Merkezefendi Tıbbı Bitkiler Bahçesinde Prof. Kerim Alpınar tarafından verilecek olan fitoterapi kursunu haber alır almaz katılmaya karar verdim.Tıbbı Bitkiler Bahçesinde verileceğine göre, bitkilerle ilgili birşey olmalıydı diye yürüttüğüm fikir dışında bir fikrim yoktu aslında.

 

Homeopati, fitoterapi, aromaterapiyi yıllardır birbirine karıştırmama rağmen, kurs öncesi internette kısa bir gezinti yaparak, aralarındaki ayrımı öğrendim ki muhtemel kurs arkadaşlarıma rezil olmayayım.

Ancak, büyük çoğunluğu aktar, tıbbi bitki pazarlayıcısı, toptancısı gibi kişilerden oluşan katılımcıların, ne bildiğimiz konusunda yapılan ilk dersteki mini test sonuçlarına bakılırsa yurdumun bu konuyla ilgili olması gereken insanlarının bilgili olmaları ön şartı yoktu. Dolayısıyla boşuna kasmışım kendimi. Prof. Kerim Alpınar’ın, bizim gibi konuyla profesyonel anlamda ilgilenmeyenlere bile bilgileri ulaştıran tarzıyla, 7 hafta boyunca Merkezefendi Tıbbi Bitkiler Bahçesi bizim Pazar öğleden sonraları sığındığımız gizli vahamız oldu.

Yani bu kurs sayesinde artık kesinlikle biliyorum ki fitoterapi, bitkisel tedavi demek. Bu kursta da bitkilerin latince isimlerini, etken maddelerini, hangi bitkinin nerelerini ne şekilde kullanacağımızı, bu bitkileri nasıl kurutacağımızı, çay, pomat, krem, yağ gibi şeyleri hazırlamayı öğreneceğiz. Ne güzel!

Solunum, boşaltım, dolaşım, sinir sistemi kalp ve damar sağlığı, cilt hastalıkları gibi konularda, çoğu elimizin altındaki ya da en yakın aktardan kolayca elde edilebilecekmalzemelerle yapılabilecek reçeteler hazırladık. Teorik bilgiler için nefis bitkisel yağların buharının doldurduğu bir odada oturup, pratik uygulamalar için ise 500 tıbbi bitkinin yetiştiği bahçe ve etken maddelerin elde edildiği laboratuvar arasında dolanıp durduk.

Bu süre içinde oldukça keyifli ve pratik bilgilere sahip olurken, dışımızdaki yeşil dünyaya da bir başka gözle bakmayı öğrendik. Daha önce hiç dikkatimizi çekmeyen bir çok ot ve ağaç, gözümüze artık canlı ecza depoları gibi görünmeye başladı. İlerleyen haftalarda burun akıntısı, baş ağrısı, yanıklarımız için bahçedeki hangi bitkileri kullanacağımızı öğreniverdik. Arsız ve hırsız moduna geçip bahçedeki müthiş güzel kokulu ve lezzetli Osmanlı çileklerini de mideye indirmedik değil. Sonuçta orası Tıbbi Bitkiler Bahçesiydi ve muhtemelen o çilekler de birşeye iyi geliyordu ama neye? Bu sorunun cevabını kurs süresince nasılsa öğretirler diye beklerken,bir de baktık ki kursta çilekler de bitivermiş.

Benim gibi evinde saksı içinde bir tek çiçek yetiştirme becerisi ve isteği olmayan biri bile şu anda evinde limon, karayemiş ve biberiye ağaçları yetiştiriyorsa,kursa ve hocamıza hakkını teslim etmek lazım…

Hoş, eşim bu gelişmeleri endişeyle izlemekte. Saksılarında mini mini duran ağaççıklar büyüdüklerinde onları bahçeye ekmek isteyecek karısına, “Bizim evin bahçesi yok ki hayatım” demesi gerekeceği günler geldiğinde, “E, o zaman biz de bahçeli bir ev alırız kocacığım” cevabının gelmesinden endişe ediyor olmalı. Haksız da sayılmaz.

Şimdilik minik saksılarda yetiştirdiğim tıbbi bitkiler aloe vera, zencefil, reyhanla sınırlı ama her an herşey olabilir.

Örneğin yapmayı öğrendiğimiz çaylar, kremler, pomatlar ve yağlar için gerekli malzemeyi bizzat yetiştirmek isteyebilirim. Bu malzemeleri aktardan hazır almak, kursun ruhuna aykırı teziyle ayak direyebilirim. Adamcağız tanıyor beni yani.

Bu uzun girişten sonra, en sevdiğim ve hemen evde denemesini yaptığım bir mucize reçeteyi paylaşmak istiyorum.

