Bugün öyle bir yazı yazacağım ki, yeminli düşmanım Sayın Erdal İnönü ilk ve son kez çok beğenecek! Çünkü konumuz, aslan sosyaldemokratlar değil, fizik.

Colorado Teknoloji Enstitüsü’nde bir bilim adamları ekibi, atomu ‘ışınlamayı’ başarmış! Aynı deneyi Avusturya’da Inssbruck Üniversitesi de tekrarlamış. Bir grup, berilyum atomu kullanmış deneyde, öteki grup kalsiyum.

Atomu olduğu yerde yokedip, bir milimetre ötede yeniden ortaya çıkarmışlar. Teknik deyimiyle ‘teleportasyon’ yapmışlar. Basın, ‘hani Uzay Yolu dizisinde Kaptan Kirk ve mürettebatının ışınlanması gibi’ diyor ama, şimdilik tek bir atom ve yalnızca bir milimetrecik yol sözkonusu. Fakat ‘atomlar aleminde’ bir milimetre ne kadar uzak bir mesafedir, bilir misiniz?

Dikkat isterim: Atom hareket etmiyor, bir noktadan öbür noktaya gitmiyor, bir yerde yokolup başka bir yerde yeniden ortaya çıkıyor, tövbe ıstağfirullah yeniden yaratılıyor sanki…

Elbette bu haber de basında mercimek kadar yer bulabilmiştir kendine.

Çünkü tarihte ilk kez başarılan bu ışınlama olayı, hangi bar orospusunun hangi zengin piçiyle yattığı kadar önemli değildir. Gecekonduya yayın yapan Türk medyasının utancı olsun.

Fizik, ‘çocuğun üniversite sınavlarında atlatması gereken birtakım sıkıcı sorulardan’ ibarettir bu ülkede. Kafa karıştırıcı bir konu, kırılacak bir derstir alt tarafı. Çünkü para kazanmak için fizik bilmek hiç gerekmez ve ‘okumuş adam’ dediğin de halkımızın gözünde ya doktordur, ya avukat, ya da mühendis.

Ben de aziz halkımıza şunu arz etmek isterim doğrusu: İdrak edebildiğimiz dört boyuttan başka (üç boyut artı zaman), altı boyut daha olduğunu, fakat bizim bunları algılamamızın mümkün olamadığını biliyor muydunuz?

Bilmiyordunuz çünkü mala davara bir faydası yoktur.

SSK maaşının artmasını da sağlamaz güzel evladım… Ziraat Bankası kuyruğunda geçmez.

Laurence Gardner diye bir adamı duymuşluğunuz var mıdır?

Hayır, çünkü kendisi Manchester United takımında solaçık değil, önde gelen İskoçya masonlarındandır, yani modern masonluğun vatanı sayılan ülkeden.

Gardner’ın, ortalığı fena halde birbirine katan dört kitabı var, madem Dan Brown türü zırtapozları okumaya bayılıyorsunuz, bunları da tercüme edilince okursunuz sanırım.

Orada anlatıldığına göre, saf altını belli bir ısıya getirdiğiniz zaman, altın atomunun bütün elektronları aynı yönde dönmeye başlıyorlar ve bu ‘high spin’ tabir edilen atom inanılmaz özellikler sergiliyor. Altın, beyaz ve ince bir toza dönüşüyor, bunu bir katod tüpüne koyup içinden elektrik akımı geçirirseniz de, hafifliyor ve hatta ağırlığı eksiye vuruyor!

Daha da müthiş bir şey oluyor: Madde ışığa dönüşüyor ve ortadan kayboluyor!

Sonra, belli bir ısıya düşünce de yeniden meydana çıkıyor.

Gardner, simyacıların yüzyıllar boyunca kafasını kurcalayan ünlü ‘filozof taşının’ da aslında bundan başka bir şey olmadığını ileri sürüyor. Simyacılar meseleyi tersten anlamışlar ve altını bu beyaz toza dönüştürecekleri yerde, kurşunu altına dönüştürmeye boşuna çabalamışlar.

