Cepheleri olmayan bir dünya savaşı yaşıyoruz. Einstein, 1. Dünya Savaşı’nın toplar ve tüfeklerle, 2. Dünya Savaşı’nın bombalarla olduğunu, 3. Dünya Savaşı’nın ne ile olacağını bilmediğini ama 4. Dünya Savaşı’nın ne ile yapılacağını çok iyi bildiğini söyler: taş ve sopalarla.

Dünya genelinde yapılan terör saldırılarının dalga dalga yayılan etkileri var. Şiddet sebebiyle ölümler ilk an etkileri oluşturuyor. Bizler olayın yıkıcı etkisi bu kadar sanıyoruz. Oysa ardından sonraki dalgalar ekonomiyi vurup halkları daha da zayıflatıyor. Sonraki dalga paranoyaya sebep oluyor ve halkların korku ile güvenlik için faşizan devletler talep etmeye başlamalarına yol açıyor. Tehlike algısı iyice şiddetlenip insanları sürekli olarak travma sonrası stres bozukluğu halinde yaşamaya zorluyor. Bu durum elbette tehlike altındaki insanları saldırganlaştırıyor. Kitlesel çıldırma sonucu olan şiddet olayları ilk olarak gençlerden başlıyor. Ardından normal koşullarda şiddete başvurmayacak insanların bir eşiği aşarak şiddet yanlısı olmalarıyla son buluyor.

Dünya genelinde ağır bir travma ve stres bozukluğu yaşanıyor. Bugün neredeyse herkes dünyayı güvensiz bir yer ve yabancı insanları potansiyel tehlike olarak algılıyor. Hepimiz algılarımızın taraflı bir şekilde koşullanması ve yönetilmesi için hazır haldeyiz. Kendimizi güvende hissetiğimiz gruplara çekilip ben ve sen algısını iyice güçlendirip ben ve benden olmayan herkes potansiyel düşmandır algısına zorlanıyoruz.

Şiddetin dalga dalga yayılan etkileri bizleri temel insan şefkatini ve bilgeliğini bırakmaya zorluyor. Bu aşamada verilecek en büyük savaş hiçbir şüpheye yer yok ki kalbin şefkatli, korkusuz ve aklın doğru değerlendirme yapabilir halde tutulması için verilecek soylu savaş olmalı.

Ben dinlerden bağımsız bir bakış açısıyla temel insan şefkatine, cesaretine ve bilgeliğine yönleniyor, çeşitli tekniklerle onun pratiğini yapıyor ve öğrencilerime bunu öğretmeye çabalıyorum. Siz de böyle yapın. Her öğretiden bağımsız olarak yüksek insan niteliklerine odaklanın. İnsanları eğer bir şey kurtaracaksa sadece bu kurtaracak.

Nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız, bir araya gelin ve yardım isteyin. Ben ve benim gibi pek çok insan, eğer gerçekten aklı başında bir öğretmense yoga, meditasyon, o ya da bu öğreti demeden sizlere temel nitelikleri anlatmaya çalışacaklardır. Şu an ihtiyacımız olan şu ya da bu öğreti değil, şu an ihtiyacımız olan öğretilerin özünde bulunan ve hepsini birbirine kardeş yapan o temel nitelikleri, gücü kendimizde ve çevremizde uyandırmak. Bu insan olmanın temeli ve onun gerçek formudur.

Dostlukla…

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.