Geçenlerde dünya çapında ünlü cerrahımız Prof. Dr. Münci Kalayoğlu’nun bir konferansına katıldım. Ana tema, organ bağışı idi…

Konferanstan önce bir süre söyleşme fırsatı bulduk.

Bu arada hocamızın bugüne kadar Amerika’da 26 yıl boyunca 1500’ün üzerinde organ nakli ameliyatı yaptığını ve Türkiye’ye kesin dönüş yaptıktan sonra da yaptığı organ nakli ameliyatlarının 100’ü geçtiğini ve hedefinin 2000 olduğunu öğrendik.

Münci hoca her ne kadar yıllarca Amerika’ya yerleşmiş ve orada kalmış olsa da Türk’ün adını orada yaşatan, orada yaşadığı sürece kendisine gelen, “ismini değiştir” tekliflerini her zaman geri çeviren ve şimdi de ülkeye dönüp ölünceye kadar çalışıp ülkeme hizmet etmeye çalışacağım diyen birisi…

Şu anda Türkiye’de bir hastanede ekip kurup – ki kendisi konferansta da bunu beyan etti “Bu iş bir ekip işidir ve ekip olmanın önemi büyüktür” dedi- organ nakline devam ediyor ve tüm bu ameliyatlardan boşta kalan zamanında da organ bağışının önemini ve gerekliliğini gerekiyorsa il il dolaşarak anlatmaya çalışıyor.

Ekip diyince hocamızın işi kolay değil, Türkiye’de ekip falan işleri biraz zordur. Hastanelerde her bölüm için varsa yoksa önce kendisi vardır. Bireysel olarak baktığımızda da bu böyledir. Herkes bir krallık, herkes bir kraldır bizim ülkemizde ve işbirliği genelde bu anlayıştaki insanları bozar.

Öncelikle bu engeli aşmamız gerekiyor milletçe…

Hepimiz biliyoruz ki beklemek çok zordur. İsteğimiz, beklediğimiz hemen olsun isteriz, Eğer ille ki olacağını biliyorsak bundan tatlı bir heyecan duyarız. Beklentimiz gerçek olduğunda ise bu heyecanımız bir coşkuya dönüşür.

Ama bazen de beklentinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmayan, korku içinde bekleyişler vardır. Bu bekleyişi üst düzeyde yaşayanlar da “Organ bağışı” sonucu yeniden hayata dönebilmeyi umut eden ve sayıları bugün 50.000 lerin üzerinde olan organ bekleyen hastalar ve bu sayının üstüne ek olarak onların aileleri, yakınlarıdır.

Prof. Dr. Münci Kalayoğlu hocam diyor ki;

Öncelikle Türkiye’de devlet bu işe öncülük etmeli ve gerekli düzenleme ve tedbirleri almalıdır. Devamında önce tüm hastane personeli organ bağışı konusunda talepte bulunmak üzere eğitilmeli ve sonrasında da tüm ülke insanları “organ bağışı” konusunda bilgilendirilerek bağışta bulunmaya teşvik edilmelidir.

Ülkemizdeki organ bağışı ve nakli sayısı gibi, bu bilinç de toplumumuzun hemen her kesiminde maalesef ki çok düşük. Organ bekleyen hasta sayısı her geçen gün artmakta, organ bağışı miktarı ise yazık ki tüm gereksinimleri karşılayamamakta. Aşağıdaki tablo bu durumun küçük bir özeti:

Türkiye’de yaklaşık 50.000 hasta organ bekliyor.

Bu hastalara, her yıl 8.000’den fazla organ bekleyen yeni hasta ekleniyor.

Ortalama 7.000 hasta bekleme listesindeyken hayatını kaybediyor.