Bu tozun DNA moleküllerini onararak kanser tedavisine birebir olduğu da Texas Üniversitesi tarafından, ölümcül hastalar üzerinde yapılan deneylerle kanıtlanmış. ‘High spin’ iridyum enjeksiyonu yapılan hastalarda, habis tümörler birkaç günde ortadan kaybolmuş! (Gardner, ‘aslında kansere çare bulundu ama ışın tedavisi ve kemoterapiye milyarlarca dolar yatırmış olan büyük ilaç firmaları izin vermiyorlar bu araştırmalara, engelliyorlar’ diyor…)

Fakat bu toz, eski Mısır yazıtlarında da geçen, hiyeroglifle ‘mfkzt’ şeklinde yazılan ne idüğü belirsiz maddenin ta kendisiymiş! Bazı örnekleri de taa 1904 yılında ünlü arkeolog Sir Flinders Petrie tarafından bulunmuş fakat konu örtbas edilmiş.

Şimdi sıkı durun: İskoçya tapınak şövalyelerinin maşrık-ı azamı da, kitaplarına yazdığı önsözlerde, Gardner’ın iddialarını destekliyor!

Masonların büyük sırlarından biri de buymuş meğer (öteki de tanrıça İsis meselesi tabii, bilmediğimizi mi sanıyorlar?)…

Benim aklım ermez, 32. ve 33. derecelerdeki masonlara sorunuz. Fakat söylemeyeceklerdir. Çünkü bizim ahbapların çoğu, masonluğu, ‘Sultanhamam’da yürüttükleri floş kaçakçılığı çalışmalarında yarar sağlayacak bir çevre edinme imkanı’ olarak kabul ederler… Çapları o kadarcıktır.

Zarar yok, dul kadının oğulları doğudan batıya geçsinler ve ‘maat neb men naa, maat baa’ diye zikretmeye devam etsinler. Ne yaptıklarını bilmeden ve anlamadan.
Şu kanser işini iyice açalım.

 

Bölüm 2

HEMEN hatırlatayım: Bendeniz ne fizikçiyim ne de hekim… Yalnızca ‘böyle bir mevzu var, haberiniz olsun’ diyor, gazetecilik görevimi yapıyorum. Tıpkı elbirliğiyle suyu çıkarılan ‘Marduk gezegeni’ konusunda olduğu gibi.

Şu ‘kansere çare bulundu’ iddiası üzerine de, hastalar olmayacak umutlara kapılıp sonra üzülürlerse ben daha da çok üzülürüm. Bunu ortaya atan Laurence Gardner, dün de arz etmiştim. Ben onun yalancısıyım!

DNA molekülleri üzerinde yapılan değişikliklerle habis tümörlerin yokedilmesi, Texas Üniversitesi’ne bağlı ‘Southwestern Medical Center’da yapılan ‘telomerase’ deneyleriyle ortaya çıkan bir olgu. Bu telomeraz, ana sütünde de bulunan ve ‘gençlik iksiri’ denilen bir enzim. Yaşlanmayı önlüyor.

İnsan genlerinin şifresini taşıyan DNA moleküllerinde (ki, birbirine dolanan iki sarmal şeklindedir, biliyorsunuz, ‘double helix’ derler), bu iki zincirin iki ucunda telomer’ler, yani telomeraz enzimini üreten moleküller bulunurlarmış. Bunlar kendilerini yenileyemeyince yıpranma ve yaşlanma da başlıyor, enzimi ‘dışarıdan’ ilaç şeklinde verince de (iğne vurarak falan) yaşlanma geciktiriliyor…

Fakat aynı etkiyi ve sonucu yaratmanın başka yolları da varmış.

Sakın denemeye kalkmayın, çünkü laboratuar koşullarında çok zor birtakım süreçlerde ve çok ince ölçümlerle yapılan işler bunlar, saf altın, beyaz bir toza dönüştürülüyor. Biliyorsunuz. atom çekirdeğinin çevresinde bir sürü elektron (hidrojende tektir hani) değişik yönlerde dönerler. İşte birtakım çok ‘sofistike’ ısıtma ve soğutma yöntemleriyle, bütün elektronların aynı yönde dönmeleri sağlanıyor ve bu ‘high spin’ yani yüksek dönüşlü atom beklenmedik özellikler sergiliyor. Ortaya çıkan madde aynı zamanda bir ‘süperkondüktör’, yani süperiletken.

Önce hafifliyor, sonra ağırlaşıyor, sonra gene hafifliyor ve hatta giderek ağırlığı eksiye düşüyor!… Bir süre sonra da bir ışık patlaması halinde yok oluyor!… Fakat bir süre sonra gene birtakım ısıtma ve soğutma yöntemleriyle yeniden beliriyor… Yani, başka bir boyuta gidip geliyor!

İnanılır gibi değil ama böyle diyor Mr. Gardner.

