Günlerdir dönüp duruyorum evin içinde. İçimde bir sıkıntı bir boşluk… Bir şey eksik diyorum bir şey eksik. Üstümde bir alınganlık, bir huysuzluk. Peşime sinek takılsa bu sinek beni takip ediyor diye başlıyorum ağlamaya. Aynaya bakıp duruyorum, bir şey mi olmuş bana da ruhum bedenimden kaçmak istiyor. Neyin var sorularına hep aynı cevabı verir oldum, bir bilsem…

 Sonra kafamı kaldırdım gökyüzüne ve başımı ne zamandır uzatmadığımı fark ettim mavilere. Çıkardım ayakkabılarımı çimlerin canını yakmadan yürümeye çalıştım. Toprak hoş geldin dedi sanki nerelerdeydin şimdiye kadar. İş, güç, koşturma, rekabet, inat, sıkıntı, kuruntu, faturalar, kitaplar, zorunluluklar, insanlar, önyargılar… Sus dedi toprak çıplak ayaklarınla özgürsün şimdi, ruhunu da çıkar şu kaptan çıplak bassın hayatın üstüne. Bak dedi etrafına, şu güneş dediğin şey parıldarken yukarda hangi karanlık gelebilir yanına ya da şu maviyi hangi bulut kapatabilir tamamen? Bak benimle büyüyor ağaçlar ve ölüp gidiyorlar her kış ama ben inatla sabırla yine büyütüyorum onları. Onlar benim umutlarım, hayallerim onlar beni ben yapan her şey. Çiçekler işin eğlencesi baksana şunlara; rengarenk, gülümser gibi, rüzgarla sarhoş oluyorlar, şarkı söylüyorlar. Buz kesseler de soğuktan, tomurcuk veriyorlar yılmadan. Küsmüyorlar, bak şunlara sevdiğini affeder gibi affediyorlar koparılmayı eğer takılacaklarsa bir dilberin saçlarının arasına… Gülümsedim. Haklıydı toprak benim suçumdu baktığım şeyleri görmemek ve inanmak beşeri saçmalıklara. Küçük bir ekrandan bakmak dünyaya ve perdelerimi kapatmak güneş döndüğünde benden yana…

Giymedim ayakkabılarımı. Toprağa tekrar geleceğimi söyledim teşekkür ettim tekrar tekrar. Başladım yürümeye, başım gökyüzünde gözlerim maviliklerin içinde. Güneş dedi ki; ışığımı gönderiyorum herkese ama bakmıyor kimse bana. Şu kara gözlüklerini çıkarmıyorlar bir türlü hem korkuyorlar karanlıktan hem de aydınlıkta bile kapkara bakıyorlar etrafa. Yüzlerine bak dedi yüzlerine; neden gülmüyor kimse? İş, güç, koşturma, rekabet, inat, sıkıntı, kuruntu, faturalar, kitaplar, zorunluluklar, insanlar, önyargılar… Sus dedi güneş sus illüzyon değil mi bunlar. Beşeri illüzyonlar… Bir kere geliyorsunuz hayata ve tek marifetiniz yaşamak, peki neden ölmeden anlamıyorsunuz bunu? Neden sevmiyorsunuz kimseyi hatta en başta kendinizi? Boyunuzla, kilonuzla, yüzünüzle uğraşıyorsunuz, küçük sorunları büyük mutluluklara eş tutuyorsunuz? Sen dedi sen neden sevmiyorsun bu dünyayı, kendini? Ben dedim seviyorum aslında ama bazen çok yoruluyorum, bazen çok acıyor canım içim sıkılıyor. Güvenimi kaybediyorum insanlara, kimseleri sevemiyorum, sevildiğimi fark edemiyorum… Bak ne güzel kendi ağızınla söylüyorsun dedi nerde yanlış yaptığını. Biliyorsun, yüzleşiyorsun gerçekle, kabul et her şeyi ve başla en baştan. Neden koşuyorsun sonunu bilmediğin bu yolda, seni sevenlerin varlığını neden sorguluyorsun, sen neden nefesini tutuyorsun? Büyüdükçe küçülsün gözbebeklerin. Bebekleri gördükleri her şeyi mucize sanırlar ve haklılar, baktığın değil gördüğün her şey mucize. Kalbine inan, rahat bırak onu, gülümse…

Gülümseyerek başladım yürümeye. İnsanlara baktım, yüzlerine tam gözlerinin içine; onlarda bana baktı ama gözlerime değil çıplak ayaklarıma.

Melis Çınar