Nedenini bilmediğim bir sıkıntı bu, içimde, bir yerde… Şu an sonsuz, sakin ve kimsesiz olmak isterdim. Biraz dursun, dinleneyim…
Sıkıcı olanı yapmak zorunda mıyım? Evet, bizler sıkıcı olanı hep yapmak zorundayız. Yoksa tüm monoton gidişatı yok ederiz. Benliğimizin kör noktası haline gelmiş egolarımız yüzünden biz, sıkıcı olanı yapmalıyız. Bir bütünün ufak bir parçası olmak tüm çabamız. Hiç bir zaman bakamıyoruz ki aynaya! Biz biz miyiz? Kendimizi öyle giydirmiş, süslemiş ve satmışız ki… Hatta artık bu sözlerin hepsi klişe! Artık herkes özgün, başka, farklı olmak için uğraşıyor! Herkes “bir şey olma” derdinde. Ve ben diyorum ki “kaybolun gidin, hiç birinizi görmeyeyim!” siz en sonunda bunu da sahiplendiniz! Şimdilerde sistem isyanlarını moda haline getirdiniz…

Her sabah kalkıp uyur vaziyette banyoya gidiyorum, saçıma sürdüğüm şeyin ne olduğuyla bile çok ilgilenmeden bir şeyler yapıyorum. Fön makinasını açıp bir kaç kez önleri düzleştiriyorum. Sonra diğer kozmatik maddeyle, saçımın arkalarını yapıyorum. Okuldan içeri girdiğim anda, güne bir sıfır yenik ve berbat hissederek başlamamak için tüm bunlar. Çünkü benim sevgili kız arkadaşlarım, öyle çok konuşacaklar ki. Günaydın demek yerine “saçın iğreeenç” diyecekler. Ve ben “az kaldı bir sene, çok sivrilme okulunda, cici kız ol” diyorum kendime. Ama son zamanlarda artık, “saçın….” diye başlayan her cümlede, her hangi iğrenç bir şeyi yapıp, olay mahalinden ayrılıyorum. Dinlemiyorum. Niye dinleyeyim ki. Çünkü arkası da var “dudağın..”, “çorabın..”, “tırnağın”….
O kadar şekilci oldum ki, artık her hafta yeni çıkan her türlü kozmetik ürününü alır oldum. Cidden! Koşa koşa, kozmetikçiye girip, arkasını okuyup almaya karar verdikten sonra, evde denediğimde sivilcesiz yüzümde sivilce çıkaran, bir sürü saçma sapan şey, nasıl benim ilgi odağım olur. Alıp giymediğim bir çok tişört, marka olsun diye para saydığım kotlar, “şu rengi yoktu” diye depo ettiğim ayakkabılar. Kısacası bir alışveriş çılgınlığı. Eskiden, sanatsal faaliyetlere verdiğim zamanı ve parayı, bir de baktım, normalde alakasız olduğum şeylere vermeye başlamışım. Peki mutlu muydum? Belki evet, çünkü çıkıp arkadaşınla alışveriş yapmak, pembe dizi izlemek gibi, kendini, kendi gerçeklerini bir süreliğine unutmak sanki. Ama ben pembe dizi sevmem ki! Hayır, mutlu değildim, giderek salak kızlar furyasına kapıldığımı bilmekteydim çünkü. Kitap da okumuyordum, ders hiç çalışmıyordum. Sınıfta sakız çiğneyip sıra arkadaşımla kızsal muhabbetler yapıyordum. Bu durumun farkındaydım aslında. Tiyatroya uzun süredir gitmemiştim, sinemaya sık gider olmuştum ama en son izlediğim film Zor Baba bilmem neydi. Televizyonda akşam izlediğim dizi, yarın okuldaki entrika geyiğiydi. Ama diyorum ya her şeyin ‘farkındaydım’ aslında…

 

