Travmatik fanatik aşkları bilir misiniz?

 

Hani şu hepimizin salgın halde yaşadığı aşk hastalığının ritüel kısmını diyorum… Bana sorarsanız ben tapınılası aşkları sevmiyorum, fanatiklerden olan insanların aşklarında yıkanmak çok çekici gelse de, ölümsüz aşklar yaşamak istesem de aslında kimseye bu şekilde bağlanmak istemiyorum. Özümde aşka kefilli deliyim, aşka hürmette kusur etmem fakat artık eğilmek istemiyorum. İçimdeki çocuğun gözyaşıyla yıkanmaktan da sıkıldım. Çünkü aşkımı akıttığım her fani ya korktu ölümüne sevdamdan; ya da boğuldu aşkımın girdabında. Sanırım en güzeli oynaşmak, yıkanmak sonra da aşkını kendine vermek. Evet evet! en güzeli narsizimin doruklarında yüzmek, narsist bir dokunmayı bedeninde yaşatmak olsa gerek. Oysa zamanında deli bir sevdam olmasını, ona artı eksi her tarafımı gösterebilmeyi, onunla büyümeyi küçülmeyi isterdim.

 

Talih bir gün bana dedi ki al o zaman o senin yavrum al ve bak tadına. Ben de tadına baktım aşık oldum, ten hastası oldum. Zaten dokunmayı seviyordum, o bana dokundukça öptükçe onu öpmekten haz aldım. Sonra gizlerimiz çözüldü ve o beni bırakıp gitti. Artık ona bağımlı olmuştum. Bağımlı travmatik şahane bir fanatik olmuştum. Eskiden beri aşk hissettiğim her canlıya karşı, silahsız kalkansız yani çırılçıplak kalmak istiyordum. Gözlerimde, beynimde, bedenimde sadece o var oluyordu. Bu durumdayken kimse beni anlamıyordu. Bugüne kadar oynaşmış hem terkedilmiştim hem de terketmistim; derken tarih bana terkedilmeyi tekrar nasip etti,ama ben terkedemedim, ayrılamadım çünkü bağımlıydım.Sanırım insan hayatta en çok kendisine acı vereni seviyor hatta acı çikolata yedireni yani endorfini kalbine saplayanı. Sonra da namussuzca seni terk edeni. Neden hepimizi terkedilmek acısı fazlasıyla yaralar? Neden?

 

Aslında bence terketmek de terkedilmek de farklı boyutlarda; ikisi de aci veriyor. Hemen nasıl yani demeyin, bir durun dinleyin beni. Terkeden egosal bir savaşın ağır bir imtihanında terliyordur, o sırada farkında değildir o imtihandan, ama bilinçsizce cevap anahtarını doldururken terketmiş olmanın maddesel gücüyle anlık gülümsüyordur. Diğer tarafa bakacak olursak yani terk edilen yönüne, o da imtihan yapılan okulu bulmuş ama kimliğini unutmuş olmanın verdiği telaşla sınav salonuna alınmamasının üzüntüsünü duymaktadır. Yani terkedilen kişi ne sınav sorularını görecek; ne de cevap anahtarına dokunacaktır. Evet, aslında bugüne kadar bende de böyle olmuştu terkederken arkamda bıraktığım aşklarımın cevap anahtarına ulaşmalarını engellemiş; hatta kimine sınav yapılan okulu bile göstermemiştim ve anlık gülümsedikten sonra acı çekmiştim. Terkedildigimde de durum çok farklı değildi yine komplekslerimin kucağında bedensel bir acı hissetmiştim. Beraberliklerde bence yarı yolda bırakan da bırakılan da beter oluyor, acının en acımasız çocuğuyla öpüşüyor… Aslında bütün problem de çocukluğa dayanıyor. Çocukluğumuzda aldığımız güven dersinin eksikliğine… Bilemiyorum belki de güven desteklemesi için biraz daha özel hoca tutulmalı, biraz daha özel hocayla ders çalışılmalı. Sanırım eksik alınmış güven derslerinden dolayı bir türlü özgüven patlamıyor ve karşındaki kişinin sana zarar verdigini bile bile beynine sadece onu yazıyorsun, teninden okuyorsun bazen de kimseler görüp de ona aşık olmasın diye onu teninden kazıyarak saklıyorsun. İşte herkes de oldugu gibi travmatik aşkta ben de böyle başladı. travmatik aşk beni dövdü, dudaklarımı kanattı, bedenimi morarttı, aşk bana bunu hep yaptı; gözlerimi bağladı, etimi ısırdı, ellerimi kanattı, canımı acıttı, beni benden uzaklaştırdı. Gerçi bunu isteyen bendim. Kendi kendime mutlu da olsam daha fazla mutluluk enjekte etmek istedim ve belamı buldum. Aşk başta bana mutluluk verdi, sonra bu an o kadar kısa sürdü ki aşk beni acıttı, acındırdı; ama ben aşkın safiyetine hürmetimden ona küfredemedim, onu dışlamadım. Çünkü aşk benim lügatimda saf hafif bir şeydi, fakat daha sonra anladım ki bu sadece madolyanın görünen yüzüydü; ya diğer yüzü kan, cinayet, gözyaşı. Aşk aslında şeytan mıydı, melek miydi çözemiyordum. Aşk neydi? Düşünüyordum da aşk rüzgarlı bir olaydı bu yüzden içinde fırtına da vardı, lodos da, tatlı tatlı esen meltem de. Kimi zaman yağmur yağdırıyor kimi zaman yakıp yıkıyordu. Sanırım aşk şeytanın gücüyle entrikasıyla özkardeş; meleklerin duyarlı saf hassas yanıyla sevgiliydi. Aşka bu yüzden cinsel yolla hassasiyet bulaşmıştı. Biz faniler cinsel yolla bu hastalığı kapınca, yani hassaslaşınca bunu aşkın gerçek yüzü sanıp ona bağlanıyor şahane fanatikler oluyorduk. Fakat aşkın şeytandan aldığı entrikasıyla karşılaşınca da sapkın ruhlar olarak travmatik bir şekilde varlığımızı sürdürüyorduk. Travmatik aşk bütün hücrelerimize yayıldığında da ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar sözü doğrulanıyordu. O ruh durumunda hiç kimse bizi anlamıyordu. Travmatik aşk ona tapınmamı istediği için kalbimi ağrıtıyor sonra da başkalarını görmemem için gözlerimi kör ediyordu. Aşk bana bunu hep yapıyordu, tenimi öpüyor beni bağımlı kılıyordu, bağımlı olmayacağım desem de, yine de bile bile aşka koynumu göğsümü açıyordum. Onunla acı çekeceğimi bilmeme rağmen seks yapmaktan, enerjisiyle orgazm olmaktan keyif alıyordum. Aşk için ana rengim kırmızıdan vazgeçmiştim çünkü aşk bana turuncu bir aura yollamıştı,ben de kayıtsız şartsız turuncuya gebe kaldım fakat aşk bana tekme attı hem de karnıma kasıklarıma, yaralarımı kanattı, eski yaralarımı canlandırdı, aşk bana bunu hep yaptı.