Milyon nüfus başına kadavra donör sayısı çok düşük (Türkiye: 2, İspanya: 35)

Organ bağışlamak geride kalan bir veya daha çok kişiye bir hayat hediye etmektir. Bir kişinin organlarını bağışlaması ile yaklaşık 10-12 kişinin yaşamı değişebilir. 1 kalp, 2 akciğer, yarımşardan 2 tane karaciğer, 2 retina, 1 pankreas, 1 kalınbağırsak, 1 incebağırsak, 2 böbrek vs.vs…

Şimdi dönüp bakarsak, ülkemizde organ bağışı oranı acaba neden çok düşük? Bunun büyük bir nedeni doktorların, hatta esas olarak sağlık sisteminin kendisinde saklı…

Doktor hastanede nöbetçi, her yer hasta dolu ve bir oraya bir buraya bir koşturmaca içinde doktorumuz o arada bir hastada beyin ölümü gerçekleşti, acilde iğne atsan yere düşmüyor, yatacak yer yok, doktor düşünüyor;

Şimdi ölen hastanın yakınlarına organları bağışlama konusunda bilgi ver, beyin ölümü gerçekleşen kişiyi makinelere bağlı olarak faaliyette tut, bütün organları işe yarayacak şekilde alacak olan doktorları bul, haberdar et… Tüm bunlara vakit yok, acilde de yer yok, e ne olacak şimdi?

Çağırın hastanın yakınlarını…“Hastanız maalesef öldü, alıp götürebilirsiniz!..”

Sorunlar orada çözüldü ama diğer tarafta bir sürü hasta korkulu bekleyişe devam ediyor.

Organ bağışı oranının düşük olmasının bir başka nedeni de, insanların bu konuda hiçbir şey bilmemeleri ve bu dünyada para denilen meret yüzünden insanların birbirine güveninin sıfırlanmış olması ve “Ya kurtulma durumum varken beni organlarım için ölüme terk ederlerse” korkusu…

Bir arkadaşım nakletmişti, doğru veya yanlış ismi şimdi lazım olmayan bir hastanede, beyin ölümü gerçekleşen hastalarının organlarını bağışlamak için onları ikna etmişler, sonradan ortaya çıkmış ki hastanede bu konuda çeteleşmiş kişiler bu bağışlanan organları satıyorlarmış ve hastane bu yoldan da para kazanıyormuş. Kötülüğün sonu, kötü insanların yeri, yurdu, derecesi belli değil ki…

Bir başka neden yine insanların, yapılan üst düzey teşvik ve uğraşlar ile kamplaşmaya başlamış olması ve doğru ile yanlış, iyi ile kötü ayrımının gittikçe zorlaşması…

Bu konuda da bir başka arkadaşımla sohbet ediyorduk geçenlerde ve bana şunları söyledi;
Tamam organlarımı bağışlıyorum ama ya bağışladığım organlarımdan birini “hayatı boyunca kötülükler yapmış birine, bir çocuk tecavüzcüsüne, bir katile, bir örümcek kafalıya, bu ve benzeri olaylara karışması muhtemel bir ruh hastasına, fikirlerimin uyuşmadığı bir dangalağa, hayatı boyunca kimseye bir iyiliği dokunmamış veya kadınlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmış veya onların özgürlüğünü kısıtlayıp “belinden sopayı, karnından sıpayı eksik etme” düşüncesine sahip bir hıyara, her sevindiği olayda belindeki silahı çekip çatır çatır sağa sola silah sıkan bir magandaya, ülkemin topraklarında gözü olan bir düşman topluluğun ya da ülkelerden birinin aynı bu emellere ortak olan bir bireyine veya kafasının zehir gibi çalıştığını zanneden, vatanın aleyhinde işler becerdiğinin farkında bile olmayan veya büyük bir farkındalıkla kişisel çıkarı için bu işi bile bile yapan bir satılmışa” takarlarsa…

Düşününce o da haklı ama suç onda değil tabii, bu toplumsal ayrılığı yaratan, insanları ayrımcılık ile suçlayarak, ayrımcılığa destek veren, hayatta en önemli şeyin insan ve insanlık olduğunu unutturan, parayı insandan ve maneviyattan üstün konuma getiren, idrak yolları iltihaplı toraman kişilerde…

Organı alacak olan da aynı şeyleri düşünebilir tabii ama o bir yere kadar sonuçta ucunda can var, canı var.

