23 Mart 2002

Sevgili İnsanlar,
Size son mesajımın üzerinden tam dört yıl geçti. Dört uzun yıl… Bu kadar zaman içinde, hanginiz beni gerçekten içinizde, özgürce, koşulsuzca yaşayabildiniz? Merak etmeyin, size kızmıyorum; beni yaşamakta gittikçe daha başarılı oluyorsunuz ve ben de sizinle olmaktan çok mutlu…

Hasan’ın, bundan beş sene önce yazdığı bir yazı vardı; yetmiş yaşındaki bir adamın geçmişle hesaplaşması üzerine ve bir hocası ona, yazıyı okuduktan sonra şöyle söylemişti: “Hasan, galiba bunun alternatifini yazmakta çok zorlanacaksın, çünkü herkes bu paralelde yaşıyor ve galiba bunun olumlusunu yaşamak çok zor.” O da hemen itiraz etmiş ve eklemişti: “Bence bu yaşanabilir ve bir zaman gelecek ben bunu da yazacağım.” Sanırım zamanı da geldi.

Yıllar yılı, Hasan hep beni yaşamayı istedi, geceleri gökyüzüne bakıp yalvararak. Hatta bir defasında, Yerebatan Sarayı’ndaki dilek taşının önünde bile diledi, “gerçekten sevmeyi ve sevilmeyi deneyimlemeyi”. Artık zamanı gelmişti ve ben ona akmaya hazırdım.

O gün, okulun yeni döneminin ikinci günüydü; sene 1997. Hasan’la, çok yakın bir arkadaşı, birinci sınıf dersliğinin önüne geçmiş, kapıdan çıkanları inceliyorlardı. Nam-ı diğer, kendilerine kız beğeniyorlardı. Zaten, Hasan bu konuda önceden sabıkalı olduğu için, onları görenler hin hin gülümsüyorlardı. Aslında onun, kafası kopuk tavuklar gibi kızların peşinde koşmasının tek bir nedeni vardı, kimsenin pek umrunda olmayacağı: “Sevme ve sevilme ihtiyacı”. Yıllarca, bu konuda o kadar kırıklıklar yaşamıştı ki… Sonra birden onu gördü. Tüm masumiyeti, saflığı ve güzelliği ile karşısındaydı: Yıllardır aradığı ve beklediği kişi. Onun o olduğuna o kadar emindi ki, o anda başkalarını incelemeyi bıraktı. Gerçi yanındaki arkadaşları da onu fark etmişti, ama onlara, “Sakın aklınızdan bile geçirmeyin, o benim!!!” demişti. 🙂

Ben de o anda, ona doğru hızla akmaya başlamıştım. Zaten bu anları ve bu akışı çok, ama çok seviyorum. Hani sizler, su kaydıraklarından hızla ve özgürce, havuza uçar gibi gider ve cumburlop diye suyla bütünleşirsiniz ya, ben de o hızla sizin kalbinize atlarım, cumburlop diye o anlarda. Beni doya doya, her hücrenizde özgürce deneyimleyebilesiniz diye… Ne muazzam andır o, siz ve ben; doyasıya bir arada… Sonrası…

Size iki nehrin hikayesinden bahsetmiştim daha önce sanırım. Ama yine tekrarlamak istiyorum, çünkü bu benzetmeyi çok, ama çok seviyorum. İlişkiler iki nehre benzer. Bazen iki farklı nehir yanyana akar, yaklaşır, ama tam anlamıyla birleşmezler; köprüler kurulmaya çalışılır birleşmeleri adına, ama ne kadar köprü kurulusa kurulsun, onlar tam anlamıyla birleşemezler; çünkü, köprülerin arasında bile büyük boşluklar vardır. Ama öyle mucizevî anlar vardır ki, iki nehir farklı yataklardan gelir ve birleşip aynı yataktan akmaya başlarlar. Köprülere, çabalara, zorlamalara ihtiyaçları yoktur; çünkü onlar BİR’dirler ve beraber, sadece akarlar. Bu, muazzam bir görüntüdür ve kendiliğinden oluşur. Zamanı gelince de iki nehir birleştikleri gibi ayrılıverirler, eğer böylesini evren uygun görürse… Belki bir daha hiç birleşmezler, belki az sonra yeniden, belki de yeni nehirlerle birleşerek yollarına devam ederler. Ama esas bilinmesi gereken gerçek şudur ki: Evren sizi, hangi nehirle akmanız gerekiyorsa, onunla birleştirecektir…

