Yalnızlık bizim kültürümüzde genellikle acı veren, istenmeyen bir durumu ifade eder.

Doğu genellikle yalnızlığın Allah’a mahsus olduğunu düşünür. Bati yüzyıllar boyu tartışır yalnızlığı. Kimi zaman “cehennemin başkaları” olduğunu söyler, kimi zaman “yalnızlığın şeytanin oyun alanı” olduğunu öne sürer.

 

R. Louis Stevenson, “bedenimiz, birçok penceresi olan bir ev gibidir” diye yazar, “orada oturur ve gelen gecene kendimizi gösteririz. Onlara yanımıza gelmeleri ve bizi sevmeleri için seslenir dururuz.” Ama birçok düşünür de yalnızlığın başkalarıyla bir şeyler paylaşabilmek için en gerekli şey olduğunu söyler. Ancak yalnızken kendimizi gerçekten tanıyabiliriz, kendimizi duyabiliriz.

Çoğu insan yalnız kalmayı sevmediğini söyler. Pek çok tanıdığım, birkaç saat bile tek basına kalmaktan hoşlanmaz. Eğer sevgilinize ya da arkadaşlarınıza biraz yalnız kalmak istediğinizi söyleseniz mutlaka altında başka nedenler ararlar. Hatta kırılır, bozulurlar.

Yalnızken yapacak pek çok işi olan benim gibi biri genellikle yalnız kalmak istediğini söyleyemeyip bunun yerine çeşitli bahaneler uydurmak zorunda kalır.

Yalnız kalmaya duyduğumuz korku, yalnızken duyduğumuz sıkıntı, sürekli ertelenip, geciktirilmeye çalışıldığından günün birinde bizi, hep başkalarına bağımlı, birileri olmadan yaşamayı beceremeyen insanlar haline getiriyor.

Bu, belki biraz da çocukluk günlerimizden geliyor. Anne babalar hep çocuklarının odasına dalıp merakla sorarlar, “ne yapıyorsun kızım saatlerdir tek başına?” Bu sorunun altında genellikle bir kuşku vardır. Ben de çocukken evde oturup kitap okuduğum ya da bir şeyler yazdığım cumartesi günleri, neden dışarı çıkmadığımı sorarlardı. Neyse ki sonradan sosyal olmayı da başardım.  Ya da ben öyle sanıyorum. Mesela artık haftada bir sinemaya filan gidersem fazla mi gezdim acaba diye kendi kendime bunalıma girmiyorum.

Yalnızlıktan korkmak aslında biraz kendimizden korkmak gibi geliyor hep bana. Yalnızlığın araçlarını iyi kullananlar, yalnız gecen saatlerinde kendilerini geliştirmeyi, zenginleştirmeyi, saatlerce gevezelik etmek yerine başkalarını dinlemeyi, kitap okumayı, farklı ilgi alanlarına yönelmeyi başaranlar aslında toplum içinde de daha rahat ediyorlar.

Sabahattin Kudret Aksal bir şiirinde, “bir yalnızlıktan gidilir kalabalığa” diyordu.

Yalnız saatlerini iyi değerlendirenler çoğu zaman kendisini daha iyi tanıyan, o zaman başkalarını da anlayabilen insanlar oluyor.

Çoğu kez kendimizi dinlerken başkalarını duymaz miyiz?
 

(İlk Yayın: Yeni Yüzyıl, 30 Nisan 1998)

Konuk Yazar