullandığımı sayarsak sanırım 15 yaşındaydım. Değil gününü senesini bile hatırlamıyorum. Kızın saçları siyahtı ve bir an ateşlenip dalmıştık birbirimize, ne sevgilimdi ne aşkım. Kız dudaklarını aralamıştı ve ben de onu öpmeye çalışmıştım. Çalışmıştım diyorum çünkü kız dudaklarını öyle kasmıştı ki dudak dişetine dönmüştü ve ben de öpecek bir yer arıyordum. Bulamayınca da dudaklarımı dudaklarına bitiştirip kızın nefes almasını izlemiştim. Açıkcası öpüşmekten bir keyif almamıştım, kendi kendime “ulan elektrikli süpürgenin sapını ağzıma almak gibi birşeymiş lan bu, dudaları bitiştir karşındakinin içinden geçen hava akımı izle”. Pek hoş değildi, ama allahtan zaman dedelerimizin zamanı gibi ilk öpüştüğünle evli olduğun zaman değil de başkalarıyla da deneme şansın olabiliyor. Zaten başkalarıyla deneyimledikten sonra birgün o kızla tekrar denemiştim ve yine aynı öpüştüğünü görünce anlamıştım ki kız öpüşemiyordu. Bir de demez mi bana “erkek arkadaşlarım benim çok güzel öpüştüğümü söylüyor”. Sanırım önceden elektrikli süpürgeyi deniyorlardı, sen daha iyi geliyorsundur onlara diyecektim de sustum. Biz erkek milleti karşımızdaki kadını yağlayacağız diye sallayıp duruyoruz yalanları, bir de inanıyorlar. Sevişirken de böyle. Konuştuğum kızların çoğunun erkeklerin onları pohpohlamasıyla kendilerinin çok güzel seviştiklerini düşündüklerini bilirim, ama sevişirken görürsünüz ki kızın sevişmek diye yapmaya çalıştığı şey 14 yaşındaki kız kuzeniyle gece kıkırdıyarak birbirlerine anlattıklarının uygulamaya geçmiş hallerinden fazlası değil. Kızcağız çabalıyor, debeleniyor birşeyler yapmak için siz de ellerinizi başınızın arkasına koyup izleyip anlamaya çalışıyorsunuz bu ne yapmaya çalışıyor diye. :)) Gerçi öpüşmenin de, sevişmenin de hakkını verenler var onlara saygılarımı ve sevgilerimi yollarım da…

İlk öpüştüğüm kızla böyle hissetmiştim yani, sonra ikinci öpüştüğüm kız da biraz elektrikli süpürge çıkınca benim kafamda öpüşme konusunda şüpheler oluşmadı değil. Ama bir yandan da TV’lerde ve videoda izlediğin filmlerde o kadar çok örnek görmüşsün ki biliyorsun bu işin farklı bir yönü de var. Eh, onu keşfetmek zaman ve tecrübe işi oluyor sonradan anlıyorsun farklı kişilerle deneyimleye deneyimleye…

Öpüşmenin benim için en romantik yanı, dudakların birbirine değdiği ilk andır. Hani karşındakinden hoşlanıyorsundur ve açıkcası karşındakinin de senden hoşlandığını hissedersin ama tam emin olamazsın. Ya da eminsindir o da senden hoşlanıyor, ama ilk adım nasıl gerçekleşecek üzerinizde hafif bir gerilim olur. Hissedersiniz az sonra öpüşeceksiniz, ama “nasıl” olacaktır bilemezsiniz. Sonra kendinizi akışına bırakırsınız. Ya birbirinize kuvvetli bir sarılım yaşadığınız da omuzlarınızdaki başlarınız hafif hafif döner birbirine doğru ve dudaklarınız ilk önce ürkererek , daha sonra tüm gerilimini bırakarak birbirine kavuşur ya da daha da heyecanlısı kızın gözlerinde tam “umudun” bittiği anda gider aniden yapışırsınız dudaklarına. İlk önce şaşkın şaşkın bakar size, ama dudakları da karşılık vermeyi ihmal etmez. Sonra sizi ancak kerpetenle ayırabilirler. Daha bir sürü yolu olabilir bunun. İşin en güzeli dudaklarınız birbirini istediğinde her seferinde evrenin bunu yaşatacak yeni bir yol üretebilme güzelliği. Eğer siz bunun için taktik veya reçetelere bağlı kalan biriyseniz, derim ki işin sırrı akışına bırakmakta. Hani vardır ya erkek dergilerinde “işte ortama hafif bir müzik koyun, onun kendini rahat hissetmesini sağlayın, sonra yavaş yavaş yaklaşın…” gibisinde “Do-it-yourself” kılavuzları. Eğer sen kendin bunları yaratamayıp, onlara sadık kalıyorsan sonra aynı dergilere şöyle mektuplar yazarsın: “Ben kızlarla öpüşmeye çalışıyom ama olmuyor, ne yapabilirim”. 🙂 Gerçi bunlar genelde 15-18 yaş gençliğinin muhabbetleridir ama olsun zaten bu satırlar da zaten bu yazıyı okuyan bu yaş kesimini hedeflemekte. :)))

