“Kutsal Kase”yi tarihten bugüne kadar kimler aramadı ki? Kral Arthur’un şovalyesi Percival’den başlayan bir süreç, Dan Brown’a kadar uzandı. Uğruna tarikatlar kuruldu, kitaplar yazıldı, filmler çekildi, sayısız tartışma yaşandı. Peki aslında “Kutsal Kase” neydi, gerçekten de böyle bir kase var mıydı; yoksa Dan Brown’un “Da Vinci’nin Şifresi”nde iddia ettiği gibi sadece bir sembol müydü? Daha da önemlisi eğer gerçekten varsa nerdeydi?

Geçtiğimiz aylarda yayın hayatına başlayan www.gradale.com sitesinde, sitenin kurucusu Ferhat Kanarya, “Kutsal Kase”nin yerini bulduğunu iddia ediyor ve bu keşfini nasıl yaptığına dair ayrıntılı veriler sunuyordu. Bu verileri inceleyip sonucunu gördüğümüzde ise belki de Türkiye’nin kaderini değiştirebilecek bir sonuçla karşılaşabileceğimizi düşündük ve sitenin sahibiyle irtibata geçip ona sorularımızı yönelttik.

Ferhat Bey, öncelikle “Kutsal Kase” efsanesini bize özetleyebilir misiniz?

“Kutsal Kase”, Hristiyan mitolojisinde , Hz. İsa’nın son akşam yemeğinde kullandığı ve ölümünden sonra ise Arimathealı Yusuf’un onun kanını koyduğuna inanılan kadeh. Ama aslında İncil’de böyle bir kadehten bahsedilmiyor.

“Kutsal Kase” kavramı, 1180-1240 yılları arasında yazılan; Chrétien de Troyes’in “Perceval, le Conte du Graal (Kutsal Kâse’nin Hikayesi)”, Robert de Boron’un “Joseph d’Arimathe” (Arimathea’lı Yusuf), Wolfram von Eschenbach’ın “Parzival” ve yazarı belli olmayan ve Karal Arthur efsanesinin de kaynağı sayılan “Queste del Saint Graal” isimli eserlerde ortaya çıkmış. İlginç olan ise yüzlerce yıl konunun hiç ele alınması ve bu zaman aralığında aniden popüler olması. Bu yıllar ise Haçlı Savaşlarının vargücüyle devam ettiği ve Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’nın en güçlü zamanlarını yaşadığı zamanlar.

Peki size göre “Kutsal Kase” nedir? Gerçekten bir kadeh mi var, yoksa bir sembol müdür bu?

“Kutsal Kase”nin bir kap, kâse , kadeh vs. bir nesne olmadığı ve gizli bir bilgiyi sembolize ettiğine inanıyorum. Eğer sadece böyle bir nesne olsaydı onu mutlaka büyük müzelerden birinde veya bir kilisede yada katedralde teşhir ediliyor olarak görürdük. Topkapı Sarayı’nda yer alan ve Kutsal Emanetler’in saklandığı odayı düşünün. Bir dinin önde gelenlerine hele de peygamberine ait kutsal bir emanet saklanmaz , mutlaka gözler önünde olur. Peki öyleyse bu gizli bilgi nedir? Teorime göre bu gizli bilgi Vatikan’ı temellerinden sarsabilecek nitelikte. İşte bu nedenle saklanıyor yada yerinin bulunması istenmiyor.

O zaman bu aralar sıkça rastladığımız “Kutsal Kase” veya Hristiyanlığa dair çeşitli teoriler üreten yayınlar çok da boş değiller demek ki.

Son zamanlarda üretilen eserlerin konuları bence tam bir komplo teorisinden ibaret. Bu eserler tamamen konuyu başka bir yöne çekmek ve insanların düşüncelerini kendi istedikleri noktalara odaklamak amacını güdüyor.

“Da Vinci Şifresi” isimli romanın yayınlanmasından sonra Kutsal Kâse hakkında büyük tartışmalar başladı. Bugün Avrupa yada Amerika’da yaşayan insanlar arasında Kutsal Kâse’nin ne olduğu hakkında bir anket yapılsa eminim büyük bir çoğunluk Hz. İsa’nın kanbağı olduğu yönünde oy kullanacaktır. İşte istenen de budur. Doubleday yayınevi , “Da Vinci Şifresi” romanını Amerika’da 18 Mart 2003 tarihinde piyasaya sürüyor. Tapınak Şövalyeleri’nin son büyük üstadı olan Jacques De Molay’da 18 Mart tarihinde Paris’te yakılarak idam ediliyor. Bu bir tesadüf olabilir mi? Zannetmiyorum…

Bu Tapınak Şovalyeleri konusunu biraz daha açabilir misiniz?

Tapınak Şövalyeleri Tarikatı, 1307 yılında Fransa Krali 4. Philip ve Papa Clement’in elbirliği etmesiyle dağıtıldı ve mallarına el konuldu. Tarikat’ın yakalanan üyeleri ise yakılarak idam edildi. Aslında Tarikat’ın tamamen tarih sahnesinden çekilmediğine ve şekil değiştirerek aleni bir örgüt olmak yerine gizlenmeyi tercih ettiklerine inanıyorum. Bugün bile varlıklarını sürdürdüklerine ve hem ekonomik hem de siyasi alanlarda büyük bir güç sahip olduklarını düşünüyorum. Geçenlerde Vatikan’ın gizli arşivlerinde şans eseri (!) bulunan belgelerden yola çıkılarak hazırlanmış bir kitap yayınlandı. Bu kitap Tapınak Şövalyeleri’nin mahkeme kayıtlarını içeriyor ve suçsuz oldukları gösterilerek sanki kendilerinden af dileniyor. Yaklaşık 700 yıl önce olan bir olay için Vatikan’nın böyle bir tutum sergilemesi aslında çok ilginç.

