Prensesler, beyaz atlı prensler, kötü cadılar, cinler, büyüler, şekerden evler ve her zaman yakut kalpler…

Bu kadar prenses içinde bir tek o, çocukluğumdan bu yana tek kahramanım oldu.

Pamuk prenses…

Çünkü o;

Annesinin kızıydı hep, annesinin istediği gibi,

Siyah saçları ve kahverengi gözleri vardı diğer prenseslere inat yani benden farklı ya da sizden farklı değildi,

Hiçbir zaman incecik olmadı, hep biraz dolgundu,

Babasının yeni kraliçesine öfke beslemedi hiç, hiç hesapta sormadı masalın herhangi bir repliğinde,

Kötü cadı bile içten içe sevdi onu eminim ama cadıydı işte, bir aynanın yansımasıydı en iyi arkadaşı ve prenses, hiçbir aynaya cevabını bilmediği sorularda sormadı,

Bir bakışı ve masumiyetiyle bir ölümü durdurdu avcı yüreğinde,

7 tane erkeğin; yemeğini yaptı, bulaşığını, çamaşırını yıkadı, onları eğlendirdi, ilgilendi, sevgilerini kazandı, her kadın gibi

Prense hiç yakın olmadı belki ama kendini unutturmayacak kadar da güzeldi ve hep özeldi,

İyi niyetini hiç kaybetmedi, yaşlı kadının uzattığı elmayı iştahla değil nezaketle kabul etti,

Yeryüzünde olması lazımdı camdan tabutun içinde ve nefes almasa da bir öpücüğü dünyaya bedeldi ve aşkın öpücüğü ona can verdi…

Benim için pamuk prenses inandığım bir ben, benim içimde ve mutlu bütün sonlara bir başlangıç hayatımda. Uyuyamadığım zamanlarda koyun saymaktan çok masalları canlandırırdım gözbebeklerimde. Hep aynı masal vardı aklımda, hala aynı masalı yaşıyorum.

Aşkın öpücüğüyle uyanmak bir uykundan ve gözlerimi kan kırmızı bir elmanın büyüsüyle kapamak. Camdan bir yatakta beklemek sonları, bir okun ucunda eğilmeyecek kadar güçlü, kabullenecek kadar masum olmak. Birine ihtiyaç duymadan yalnızda ayağa kalkabilmek. Kendi mutlu sonumu yazmak…

Pamuk prenses, sandığımdaki hikaye kitaplarım arasında tozlanmadan, mutlu sonuna doğru beyaz bir atın üstünde ilerlerken; bende kendi masalımın içinde büyüyorum. Masallar mutlu sonla bitmez hiçbir zaman, masallar son’suz hep.

Melis Çınar