“Twilight” filminden sonra 12-14 yaş arası kızların da vampirlere ilgi göstermesi nedeniyle, tüm dünyada ve tabii ki ülkemizde, bir vampir modası patladı. Eskiden vampirlerle ilgili kitap bulmakta zorlanırken, şu anda bestseller raflarında vampir kitaplarına rastlamak mümkün. Hatta geçenlerde uğradığım bir kitapçıda “Vampir edebiyatı” adında ayrı bir raf açıldığını gördüm.

Peki, nedir – kimdir bu vampirler? Gerçekten vampir var mıdır? Klasik vampirler ve modern vampirler arasındaki farklar nelerdir? Bunlara şöyle bir göz atalım.

Vampirlerin tarihçesi

Sanat tarihçisi Brian Frost’a göre, insanların vampirlere veya kan emen ifritlere olan inancı, neredeyse insanoğlunun tarihi kadar eskidir.  Gerçekten de, eski zaman mitolojileri ve folklor hikayeleri araştırıldığında, vampir inancının Mezopotamya, İbrani, Hindistan, Antik Yunan ve Roma ‘da var olduğunu görürüz. Fakat günümüzde vampir adılya lanse edilen varlığın, özellikle 18. yüzyıl güneydoğu Avrupası’nda bilinen vampir tipi olduğunu görürüz.

Vampirlerle ilgili en eski tutanakların 12. yüzyıla ait olduğu bilinir. İngiliz Walter Map ve William of Newburry’nin yazılarında vampirlerden bahsedilmektedir. O zamanki folklorik vampirler, şu anda standartlaşmış asil, soluk yüzlü ve karizmatik vampirlerden çok farklıydılar. Paçavralar içinde gezinen, vücutları kararmış ve genellikle şişmiş cesetlere benzeyen varlıklardı.

John Polidri’nin 19. yüzyıl başlarında yazdığı “Vampyre” kitabı, vampir akımının atası kabul edilmektedir. John Polidri, vampirleri beyinsiz yaratıklar sınıfından çıkartıp, karizmatik ve asil yaratıklara dönüştürmüştü. Bu akımı başlatan John Polidri olmasına rağmen, ölümsüzleştiren o değildi. Bunu başaran koyu bir İrlandalı Protestan olan Bram Stoker ve de romanı Drakula idi.  Bram Stoker, bu kitabı yazmadan evvel uzun yıllar boyunca Avrupa mitoloji ve söylencelerini okumuş, vampirler hakkında derin bir araştırma yapmıştı. Drakula’yı yazarken bazı tarihsel gerçek olayları da işin içine karıştırmış, ve romanını mektuplardan, özel günlüklerden, rıhtım gümrük kontrollerinin tuttuğu belgelerden, ve gazete küpürlerinden derlemiş gibi yazmıştı ( aslında hepsi uydurmaydı ve hepsini kendi düzenlemişti)  Drakula büyük bir “hit” oldu ve vampir edebiyatının baş ucu kitabı ya da incili olarak tarihe geçti.

Vampirlik ortaya nasıl çıktı ?

Vampirlerle ilgili söylencelerin nasıl ortaya çıktığı konusunda bir sürü farklı düşünce vardır: Bunlardan bir tanesi Hıristiyanlığa geçen toplumların, pagan inançlarından uzun sürede kopamamasıdır. Pagan inançlarına göre ölüler için yapılan ritüellerin Hıristiyanlık kabul edildikten sonra durdurulması, evvelden pagan inancına göre dost ya da zararsız kabul edilen ruhların Hıristiyanlıkta direk şeytanla eşleştirilmesi gibi nedenlerden dolayı, insanlarda bazı dini kargaşalar ve huzursuzlukların oluşmasına sebep olmuştu. Ölülerin mazardan çıkacağı, ve ruhların kızacağı, insanlardan intikam almak için geri gelecekleri inancının, zaman içinde vampir hikayelerine dönüştüğü tahmin edilmektedir.

