Bugünlerde, genlerle başımız dertte, biliyorsunuz değil mi? Bize hayatı zehir eden pek çok hastalığın bizlere genlerle taşındığından muhtemelen haberdarsınız. Genetik bilimciler, hayatımızı kolaylaştırmak için harıl harıl çalışıyor bu da bir gerçek. Peki her genetik buluş hayatımızı kolaylaştırıyor mu sizce? Gelin bunun yanıtlarını bulmaya çalışalım birlikte…

GDO nedir, hayatımıza nasıl girdi?

Genetik biliminin son yıllarda ulaştığı şaşırtıcı nokta, bazı insanlarda “İnsanoğlu tanrıcılık mı oynuyor?” sorusunu gündeme getirmektedir. Gerçekten de genetik biliminin ulaştığı nokta ve kazandığı ivme insanı korkutuyor. Çünkü bu yönde elde edilen kazanımlar, iyi yönde kullanılabileceği gibi, kötü amaçlar için de kullanılabilirler. Bu bağlamda son on yıla damgasını vuran en önemli konulardan biri, GDO yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (İng. Genetically Modified Organisms) konusudur. Canlıların genetik yapılarının değiştirilmesi olgusuyla ilk kez doksanların başlarında, çalıştığım Amerikan menşeli firmada karşılaşmıştım. Çalıştığım dünya devi şirket, geçmiş yıllarda ülkemizde tavuk, tavuk yemi ve tarımsal ürünler üreten, daha sonra 2001 krizinde büyük yara alarak iflasın eşiğine geldiğinden küçülmek zorunda kalan bir holdinge yem hammaddesi sağlıyordu.

Sonradan öğrendiğime göre, geçmiş yıllarda bu holdinge sattığımız soya fasulyesinde (ki kanatlı yemlerinde kullanımı yüksek bir üründür) “tanen” adı verilen ve kabuğu sertleştirerek hayvanlarda hazmı zorlaştıran madde, yüksek oranda bulunduğundan bundan üretilen yemler de hayvanlarda ciddi sıkıntıya sebebiyet vermişti. Daha sonra gelen şikâyet üzerine soya fasulyesinin genleri değiştirilerek, içeriğindeki tanen maddesi azaltılmış, sorun çözülmüştü. Derken GDO lar, her alanda yaşamımıza balıklama daldılar. Çünkü genetik yapısıyla oynayarak, doğal ürünlerdeki istenmeyen özellikleri budayabiliyor, sertliklerini, sululuklarını, tadını, şeklini, protein ve yağ içeriğini dilediğiniz gibi değiştirebiliyorsunuz. Elbette bu da maliyetleri önemli ölçüde azaltıyor. Bu nedenle bizler, istesek de istemesek de, bilsek de bilmesek de bu genetiği değiştirilmiş ürünleri günlük hayatımızda fazlasıyla tüketiyoruz. Beş-altı yıl önce internette, korkunç görünümlü tüysüz tavuk resimleri dolanıyor, bunların, fast food üreten ünlü Kentucky Fried Chicken firması tarafından, tüylerinin yolunma derdinden kurtulmak üzere genleriyle oynanarak bu hale getirildiği söyleniyordu.

GDO’lar hangi yiyeceklerde kullanılıyor?
Bilindiği kadarıyla bugün neredeyse her hazır yiyecek ve içecekte GDO ların birkaçı katkı maddesi olarak kullanılıyor. Modifiye soya lesitini, aromalar, glikoz, fruktoz, nişasta, maltodekstrin, karamel, riboflavin ve diğer E endeksi adı altındaki transgen katkı maddeleri, aspartam, àspasvit, aspamiks örnek olarak verilebilir. Bir diğer kullanım da tohumlardır. Günümüzde pamuk, buğday, pirinç, soya, mısır, ayçiçeği, şeker pancarı, patates, ıspanak, soğan, sarımsak, karpuz, elma ve kavun gibi birçok gıdanın üretiminde, GDO tohumları yaygın olarak kullanılmakta. Listeye ister istemez bu meyve ve sebzeden elde edilen; şeker, un, yağ, parfüm, temizlik malzemeleri, boya, kumaş, gübre vs gibi ürünleri de katmamız gerekecek. Peki GDO nasıl uygulanıyor?