Peki, onların hikayesi n’oldu? Size söylemiştim, özgürce akmayı severim diye ve bu akış sırasında bol bol sürprizler yapıp minik mucizeler de gerçekleştiriveririm. Bu sefer de rahat durmadım pek. Onlara öyle sürprizler hazırladım ki, her seferinde birbirlerine daha da yakınlaşıp aşık oldular ve hiç beklemedikleri bir anda da birbirlerine sarılmış buldular kendilerini… Ben de çılgınlar gibi eğleniyordum…

Uzun ve derin ilişkiler, sizler için çok büyük deneyimler içeren gizemli yolculuklardır. Bir maratoncu gibi dayanıklı ve güçlü olmanız lazımdır; bir tekne gibi dalgalara dayanıklı da ve bir peygamber kadar sabırlı ve affedici de… İki nehir bir akmaktadır, ama karşılarına dümdüz araziler de çıkar, dev kayalar da, hatta uçurumlar da… Ama nehirler, doğanın onların karşısına çıkardığı her koşula uymasını, her güçlüğü aşmasını ve bundan keyif almasını bilirler. Hanginiz şelale gibi çağlamak, menderesler gibi kıvırtmak, ovalarda koşmak istemezsiniz ki… İnanın bana çok keyiflidir ve hayat sizlerin de karşısına, büyük sorunlar gibi görünen büyük fırsatlar çıkartmaktadır, birbirinize daha yakınlaşın ve daha da mutlu akın diye.

Hayatınızda zorlandığınız anlarınız vardır; bir nehrin ilk defa dev bir kayayla karşılaştığı anda yaşadığı gibi ve mutlu anlarınızda;, nehrin kayayı aşıp, akmaya devam ettiği gibi ve bir gün, bu süreci anladığınızda yaşayacağınız bir duygu vardır ki, onun adına “huzur” denir. O, karşınıza ne çıkarsa çıksın, onları aşacağınıza ve evrenin sizin hep yanınızda olacağına dair inancınız ve güveninizdir.

Hanginiz, sabah saat üçte, aniden endişeyle uyandığınızda, sizin yanınızda olan sıcacık bir bedeni reddebilir ki. Ama bu doğada, bazen yalnız, bazen beraber akmanız gerekebilir. Şunu bilin ki, ister yalnız akın, ister beraber, ben her zaman sizi sıcaklığımla sarmalayacağım… 🙂

Sizden tek istediğim var, dedim ya bu, uzun ve zorlu bir süreç. Bazen istemeden de olsa birbirinizi veya kendinizi kırabilirsiniz. Hatta, hiç istemediğiniz şekilde yaralayabilirsiniz birbirinizi, kendinizi. Ama lütfen, bunun beni gölgelemesine izin vermeyin, daha önce de belirmiştim ya, ben bir kelebek gibiyim; hemen ürkebilirim ve bir süre sanki sizin yanınızda olamayabilirim. Ama o anlarda bile, size konmak için fırsat aradığımı unutmayın. Lütfen kollarınızı sinirli sinirli sallamayın; sallamayın ki, ben de size konabileyim.

Sözlerimi onların hikayesi ile bitirmek istiyorum: İki nehir, uzun ve çok güzel bir doğada keyifli keyifli aktılar. Karşılarına bazen kayalar çıkarttım, aştılar; bazen uçurumlar çıkarttım, çağladılar; hatta ovalarda hızlı hızlı koştular. Şu anda onlar, kendi yataklarında akmaktalar. Muhteşem deneyimler, harika hatıralar, aşılmış zorlukları da kendi içlerinde taşıyarak… Tıpkı nehirlerin taşıdığı alüvyonlar, yapraklar, çakıllar gibi… Ve bir gün, nehirler denize ulaşacaklar, yanlarında taşıdıkları bu parçalarla beraber… Sonra deltalar oluşturacaklar, tüm evren onların yaşadıklarına şahit olsun diye ve ben, o deltalarda onlarla beraber, sonsuza kadar dans edeceğim, mutlu mutlu; onlar yeni yolculuklara çıkarken…

Sizlerin hep yanındayım,

Sevgilerimle,
AŞK

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...