Bitkinin adı Sarı kantaron ya da Binbirdelik otu. Daha da tanınan adıyla şu depresyon tedavisinde de kullanılan St.John’s Wort. Ancak benim paylaşacağım reçete bu bitkinin sinir sistemi için değil, cilt rahatsızlıklarında kullanılan şekline ait. Bu mucizevi bitkinin yağı Osmanlı ordusu savaşa giderken küpler dolusu hazırlanarak götürülürmüş. O zamanki namıyla, kılıç yarasını bile iyileştiren yağ olarak tarihe geçmiş.

Son yüzyıllarda tüfek icat olunca bozulan mertliği takiben kılıç yaraları tarihe karışmış olsa da, bu yağ hala kanamayı durdurması, yaraları hızla iyileştirmesiyle, özellikle küçük çocuğu olan her lazım. Omo’nun kirlenmek güzeldir reklamından yüz bulan veletlerin bahçede, sokakta oynarken, bisikletten ağaçtan düşmeleri sadece üstlerini başlarını kirletmiyor haliyle. Sıyrık yara bere içinde eve döndüklerinde savaştan dönen askerlerden pek farkları olmadığını kolayca söyleyebiliriz aslında.

Dolayısıyla, sürüldüğünde yakmayan ve tamamen bitkisel bu yağın bir kavanozu, her sene bir mahalle dolusu çocuk ordusunun eve döndüklerinde savaştan dönen askerlerden aşağı kalmayan yara berelerini tedavi etmeye yeter de artar bile.

Hazırlamak için iki yöntem var. Birincisi vakti ve sabrı olanlara göre, 15 günde yavaş yavaş ve güneş altında doğal olarak hazırlananı yani hiç benlik değil. Diğeryöntem ise 2 saat içinde ocak üstünde ve aynı sonucu verecek şekilde hazırlanıyor. E, sonuç aynı ise niye daha fazla bekleyeyim diyen benim gibileri de, orjinal hazırlanışını öğrenmek isteyenleri de daha fazla merakta bırakmadan reçeteyi paylaşıyorum.

 

Gerekli malzeme:

50 gr kuru sarı kantaron otu.

200 ml. Zeytinyağı

Açık renkli bir cam şişe.

Koyu renkli bir cam şişe.

Önce klasik yöntem: Cam şişeye zeytinyağını ve sarı kantaron otunu koyuyorsunuz. Güneşte 15 gün boyunca arada çalkalayarak renginin koyu kızıla dönmesini bekliyorsunuz. Bitki yağın içinde eriyor ama yine de tortu varsa isterseniz süzebilirsiniz. 15 günün sonunda yağlı çözeltiyi koyu renkli cam şişeye aktarıyorsunuz ve gölgede saklıyorsunuz.

Fast-food yöntemi: Isıya dayanıklı bir kabı ocağın üstüne koyuyorsunuz ve içine su dolduruyorsunuz. Suyun içine bir cam kase yerleştirip içine zeytinyağı ile sarı kantaron otunu koyuyorsunuz. Ocağın altını yarı kısık açıp ben mari usulü denen bu yöntemle 2 saat arada karıştırmak suretiyle aynı çözeltiyi hazırlıyorsunuz. Yağı kesinlikle doğrudan kaynatmıyorsunuz. Mutlaka su dolu bir kabın içinde ısıya maruz bırakıyorsunuz. Böylece 100 C’ın üstüne sıcaklığın çıkmasını ve yağın bozulmasını önlüyorsunuz. 2 saat sonra 14 gün ve 22 saat tasarruf etmiş olarak yağınıza kavuşuyorsunuz.

Genellikle bitkisel yağların raf ömrü 18 ayken, bu karışımın bir özelliği var. Raf ömrü bittiğinde kalan yağı dökmenize gerek yok. Kalan yağın içine tekrar sarı kantaronu aynı yöntemle ekleyerek, yağı son damlasına kadar kullanabilirsiniz.

Artık “Kim korkar bıçak kesiği, kedi tırmığı, çalı dalaması yara beresinden” moduna geçiş yapmaya hazırsınız.

Şifa hep sizinle olsun.

Müjde Apay

1969 yılında İstanbul’da doğdu.Şişli Terakki Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi Turizm ve Otel Yönetimi Bölümünden mezundur. Alison University Psycology Diploma ve Biology and Behavior of Psycology Sertifika, Psikiyatri Derneği Temel Psikoloji programlarını tamamlamıştır. 2009 yılına kadar Turizm ve Bilişim Sektörlerinde çalıştıktan sonra spritüel gelişim alanında çalışmak ve hizmet vermek üzere kurumsal hayata veda etme kararı almıştır. Müjde Apay, Klasik Sistem Usui Reiki Master’ıdır ve Reiki eğitimlerini destekleyen Işık Köprüsü, Çakra-Aura eğitimlerini almıştır. Eğitim ve uygulamalarından edindiği bilgi ve tecrübeleri, hem şifa uygulamalarında hem de Reiki eğitimlerinde etkili bir şekilde kullanmaktadır.