Küçükken gizli gizli ağlardım. Hıçkırıklarım duyulmasın diye yastığa yüzümü gömer göz yaşlarına boğulur, öylece uyuya kalırdım. Ertesi gün hiçbirşey olmamış gibi yoluma devam ederdim. Şüphesiz hiçbirşey, bizleri yolumuzdan alıkoyacak güçte değildi. Sonraları büyüdük; kocaman(!) insanlar olduk. Artık ağlamamamız gerektiği öğretilmişti bize. Güçlü insanlar ağlamazdı. Bu bilgileri sorgusuz sualsiz kabul ettikten sonra, tüm birikmişlerle hayata devam ettik.Ne gönlümüzce ağlayıp, içimizdekileri boşaltarak, temizleyip yeni güne yeniden başlayabildik ne de hayatta gerçek anlamda varolabildik. Bastırılmış duygularımızdan yaptığımız duvarların ardında yaşamaya başladık. Derken, birşeyler değişti. Neler mi?

 

Virginia Woolf’un yıllar yıllar önce okuduğum “Kendine Ait Bir Oda” adlı eserini aklıma geldi. Kitabın içeriği ve savunularından çok, sadece adı belirdi, gözlerimin önünde. Bir kitabı okumanın her yaşta farklı bir tadı vardır. Nasıl ki yıllar sonra yaşadıklarımıza baktığımızda farklı sonuçlar çıkarıyorsak, kitaplar da yıllar sonra okuduğumuzda farklılaşıyorlar. Çünkü bizler değişmiş oluyoruz.

İlk evime taşındığımda evimi kendim için temizledim. Eşyaları kendim için yerleştirdim. Bir fincan kahveyi kendim, ama sadece kendim için ısıtıp içtim.Şimdi yeni evimin salonunda oturuyorum. Kendimle başbaşa olduğumu hep bilip, ilk defa bu kadar net yaşamanın tadını çıkarıyorum. Evimde geçirdiğim ilk haftanın ardından, derin ve güçlü bir his bedenimi sarmaya başladı. Bu his nedir, nereden gelir, nereye gider bilemedim. Sadece bir anda derin bir ağlama hissi geldi çattı. Kaçacak bir yerler, bir yastık aradım. Bir anda hatırladım. Kendi evimde, kendime ait bir odadaydım. Hıçkırıklarımı tutmadım. Yılların içimden akıp gitmesi için, gözyaşlarımı özgür bıraktım.

Evimi gözyaşlarımla yıkayarak, kutsadım. Bu rituelin sonunda ağlamaktan şişen gözlerle bir japona dönüşmüştüm. Ama bu halimi çok sevmiştim. Çamaşır yıkamam gerekiyordu. Deterjan bitmişti. Öyle ya hayat her zaman devam ediyordu. Dışarı çıkmak üzere, elimi yüzümü yıkadım. Kapımı yavaşca çekerek yolda yürümeye devam ettim. Tıpkı çocukluğumun özgür ve neşeli günlerindeki gibi, ağlamış ve yoluma devam etmiştim. Yılların onca yükünü üzerimden atıp, büyümüş bir çocuk olarak yoluma devam ediyordum.

Hayata ve herşeye teşekkür ettim. Hazır dışarı çıkmışken kendim için bir çiçek aldım. Aferin sana; dedim içimden. Çocukluğa oranla daha uzun bir boy, daha gelişmiş bir beden ve dünyaya ilişkin daha fazla bilgi ile özgürlüğü yakalayabilmek. Daha da önemlisi bu anın tadına varabilmek.

Bir insanın kendini yaşabilmesi için, bir ev, bir oda ya da bir yaşam alanı, her ne kadar dünyevi gözükse de, aslında özgürlüğü yaşamanın başka ve çok önemli bir boyutu. Gerçek özgürlük sadece ve sadece içimizdeki hazinede… Diğerleri özgür olmaktan kaçmak adına, kendimize vurduğumuz hayali zincirler sadece.

Woolf eserinde feminist söylemle, bir kadının hikayesi anlatılıyor olsa da, kadın olma, yalnız kalma ve edebiyat hakkımız çok değerli. Diğer insanların ne düşüneceğini düşünmeden yazmak çok önemli. Birşeyler düşünüldüyse, birileri bunu mutlaka kaleme almış demektir.

Elif Oktav Erdemli