Hayatımda yaşadığım en kötü öpüşmeyi bana taktikli öpüşen bir kız yaşatmıştı. Kız sanırım çok kişiyle öpüşmüştü ve bunların sonucunda bir stil geliştirmişti. Dudağını belli derecede açar ve dilini belli yere kadar çıkartırdı. Ulan o kadar uğraştım o dudak daha fazla aralanmadı ve dili daha fazla ilerlemedi ve ben onunla öpüşürken karşımda sanki bir makina varmış gibi hissetmiştim. Çpüşme makinası, programlıyorsun, kuruyorsun ve seninle nasıl programladıysan öyle öpüşüyorsun. Iyyyy.
En güzeli ise karşındakiyle sanki düet yaparcasına yaşadığın öpüşmelerdir, böylelerinde bazen saatlerce öpüşebilirsin taa ki dudaklarının dayanabildiği yere kadar…

Öpüşmek muhteşem birşey. Hele aşık olduğun kişiye sarılıp birbirinizi UYUM’a ve AKIŞ’a bırakıp, tüm benliğinizi ve kontrolünüzü dudaklarınıza bıraktığınız o an kelimelerle anlatılmayacak güzellikte. Evren duygularımızı ifade etmek için bizlere dil ve dudaları vermiş. Onları sürekli işlevi konuşmamızı sağlamaları, böylece kendimizi ifade edebilmemizi, duygularımızı düşüncelerimizi karşımızdakine aktarabilmemizi sağlamaları. Ama hayatta bazen öyle anlar oluyor ki duygularınızı kelimelere dökmenize imkan bulunmuyor, işte o anda dil ve dudaklarınızın ikinci işlevi giriyor devreye ve siz onları “öpüşme” eyleminde doya doya kullanıp karşınızdakine aktarıyorsunuz ruhunuzda kelimelere dönüşemeyen duygularınızı. Tabii bunun farklı şekilleri de var aileyle, arkadaşlarınızla yaşadığınız ama sanırım sevgiliyle yaşanan biraz daha “özel” oluyor. Hangi kadın “arkadaşım Ali’nin beni ilk öptüğü zaman” diye bir tarihi aklında tutar ki di mi? Zaten erkeklerin özel günler konusundaki tavrını söylemiştim önceden. Ama hakkını yemeyelim, özel günler konusunda erkeklerin de bir hafızası vardır. Mesela bana bundan 50 sonra bile sorsalar Pascal Nouma’nın Dinamo Kiev’e attığı o muhteşem golün dakikasını ezbere söylerim: 77. Ama kalkıpta her sene kutlamaya da kalkmam, di mi? :))

Bol bol öpüşün ey insanlık, bakmayın öpüşürken bilmem şu kadar bakteri transfer yapıyorsunuz diyenlere… Ömrümüzü bakterilerden kaçarak geçireceksek yaşamayalım daha iyi, çünkü baktığınızda her taraf bakteri, mikrop, hormon dolu. Hem tozun toprağın içinde büyümüş çocuklar, steril ortamda büyümüş Michael Jackson’lara göre daha dayanıklı oluyorlar. Ayrıca Türk’e bişey olmaz nasılsa, di mi? 🙂

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...