 

Biliyorum bütün travmatik aşıklar gibi hayatıma giren herkese ana roller dağıtmıştım, onlara tapmış tapınak açmış, putperest faniler gibi onlara dua etmiş beni terketmemelerini istemiştim. Evet hayatıma giren herkes için böyle davranmıştım. Oysa ki korkunun ecele faydası olmadığını çok iyi biliyordum; fakat de yine de korkuyor kendime güvenemiyordum. Belki de çocukluğumda özel olarak tutulan güven hocasını iplemiyor oluşumun faturasını ödüyordum. Güven hocası bana takviyeli güven, daha fazla güven adı altında dersler önerse de ben onu ekiyordum; eke eke hayatımın diğer dönemlerinde ekiliyordum. Aşkın kendisine aşıktım, bir varlığı sevmek istediğimde onunla oynayınca kazandım,duygularımın egosunu doyurdum; ne zaman ki oyunsuz yalansız oldum o zaman yalınayak kaldım,üşüdüm; belki de aşkın oyunsuz tarafında olmak istedim ve bütün acılarımın sebebi buradan geliyordu. Aşk oyun istiyor bense oyunsuz entrikasız bir aşk istiyordum. Aşk oyunsuz entrikasız bir yaşamı biliyor fakat reddediyordu. “Saflık” diyordu “oyunsuzluk aşkın ilk ayında olur daha sonra oyun oynamalısın, onu peşinde pervane etmelisin, bütün gizlerini vermemelisin,kartlarını açık oynamamalısın; ancak o zaman güldürürüm sevindiririm seni yoksa sen bilirsin, seni bir döverim aklın şaşar, kaybolursun”.

 

Ben de “demek böyle aşk efendi” dedim ve aşkı düelloya davet ettim. Ondan onun oyunsuz, saf, içten tarafını istedim. Aşk bana söylediği gibi bir ay saf, içten davrandı. Sonrasında hiç görmediğim kadar acı yaşattı. Beni bağımlı yaptı. Artık çok iyi anlıyorum ki bağımlılık, fanatiklik ruhuma zarar veriyor, üretkenliğimi aklımı saf dışı bırakıyor. Oysa ki ben aşkın dokunmatik, hafifleten, saflaştıran tarafını seviyorum yani ilk ayki dönemini. Artık diğer aylarda da oyun oynamak istemiyorum! Hal böyle olunca da aşk efendi bana tokat atıyor, benimle kavga ediyor oysa ki ben sadece aşkla uzlaşmak istiyorum,onun dudaklarından gerdanından öpüp, entrikasıyla da cilvesiyle de saflığıyla da sevişmek istiyorum. Travmatik aşka paydos; harmanlanmış aşka merhaba demek istiyorum… Sadece hepsi bu…

Cüneyt Duru