“Zamanın varken yap!”, “Yaşının kıymetini bil!”, “Bu günler bir daha geri gelmeyecek!” tarzı lafları çok duymuşsunuzdur. Hatta ben 16 yaşımdaki kuzenlerime tıpkı bundan 7–8 yıl önce babamın bana yaptığı  gibi, bu tarz öğütler vermeye çoktan başladım ve bu davranış içine girmeye başladığımı fark etmem benim için yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

 

Ben artık zamanın su gibi akıp geçtiği döneme girdim ve tıpkı nehrin akışına kapılmış bir bot gibi zamanın akışına bıraktım kendimi, ama bottan farkım, gözlerim açık, nehrin aktığının farkındayım ve sadece hüzünlü bir gülümseme var yüzümde çaresizlikten ve istemsiz bir şekilde hayata bakışımın değiştiğini fark etmemden  kaynaklanan. Biliyorum ki hiçbir zaman geriye donup “Yav ben treni kaçırdım!” demeyeceğim, treni kaçırmak diye bir şey yok. Tren istesek de istemesek de kaçıyor. Bunu fark ettiğimden beri daha huzurlu oldum. Tabii ne kadar huzurlu olunabilinirse.

Hayatı anlamaya halen kafa yoruyorum, çünkü bir gizem var. Bu iş bu kadar basit olamaz. Çaresiz bir şekilde zamanın akmasını izleyip, yaşamanın anlamsızlığına takılmanın ANLAMI yok çünkü. Ya zaman kavramında bir sakatlık var ya da başka bir şey.

“Her yeni günü geriye kalan hayatının son günü gibi yaşa!” sözünü duymayan yoktur herhalde. Gerçekten çok mantıklı, süper. Çözüm getirmiyor ama acıyı hafifletiyor (mu acaba?). Geçmişe bakıp da geçirdiğimiz değişimleri, yaşadıklarımızı düşünüp hüzünlenmektense (çok güzel şeyler de yaşasa insan, geçmiş her zaman hüzün verir çünkü geçmiştir.), bulunduğumuz anki koşullarda maksimum huzur nasıl elde edilir sorusuna cevap olabilecek rasyonel bir yaklaşım bu.

Ama yemezler! Bu değişim içinde gözünü açık tutmayı başarmış olan kimse yemez. Bunların hepsi kandırmaca, olayı bir bütün olarak gören kimse yemez bunu. Gözü kapalı olanlar, bir anlık hevesle uygulamaya çalışır bu formülü. Ama bu formülün uygulanabilitesi de çok kolay değildir hani. Hayat çok komplike ve formülize edilemez. Benim çıkardığım tek sonuç bu, önceden de belirttiğim gibi.

Ama bir anlam var, mutlaka var.

Aslında yazıyı bitirecektim de bana esas koyan şey, mesela bundan daha bir yıl önce, arkadaşlarla barımızı açıp, kendi müzik grubumuzla kendi barımızda çalıp, hem eğlenip hem para kazanma hayalimiz vardı. Halen var, ama işte yaş ilerledikçe, “gerçek” (tartışılır) hayatla yüzleştikçe, bu tarz hayallerin uygulanabilme ihtimalini sorgulamaya başladım. Herkes ayrı bir köşede. Ayrıca gitarımı çalmayalı üç hafta oldu ki bu son beş yılda bir rekor benim için.

Sorun: Ben böyle olmasını istemiyorum, ama hayat beni de değiştiriyor yavaşça. Bir-iki yıla kadar çoluk çocuk sahibi olmak isteyeceğim, artık basket ya da futbol oynamaktan eskisi kadar zevk alamayacağım diye korkuyorum, mesela şimdi işe başlarsam Playstation 2 almayı düşünüyorum, iki yıl sonra acaba PS2’yi açıp oyun oynar mıyım diye korkmaya başladım.

Bu değişimde de bir gizem mi var? Ben herkesin içinde aslında bir çocuk olduğunu düşünüyorum. Ama o çocuk da bir süre sonra pes ediyor galiba.

Belki şu anda hayata karşı savunduğum tek kalem içimdeki çocuğun kalesi. Ama hayat ağır topları yavaş yavaş sürüyor sahaya. Bu son kaleyi de kaybedersem işte o zaman, gözlerim kapanacak diye korkuyorum.

Konuk Yazar