Bilindiği kadarıyla genetik mühendislik, oluşturduğu organizmalarda, ‘transgen’ denilen ve insan yiyeceği kaynağı olamayacak bazı materyalleri kullanarak besin yapısını değiştiriyor. Örneğin domatesi soğuğa daha dayanıklı hale getirebilmek için köpekbalığı geni, patatese, ona zarar veren böceklerden kurtarmak için akrep geni nakledildiği, hatta bir adım ileri gidilerek, bazı bitkilere bağışıklık sistemi oluşturmak üzere insan geni nakledildiği bile ileri sürülüyor. Transgenlerin yer aldığı genetiği değiştirilmiş ürünlerin zaman içerisinde ne gibi etki doğuracağını anlamamızı sağlayacak uzun süreli hiç bir test yapılmamış. Tükettiğimiz akrep, balık, domuz veya insan geni taşıyan domates ya da patates acaba bizim genlerimize ne gibi etki yapabilir? Transfer edilen bu genlerin (transgenler) yeni ortamlarında bulunan komşu genlerle ne gibi etkileşime girecekleri, dayanıklılık dereceleri, stabil kalıp kalamadıkları ya da yeni yerlerini terk ederek göç edip etmeyecekleri bilinmiyor. Bir bitkiden diğerine ya da gübreden toprak bakterilerine, ardından da sayısız değişik organizmaya geçiş yapabilir mi bu genler? Mesela yenen bir meyveden bağırsak bakterisine, oradan kan hücrelerine, kan hücresi ile de organlara ya da hamile bir kadının çocuğuna göç etme olasılığı nedir bu genlerin?

 GDO lar nelere yol açabilirler?

Genetiği değiştirilmiş ürünlerin kesinleşmiş bir zararı var mı?

Çevre ve sağlık örgütleri, bu ürünlerin hemen değilse bile, zaman içerisinde kanser hastalıklarına, kısırlığa, alerjiye yol açabildiği gibi, yeni doğmuş bebeklerde hastalık ve ölüm oranlarının artmasına neden olduğunu ileri sürüyorlar. GDO’nun bağışıklık sistemini bozduğu, metabolizmada sorunlara yol açtığı ve alerjik etki doğurduğu da iddia ediliyor. Son yıllarda GDO lu ürünler, Amerika ile Avrupa birliği arasında da sıkı bir ekonomi savaşına dönüştü. Birlik, Amerikan menşeli GDO lu ürün ithaline izin vermeme taraftarıydı. Günümüz Amerika’sında, halkın tükettiği ürünlerin çok büyük bir bölümünde GDO zaten yıllardır kullanılıyor. Avrupa Birliğinde de GDO lu ürünler var, ancak Birlik, satılan ürünün ambalajı üzerinde “Bu üründe GDO kullanılmıştır.” ibaresini şart koşuyor ki istemeyen bu ürünleri kullanmasın. Tamam, GDO lu ürünleri kullanmayalım. Peki, alternatifimiz ne; “Organik tarım ürünleri.” İyi de, GDO lu ürünlerle Organik Ürünler arasında inanılmaz bir maliyet farkı var, bu yüzden dünyadaki tüketicilerin belki yüzde doksan dokuzu, bilerek ya da bilmeyerek GDO lu ürünler tüketiyor. Şu ana kadar üzerinde konuştuğumuz, işin gıda ve buna bağlı insan sağlığı tarafı. Gelin bir de fantastik açıdan değerlendirelim şu genlerle oynama kavramını.

Tıpta GDO kavramı.

Gün geçmiyor ki bilim adamları, tıp alanında önemli bir hastalığa neden olan genleri keşfetmesinler. Bu açıdan bakınca, Kanser, Alzheimer ya da diğer bazı genetik hastalıkların yaşamımızdan çıkarılması olasılığı pek de uzak görünmüyor. Tabii bu, işin sadece bedensel sağlık yönü. Aynı şekilde genlerdeki saldırganlık, öldürme güdüsü, cinsel sapkınlık, şizofreni, paranoya gibi pek çok psikolojik rahatsızlığın genleri bulunup tedavi edildiğinde, belki de insan ömrü söylenildiği gibi 120 yıla uzayacak. Peki ya gen değişimi olumlu yönde kullanılmaz da örneğin askeri amaçlarla kullanılırsa -ki ben bu yönde araştırmalar olduğuna hiç şüphe duymuyorum-? Haydi gelin biraz hayal gücümüzü çalıştırıp neler olabileceğine birlikte bakalım.