Başka bir düşünceye göre, endüstrileşme evveli insanların , bir ölüyü toprağa gömerken , cesette gördükleri doğal fakat anlamadıkları değişimdir. Bazı insanların öldükten sonra vücudunun çürümesi daha uzun sürer. Bu tarz insanlar hafifçe şiştiklerinden dolayı, yüzlerin kan gelmesi, saçlarının parlak olması ve çok daha sağlıklı görülmeleri doğaldır. Bunu bilmeyen basit insanların bunu doğaüstü bir varlık kisvesi altında incelemeleri doğaldır. Bunun dışında ölmeden evvel mezara konan insanların veya gizemli bir hastalıktan öldükleri için topluca yapılan gömülerin, vampir söylencelerine katkıları olmuştur.

İşin bilimsel boyutunu inceleyecek olursak, vampir mitolojisinin nasıl türediğine dair bazı farklı teoriler yatmaktadır: Bunlardan en fazla kabul göreni ender bulunan bir kuduz mikrobudur. Bilindiği gibi standart kuduz mikrobu bulaşan insanlar, sudan, güneşten ve rüzgardan korkmaktadır. (Vampirlerin güneşe çıkamaması, akan sudan geçememesi.) Kudurmuş insanlar, diğer insanlara saldırmaktadırlar ve bazen saldırı sonunda onları yemektedirler ya da kanlarını emmektedirler. (Vampirin kan emmesi)  Saldırıya uğrayan fakat ölmeyen insanlar da kuduz mikrobu aldıklarından onlar da kudurmaktadır. (Vampirin ısırdığı birinini vampir olması.)  Sırf standart kuduz mikrobu ile zaten bir sürü vampir özelliği açıklanabilmektedir. Bu ender bulunan mikrobu kapanlarda ise fiziksel değişimler de baş göstermektedir. Yüzlerin sararması, dudakların incelmesi, gözlerin kırmızılaşması gibi… Bilim adamnları,  bu mikrobu yarasa ya da köpek ısırığından kapmak olasılığı yüksek olduğundan vampirlerin yarasa ya da kurta dönüşme efsanelerini de buradan türediğini zannetmektedirler.

Fakat eski vampir romanlarını dikkatlice okuduğumuzda, içinde politik öğelerin de bulunduğunu görürürüz. Asil ve soylu Kont Drakula’nın kalesinde yalnız ve halktan uzak yaşaması, sadece beslenmek için dışarı çıkıp köylülerin kanını emmesi, aslında parazitik aristokrat rejimine bir göndermedir. Werter Herzog’un yazdığı Nosferatu kitabında ise vampiri yokeden kahramanın son anda ısırılıp vampire dönüşmesinin; aristokrat sınıfının yok olmasıyla, onu yokeden kapitalist burjuvazinin yeni aristokrat sınıfı olacağına dair, ironik bir gönderme olarak kabul edilir.

 Vampir Edebiyatı

Dracula kitabının basılmasından sonra, vampir edebiyatı hem televizyonda hem de sinemada yerini yavaş yavaş bulmaya başladı.İlk başta sadece kötü adam olarak lanse edilen vampirler, zaman içinde filmlerde gittikçe daha derinlenmesine işlenmeye başladılar. Özellikle Gotik akımın başlangıcında büyük rol oynadıkları için, vampirlerin de toplumdaki yerleri ve bulundukları konumlara realistik açıklamalar getirilmeye çalışıldı. Birbirlerinden bağımsız film şirketlerinin çektiği filmlerle, vampirler için değişik tarihçeler yazıldı ve her filmde vampirlerin özellikleri biraz daha değişti.

Anne Rice, vampirlerdeki aile bağlarına dikkat çekerek, uzun zaman yaşayan vampirlerin yandaş aradıklarına dikkat çekti. (bkz. “Vampirle Görüşme” Serisi) ve vampirleri klasik kötü adam rolünden çıkartarak, yalnız ve melankolik anti-kahramanlar rolüne soktu.

Eski ve başarısız bir Marvel kahramanı olan “Blade” beyaz perdede muhteşem bir başarı gösterdi. Blade, şu anki vampir edebiyatının tersine vampirleri direk kötü adamlar olarak tanıttı, fakat vampirlerin gruplar halinde dolaştıklarını ve belli bir aile düzenleri olduğuna dikkati çekti.

Ülkemizde fazla bilinmeyen bir yazar olan Laurell Hamilton’un kahramanı olan Anita Blake ise vampir dünyası ile insan dünyası arasında yaşamayı becerebilen bir zenci dişi karakter olarak dikkat çekti. Burada vampirlerdeki hiyerarşi düzen oldukça derinlemesine incelendi.