Bunu, ilk kez 1976 yılında, Arizona eyaletinin Phoenix şehrinde, David Hudson adında bir adam keşfetmiş.

Pamuk tarlaları varmış bu adamın, pamuğu bozan topraktaki yüksek sodyum oranını azaltmak amacıyla tarlaya sülfürik asit dökmüş. Toprağın alkali düzeyini düşürecek, daha sonra kalsiyum karbonatla yıkayıp asidi alacak ve daha verimli hale getirecek. Fakat bakmış ki, kızgın Arizona güneşi ve çok düşük nem altında, bu şekilde muamele edilen toprak unufak hale geliyor ve bir süre sonra bir ışık patlamasıyla yokoluyor! Evet, yokoluyor.

Bu ince ve beyaz tozu analiz ettirmiş, böylece dönüşüme uğramış toprak parçalarının demir, silikon ve alüminyum içerdiğini görmüş. Fakat bunlar çok ince tabakalar haline geliyorlarmış ve ağır oldukları halde (dibe çöküyorlar) çekiçle vurunca da cam gibi kırılıyorlarmış! Ancak, demir, silikon ve alüminyum asitte eridikleri halde, bunlar sülfürik, hidroklorik, nitrik, üstüne ne çeşit asit dökersen dök, erimiyorlar…

Bununla yetinmemiş, Cornell Üniversitesi’ne tahlile göndermiş, elde ettiği yeni ve tuhaf maddeyi.

Sonuç: Demir, silikon ve alüminyum özellikleri gösteriyor ama ne demir, ne silikon, ne de alüminyum bu… İçinden çıkamamışlar.

İngiltere’ye Harwell laboratuarlarına göndermiş, hatta Sovyet Bilimler Akademisi’ne de. Ayrıntılara girmeye yerimiz yok ama, Ruslar, bunun ‘platin grubu madenlerin’ özeliklerine sahip olduğunu, yani rutenyum, rodyum, iridyum ve osmiyuma benzediğini bildirmişler.

Altınla da, platin grubu elementlerle de aynı sonuca ulaşılıyor.

Eh, bu noktada da tabii FBI ve Amerikan hükümeti devreye giriyor…

Adamcağız bu buluşunu geliştirmek, sanayiini kurmak istiyor, Amerikan yetkilileri de izin vermiyorlar. Çünkü dertleri, George Bush’un kulakları çınlasın, bu olağanüstü keşiften silah endüstrisinde yararlanmak! ‘Stratejik madde’ sınıfına sokup yasaklamışlar. Çünkü bu madde, yani yüksek dönüşlü iridyum benzeri toz, tıpta da müthiş sonuçlar yaratıyor. Hem yazının başında anlattığımız DNA sarmallarının uç moleküllerini etkileyip telomeraz salgısını arttırıyor, hem de kanserli hücrelerin bozulmuş DNA moleküllerini düzeltip kanseri tedavi ediyor. Hem de, ne ışın tedavisi gibi dokuları bozuyor, ne de kemoterapi gibi vücudun bağışıklık sistemini mahvediyor…

Bu tıp deneylerini yapanlar ve başarılı sonuçlar elde edenler de, Roswell Park Cancer Institute, National Cancer Institute, Merck&Co., Rutgers University, University of Illinois, Wayne State University, University of Wisconsin-Madison, Institue of Biotechnology gibi çok ciddi kuruluşlar ABD’de.

Kanser hastaları bu müesseselerle temasa geçebilirlerse sanırım daha tatminkar bilgiler alabilirler. Ancak herkesin Koç ya da Sabancı gibi gidip oralarda tedavi görme imkanı olmayacağından, bu ne yarar sağlar bilemem. Benim görevim haberini vermek. Ve Gardner ısrarla iddia ediyor ki, dev ilaç firmaları, tıpta devrim yaratacak bu yepyeni ve olağanüstü maddenin üretimini ve kullanımını engelliyorlar, çünkü şua ve kemoterapiye yapmış oldukları büyük yatırımlar güme gidecek, belki de batacaklar!

Bütün bunlar size palavra gelebilir. Üstelik Gardner esas olarak kefaret sandığı, kutsal kase gibi konuları araştırdığı için onu Dan Brown gibi uçuk kaçık bir hokkabaz da sanabilirsiniz (ama masonlar çok ciddiye alacaklardır, eminim). En iyisi, İngilizce bilen okurlarımız lütfen Gardner’ı okusunlar ve kendileri görsünler.

(20.06.2004, Star)

Konuk Yazar