Düşünsenize hasta ciğer bekliyor yaşam dönmek için, geliyorlar adama diyorlar ki “hani tanırsın, bilmem kim öldü onun ciğerini sana takacaklar”

Ve… O da irkiliyor ; “Hayır, o ‘ciğeri beş para etmez’ bir adamdır, istemem onun ‘ciğerini’”

Nereye kadar ama bu bekleyiş, artık ölmek üzere ve son dakikalarında aynı hasta zorlukla mırıldanıyor; “Tamam tamam takın iyi yanları da vardı, kötü yanlarını da artık ben düzeltirim, ciğeri işe yarar hale getirmeye uğraşırım”

Bazıları da var “Allahın bana verdiği organı başkasına verirsem, vadesi gelmiş ölmesi gereken adam benim organımla yaşamaya devam eder, Allahın işine karışmış olurum” diyor.

Tabii bunlar safsata, gerçi o devirlerde organ nakli olmadığı için Kuran’da konuyla ilgili bir sure olması imkansız ama aşağıdaki sure bu konuya ışık tutacak nitelikte…

“Kim bir kimseyi, bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de, onu ölümden kurtarırsa (diriltirse) bütün insanları diriltmiş gibi olur.” (Maide 32).

Öncelikle din adamlarının bu işe açıklık getirmesi dinen böyle bir yasağın olmadığını aklını kendi başına kullanamayanlara anlatması lazım tabii…

Bakın İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hocaları Sayın Prof. Dr. Erem Erek
ve Sayın Doç. Dr. Süheyla Apaydın ne diyor bu konuda…

“Resmi görüşe rağmen ülkemizde en az Diyanet Başkanlığı kadar etkin olan tarikat ve cemaatlerin canlı veya kadavradan organ bağışına bakışları farklıdır. Bir din adamı olan Ö. Öngüt’ün 1994 yılında yazdığı İslam İlmihalİ’nde kadavradan böbrek naklinin ölüye eziyet olduğu, eziyetin haram olduğu, bu gerekçe ile organ naklinin caiz olmadığı konusu işlenmektedir. Beyin ölümü olmuş bir kişiden organ alan doktorlar “et derdindeki kasaba” benzetilmekte, organ nakli ilahi emre karşı gelmekle bir tutulmaktadır. Bedenin Allah tarafından bütün yaratıldığını ve bütünlüğünün bozulmasının küfür mertebesinde olduğu belirtilmektedir. Ancak, bu görüşe göre herhangi bir nedenle ameliyatla bir organın alınması da bütünlüğün bozulması anlamına gelmeyecek midir?”

İşte tüm bu nedenlerden bizim ülkemizde bu iş yürümüyor, canlar kurtulmuyor, Bilime kapanmış kafalar ardında cehalet diz boyu…

İnsanları eğiteceksin, hepsini bilimle ikna edeceksin, insanlığı geri getireceksin zor iş vesselam…

Belki de tüm bunlar yerine bir an önce beyin naklinin gerçekleştirilebilmesi için çalışmaların hızlandırlması lazım!..

Ama Prof. Dr. Münci Kalayoğlu hocam tüm bu zorlukların üstesinden gelmek için insanları bilgilendirmeye, il il gezerek halka bunları anlatmaya devam ediyor ve bir yandan da organ bağışçılarının desteği ve yaptığı organ nakilleri ile tüm korkulu bekleyiş içindekilere yeni bir yaşam hediye ettiriyor, ediyor ve diyor ki;

“Organlarınızı bağışlamak istediğinizi eşinize, çocuğunuza veya en yakınınıza söylemeniz yeterli, bir yerlere beyanda bulunmaya veya bu konuda imzalar atmaya gerek yok”

E hadi bir şeyler yapmak lazım yitip giden insanlığımızı geri almak için…

İyiliğin, insana sevginin, yaşama saygının nakli olmaz, içinde varsa vardır.

Reha Ersavcı