Underworld filmi, buna benzer bir hiyerarşik düzen üstüne kurulu bir dünya yarattı, ama burada işlenen durum daha çok vampirler ve kurtadamların savaşı üzerine oldu.

Daha yumuşak ve eğlenceli bir yaklaşımla yayınlanan Vampir avcısı Buffy dizisi 7 sezon sürdü ve “avcı” seçilen genç bir kızın aile yaşantısı, okul yaşantısı ve vampir avcılığı arasında gidip gelmesini gösterdi. Bu dizi karakterlerinden yola çıkılarak yapılan ve 5 sezon süren Angel ise, bir vampirin Los Angeles’te bir paranormal bürosu kurması ve iblisleri avlaması üzerineydi. Burada vampirler, çok farklı bir yaklaşımla ruhları çalınmış iblisler olarak gösteriliyorlardı.

En güncel vampir dizisi olan True Blood, yine vampirler arası hiyerarşiyi gözler önüne seriyor ve bir vampirle insanın aşkını ele alıyordu. Yine bir vampirle genç kızın aşkını ele alan film “Twilight” ise daha fazla genç kızlara yönelikti. “Pembe dizi ama içinde vampirler var “ mesajıyla yola çıkan Twilight filmi ve kitap serisi şu anda dünyada büyük bir vampir çılgınlığına yol açmış durumdadır.

Vampir Korkusu

Eski zamanlarda Avrupa’da cadı avları gibi vampir avlarının düzenlenip, bazı insanların vampir diye canlı canlı yakıldıkları bilinmektedir.  Kayıtlara geçen ve bilinen en ilginç vampir krizi 1970 yılında Londra’da Highgate Mezarlığında yaşanmıştır. Mezarlığa bir vampirin dadandığı dedikoduları üzerine bir sürü amatör vampir avcısı mezarlığa akın edip onu öldürmeye çalışmışlardır. Özellikle bu işte, oranın yerlisi olan David Farrant ve Sean Manchester başı çekmiştir. Daha sonra Manchester, kendi yazdığı kiraplarda anlattığına göre, bazı arkadaşlarıyla mezarlığa inmiş, vampiri bulmuş ve onu öldürmüştür. Farrant ve Manchester aradan yıllar geçmesine rağmen hala birbirlerini yalancılıkla suçlamakta ve farklı deliller sunarak kendilerini haklı olduklarını göstermektedirler.

Daha günümüzden bir örnek verecek olursak, 2002-2003 yıllarında Malawi şehrinde, vampir saldırıları olduğu iddia edilmiş, bir kişi vampir olduğu iddiasıyla yakalanıp taşa tutularak öldürülmüş ve hükümetin vampirlerle ilişki içinde olduğu iddiasıyla hükümet görevlileri dahi saldırılara maruz kalmışlardır.

Peki ya şimdi?

Özellikle Gotik akımın etkisiyle vampir modası büyük bir hızla artmıştır. Şu anda internete girin, çok basit bir araştırma yaparak, bir sürü vampir sayfasına ulaşabilirsiniz. Bazı sayfalarda gerçek bir vampir olduğunu iddia eden bir sürü kişilere de rastlayabilirsiniz. Tuhaf gibi gözükebilir, ama şu anda Amerika’da bazı vampir avcıları dernekleri olduğunu ve bunların çoğunun aslında sosyal kulupler olmasına rağmen, hala bir kaç tanesinin aktif çalıştığını da bildirmek isterim.

Mitoloji olarak incelendiğinde, gerçekten etkileyicibir mitolojileri olduğunu söyleyebilirim ve son zamanlardaki filmlerin başarısı da muhakkak.

Peki vampirler gerçekten var mı?

Yazılarımı takip edenler, bazı tuhaf olaylara karıştığımı; dolayısıyla hiç bir şeyi kısaca “olmaz” diyerek kestirip atmadığımı bileceklerdir. Ama henüz bir vampirle karşılaşmadım. Bir vampir tanıdığınız varsa, kesinlikle onunla tanışmak isterim.

B Rh+ olmasa da, evimde tavşan kanı çay her zaman bulunur…

Tunç Pekmen