Gen teknolojisinin askeri amaçlarla kullanımı;

Bugün bilim adamları, domuza, suda fosfor ışığı yayan denizanalarının genlerini naklederek, karanlıkta yeşil yeşil ışıldayan domuzlar ürettiler. Amaç: domuzların hücre gelişimini izlemek. Peki, domuza fosforlu denizanası genleri nakledilebiliyorsa, insana da diğer hayvanların genlerinin nakledilmesi, dolayısıyla bu genlere sahip hayvanların çok özel yetenekleriyle donatılmış insanların yetiştirilmesi size çok mu uzak geliyor? Ben şimdi size bir “Geleceğin askeri” profili çizeyim, siz de gelecekte nasıl düşmanlarla karşılaşacağımızı hayal edin. Ben, “hangi hayvanların hangi özellikleri bu amaç için kullanılabilir” bildiklerini sayarken, siz de kendini hatırladıklarınızı ekleyin dilerseniz;

1.Ayıların fiziksel güçleri, irilikleri, kilometrelerce öteden koku alma becerileri,

2.Yine tazıların insanlardan kat kat üstün olan koku alma yetenekleri,

3.Köpek balıklarının elektrik sinyalleri göndererek kumun altına gizlenen balıkları bulma özellikleri, su içinde kilometrelerce öteden kan kokusu alma özellikleri. Bu hayvanların hiç eksilmeyen, yerine derhal yenisi gelen keskin diş sistemi,

4.Baykuşların, karın metrelerce altında gizlenen kemirgenlerin soluk alıp verme seslerini bile işitebilme özellikleri,

5.Yunusların ve balinaların sonar özellikleri, yine bu memelilerin su altında saatlerce havaya ihtiyaç duymadan kalabilme özellikleri,

6.Aynı memelilerin, birkaç yüz metreden, binlerce metreye kadar olan derinliklerdeki su basıncına dayanabilme özellikleri,

7.Yırtıcı kuşların, insanlardan kat kat üstün görme yetenekleri,

8.Yarasaların, bizlerin duyamayacağı ses dalgaları göndererek radarlı gece uçuşu yapma özellikleri,

9.Tırnak büyüklüğündeki denizanalarının, akrebin, yılanların bedenlerinde taşıdığı ölümcül zehir üretme özellikleri,

10.Örümceklerin, çelikten daha sağlam ama esnek, kevlar malzemeden daha kaliteli, doğal kurşun geçirmez malzeme olarak kullanılabilecek “ağ üretme” özellikleri,

11.Kenelerin iki yıl hiçbir şey yemeden yaşayabilme özellikleri,

12.Hem karada, hem suda soluk alabilen canavar yılanbaş balıklarının çift yaşam özellikleri,

13.İnsanların, birkaç dakika bile dayanamayacağı kadar düşük ısılarda veya yüzlerce derece sıcakta, asitte, sülfürde, bizleri öldürecek herhangi bir ortamda yaşamlarını sürdürebilen bakterilerin yetenekleri,

14.Haydi, kemik özellikleri, ağırlık ve boyut olarak uçmak çok zor görünse de, bazı yılanların havada süzülerek, ya da koltuk altı derisiyle bazı kertenkelelerin yüksekten kendilerini bırakarak yüzlerce metre havada süzülebilme özellikleri? Yerden havalanmasa bile uçaktan kendi kanatlarıyla süzülerek yere paraşütsüz inen askerlere ne dersiniz?

15.Peki ya kuşların, dünyanın manyetik alanını kullanarak eşsiz bir yön duygusuna sahip olmaları,

16.Karafatmaların radyasyona olan dayanıklılıkları,

17.Yılanların ısıyı bir radyoloji filmi gibi algılayabilme özellikleri,

18.Örümceklerin bacaklarındaki kıllar sayesinde, bazı böceklerin de antenleri sayesinde çevredeki en ufak hareketi algılayabilme özellikleri,

19.Kedigillerin göz yapıları sayesinde gece görme özellikleri,

20.Mürekkep balıkları, ahtapotlar ve bukalemunların deri rengini değiştirme özellikleri,

21.Tüm hayvanların, bulundukları çevreye uyumlu, bir bakıma onları görünmez yapan kürk, deri veya renk özellikleri taşımaları,

22.Uzay koşullarına bile dayanan tek hücreli organizmalar,

Bunları düşününce gözünüzde nasıl bir savaşçı profili belirdi?

Şimdi bu askere “kesin itaat” güdülerinin verildiğini, savaşta yaralananların organlarının kök hücre aracılığıyla yedeklerinin bulundurulduğunu ve askerlerin klonlanarak çoğaltıldığını düşünün…

Dua edelim de tanrı çocuklarımızı böyle bir gelecekten korusun…

Sabit Sümer