Kendim olmak zordu, ben olmak, düşünmek gerektirirdi. Tiyatroya gitmek kolay değildi, dikkatle izlemek, anlamak gerekirdi. Gerçekten bir şeyler anlatan sinema filmleri izleyemezdim, düşünürdüm, ağlardım belki. Durmasını, sonra da bitmesini istiyordum. Yaşamak, kendi karakterimle yaşamak, anlamını aramak, cevapsız sorular sormak, çok düşünür olmak zordu. Oysa, dışımla ilgilenmek çok kolaydı. Yüzümle, elimle, giydiklerimle…Odaklanmak ve hayatın kendisine dönmek zordu. İşte bu yüzden çok basit oldum. Ne var ki hayat böyle devam edemiyordu, ben bir şey hissetmiyordum, mutsuzdum ve zaten bu önemli değildi ama yakın çevremdeki, okul dışından dostlarım, annem, babam, değer verdiklerim, küçük isyanlar başlatıyorlardı. Ne olacaktı ki; devam etsem ne olacaktı. Yine ben olsam sadece mutsuz olmakla kalmayacak, yorgun da olacaktım. Sadece mutsuz olmak, yorgun ve mutsuz olmaktan daha kolaydı. Anlamsız geliyordu her şey, yemek yemek, yürümek, kısaca yaşamak. Ne gereği vardı. Kapasalar beni, bıraksalar, karanlıkta kalsam, çok ağlasam, kendimi hatırlayarak son buldursam hayatımı…
Mutlu gibiydim, samimiyetsiz tüm ilişkilerimde ben harikaydım. İnsanları hala güldürüyordum, moral bile veriyordum, konuşuyordum, farkına varamadı çoğu, yapaydım aslında, sahteydim tamamen. Oynuyordum, hoşuma gidiyordu, eğlenceliydim, kimse, günü tüketip eve döndüğümde, boşboş oturup, hiç bir şey yapmadığımı, anneminki dışında gelen tüm telefonları cevapsız bıraktığımı, ağladığımı, karanlığın çöküşünü beklediğimi bilemezdi. Ben bile bilemezdim. Bilmiyordum zaten, bilinçli değildi ki bu. Yine de sanki, kendime bir şeylerin cezasını ödetiyor gibiydim.
Ve tabii, kendimle başbaşa kalıp, yok olmak istemekten başka yaptığım bir kaç şey daha vardı. Alışveriş, dondurma yemek(1kg), bilgisayarı dostum bellemek gibi. Hatta öyle ki eve gelen telefon faturasının, internet kısmı, bir hayli yüklü olunca bu sıcacık dostumla daha az vakit geçirmek zorunda kaldım. Messengerda nickimi ‘ONLARIN Kİ GİBİ BENİM HAYATIM DA GEYİK OLDU!’ yapmıştım, “ne demek bu yani” diye soranları, bir arkadaşla aramızda diyerek, sallıyordum.
En sonunda bu berbat hallerimden ben de sıkıldım açıkçası. ‘Ne oluyor bana?’ ‘Tamam yeter, artık son bulabilir bu saçmalık’ demeye başladım. Bu kötü vaziyetten çıkmak istememle, yakın zaman içinde iyileştirdim kendimi. En sonunda, hasrete dayanamadım, kendime, sezon kapanmadan izleyeyim diye, bir çok oyun bileti aldım. Yürüdüm uzun uzun, neden böyle oldum ben dedim. Kendime sordum niye diye. Galiba, kendi yakın çevremden uzaklara taşınmış olmam, özlediğim insanlar sebepti buna. Anladım ki ben, yoksun kaldım çok şeyden. Üstüne üstlük, bir çok kişiden gelen, önleyemediğim ve beni yeni hayatıma adapte olmaya çalışırken zorlayan, sevgi mesajlarını sildim, yeni insanlar tanımaya başladım…
Bence hiç birimiz çok özel değiliz. Benim gibi çok insan var, ve nedenli nedensiz, hepimiz acı çekiyoruz. Onun için çok da bana özel olduğunu sanmıyorum, bunalımlı bu hallerimin.
Şimdi, saçıma sürdüğüm jöle, yüzümü yıkadığım jeli hiç değiştirmiyorum. Alışveriş falan da yapmıyorum, zaten en yakın dostumla da karar aldık…
Kendimi müziğe yönelttim, tiyatronun yanı sıra, cidden ‘neymiş bu müzik’ diyorum. Dinlemeye karar verdim, hiç anlamaya çalışmadığım müzikleri. Shakespeare’lerin hepsini bitireceğim. Kendime döneceğim, içime, cevapsız sorularıma. İçindeki sen, karmaşık duygular içindeyken, işe yaramıyor öyle değilmiş gibi davranmak. Yürümüyor, bu sefer her açıdan karışıyorsun. Açıksözlü, daha doğrusu ‘açıkyüzlü’ olmak en doğrusu. Şunu biliyorum, herkesin beni sevmesi, doğru bulması gerekmiyor. Hep gülmeye de gerek yok. Maskelere hiç gerek yok. Olduğumuz gibi olmalıyız, niye kasıyoruz ki… Zaten üç günlük değil mi dünya?

Konuk Yazar