Yaptığınız bir şeyi eğer sizden başka kimse bilmiyorsa, bu onun yine de yapılmış olduğu gerçeğini değiştirir mi yoksa değiştirmez mi?

George Orwell’in 1984 adlı romanında işlenen konudan bahsediyorum… “Bir olay herkesin hafızasından silindiği zaman artık olmamış sayılır” teorisinden…

 

 

Karşıt bir görüş olarak; John Knowles’un romanı Seperate Peace’de Finny adlı karakter okulun yüzme rekorunu kırıyodu kendi başına.. Buna sadece tek bir kişi şahit oluyodu. Bu yüzden kayıtlara geçmiyodu. Finny ise şöyle diyodu: “Ben yaptığımı biliyorum, bu yeterli.”

 

Hayatınıza bir bakın?

Hangisi daha geçerli?

 

Herkese rejime girdiğimi ilan ettikten sonra mutfaktan gizlice aşırdığım çikolatayı yemem, ama bunu kimsenin bilmemesi, benim hala rejimde olduğumu mu gösterir, yoksa çoktan bozduğumu mu?

 

Gizli bi şey yaptığımız zaman, yani bunun kendimizden başka şahidi yoksa, hayatımızı iki ayrı parçaya bölünür.

 

İlk parça sanki o şeyi hiç yapmamışız gibi davranmak zorunda kaldığımız, insanlarla etkileşimli olan hayatımızdır. İkincisi bu hayatın kapsadığı bi küme olan “kendi” gerçekliğimizdir. Yani içimizde kendi gerçekliğimizi, bir sırrı, yaşarken dışarıda hiçbir şeyden haberi olmayan insanların gerçekliğini, yani başka bir yalanı yaşarız.

 

Bu ikililiğin nasıl biteceği sorusu aslolan.. Bir gerçekliği diğeriyle birleştirmek gerek elbet. Ya küçük “kendi” gerçekliğinizin sınırlarını kaldırıp büyük kümeyle birleştireceksiniz, ya da büyük kümenin küçüğü içinde sindirmesine izin vereceksiniz.

 

Söz konusu “kötü” sırlar olunca biz, farkında olarak ya da olmayarak, ilk seçeneğe yöneliyoruz genelde. İçimizde büyütüp kocaman hale getirdiğimiz yalanlar sonunda bir şekilde patlayıp dışarı kaçıyorlar ağzımızdan, hatta belki gözlerimizden… Sonra yayılıyorlar yayılıyorlar ve bir bakıyoruz sırrımız her insana ağaca çiçeğe böceğe yayılmış, yayıldıkça küçülmüş ve sonunda kaybolup gitmiş… Böyle olunca rahatlıyoruz ve yeniden hayatımız bütünleşiyor. ta ki kendimizi o minik sırlarımızla yeniden soyutlayana kadar…

 

Peki “iyi” sırlarımızda?

 

Yolda o yaralı kuşu gördünüz… Etrafta kimsecikler yoktu. Evinize götürdünüz. ona pansuman yaptınız. İyileşene kadar misafir ettiniz. sonra da onu tekrar gökyüzüne bıraktınız. Bunu bir siz biliyorsunuz, bir de o kuş. Bu sefer ne yapacaksınız? Bu sırrınızı herkesle paylaşıp büyük kümeyle birleştirecek misiniz? Yoksa kendinize saklayıp, kendi gerçekliğinizde kalmasına izin verip, büyük kümenin sanki siz hiç böyle bir şey yapmamışçasına davranarak bu olayı eritmesini mi istiyorsunuz?

 

Finny’nin dediği gibi sadece sizin bilmeniz yeterli oluyor mu yoksa belli bi miktar insan bilmeden bir anlam ifade etmiyor mu?

 

“Yapılan bir iyiliği kimse bilmezse bu onu daha değerli kılar. Kimseye söylemesem de olur.” diyen ezberden gelen sesleri duyar gibiyim… Bu durumda “Ben ona şunu şunu şunu yaptım ve bu kadar iyiliğimin çabamın üzerine bana yaptığına bak. Nankör!” gibi sözler size çok yabancı olsa gerek…

 

Bir de başkalarıyla ilgili sırlarımız var tabi:

 

Aşık oldunuz. yemeden içmeden kesildiniz. Bunu bir siz biliyorsunuz. Paylaşıp bütüne yayıp rahatlayacak mısınız yoksa hiçbir şeyden haberi olmayan büyük kümenin sizi içinizde büyüttüğünüz o aşkla birlikte sindirmesine izin mi vereceksiniz? Acı olsun ama “benim” olsun mu diyorsunuz yoksa herkesin ve her şeyin bilmesi benim olduğunu değiştirmez, sadece daha az acıtır mı diyorsunuz?

 

Bir şeyi çok kişinin bilmesi onun değerini veya “özel”liğini azaltır mı?

Leyla’nın aşkı, kimseye söylemediği için, Mecnun’unkinden daha az popüler olsa da daha mı kutsal?

 

Düşünün bakalım…

E. B.