“Şifreler” meselesine gelirsek. Havada bir sürü “şifre” uçuşmaya başladı, özellikle de Dan Brown’dan sonra. Sizce bunun gerçekliği nedir diye sormayacağım, çünkü siz de çalışmanızı böyle bir şifreden yola çıkarak şekillendirdiniz. Sizce neden “şifrelendirme” yolu seçildi?

Sonraki kuşaklara aktarmak için. Bunlar Tarikat’ın büyük sırlarıydı ve Tarikat dağıtılmışken bu bilgilerin geleceğe aktarılması için bir yöntem gerekiyordu. Böylece Tarikat’ın büyük üstadları arasında yer alan isimler, önemli eserlerine bazı sırlar yerleştirdiler. Leonardo Da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” isimli duvar resmi , Nicolas Poussin’in “Arkadyalı Çobanlar” adını verdiği tablosu ve Tarikat’ın üstadları ile yakın ilişkisi olduğu öne sürülen Anson ailesinin inşa ettirdiği Çoban Anıtı gibi. Sanat değeri yüksek olan eserlerin, korunmaya özen gösterildiğini bildikleri için bu yöntemi seçmiş olabilirler.

Saydığınız bu eserler de sizin çalışmanıza ışık tutan çalışmalar olmuşlar sitenizden okuduğumuz kadarıyla, bize araştırmanızı anlatabilir misiniz?

2004 yılınının Kasım ayında BBC kanalı ile yayınlanan ve İngiltere’de Shugborough Hall isimli malikâne’nin bahçesinde yer alan Çoban Anıtı ile ilgili bir haber üzerine araştırmalarıma başladım. Haberde, 1748 yılında Anson ailesi tarafından inşa ettirilen anıtın gizemli kitâbesinin Kutsal Kâse’nin yerini işaret eden bir şifre olduğuna inanıldığı belirtilmekteydi. 250 yılı aşkın süredir aralarında Charles Dickens ve Charles Darwin’in de yer aldığı bir çok teolog , bilim adamı , yazar ve şifre kırıcı gizemi aydınlatmaya çalışmış ancak başarılı olamamışlardı.

Anıtı inşa ettiren Anson ailesinin Tapınak Şövalyeri’nin büyük üstat’larıyla yakın ilişkisinin olması, anıt’ın rölyef’inin temasının Tapınak Şövalyeri’nin büyük üstadı olduğuna inanılan ünlü Fransız ressam Nicolas Poussin’in “Et in Arcadia Ego” yada “Arkadyalı Çobanlar” olarak adlandırılan tablosundan (resim4.jpg) alınması, gizemli kitabe ve Kutsal Kâse arasına bir bağlantı olması yönündeki iddiaları kuvvetlendiriyordu. Poussin’in tablosu Tapınak Şövalyeleri’nin bir kanadı olduğuna inanılan Sion Tarikatı üyelerinin kullandığı bir yöntem olan terslik yöntemi ile rölyef üzerine işlenmişti.

Siz de buradan yola çıkarak şifreyi çözdünüz değil mi? Sitenizde çok ayrıntılı olarak anlatmışsınız gerçi, ama kısaca şifreyi nasıl çözdüğünüzün özetini istesek sizden.

Anıt’ın rölyef’inin fotoğrafını baş aşağıya çevirdiğimde diz çöker durumda resmedilmiş yaşlı çoban figürünün sandaletlerinin bağcıklarının aslında “LI” ve “CAX” yazılarını gösterecek şekilde hazırlandığını belirledim. Bu harflerin anagramı Latince Kâse anlamına gelen “CALIX” kelimesini vermektedir. Artık bu noktadan sonra Çoban Anıtı’nın Kutsal Kâse’nin yerini işaret etmek amacıyla inşa ettirildiğine tamamen ikna olmuştum. Çalışmalarıma hız verdim.

Ünlü kâhin Nostradamus’un 866 numaralı kehânetinde “D.M.” harflerinden oluşan bir kitabeden bahseder. Bu karakterler Çoban Anıtı’nın kitâbesinin ikinci satırında aynen kullanılmıştır. Ayrıca kehânetde bir kadın ve üç erkek ile ilgili bilgi verilir. Çoban Anıtı’nın rölyefinde de bir kadın ve üç erkek figürü vardır. Bu ilişki üzerine yaptığım inceleme sonucunda Çoban Anıtı, Arkadyalı Çobanlar tablosu ve Nostradamus’un kehânetleri arasında bağlantılar olduğunu tesbit ettim. Araştırdıkça bu bağlantıları kuvvetlendiren bir çok ipucunu ortaya çıkardım. Çoban Anıtı’nın kitâbesi aslında üç parçadan oluşan gerçek şifreyi bulmamızı sağlayan bir anahtardı. Bu şifrenin çözümü ise Kutsal Kâse’nin yerini verecekti.

İşte en önemli soruya geldik o zaman. Kutsal Kase nerede?

Burnumuzun tam da dibinde. İstanbul’da. Ayasofya’da.

Bu sonuca nasıl vardığınızı sorsak?

Ayasofya’da yerinde yaptığım incelemeler sonucunda yaşlı çoban figürünün sandaletlerinde yer alan “LI” ve “CAX” yazılarının, üst galeride ünlü Deesis mozaiği ile İstanbul’un yağmalandığı 4. Haçlı savaşının önderlerinden olup, ölümünden sonra Ayasofya’ya gömülen Henricus Dandolo’nun mezarı arasında kalan bölümde duvarlara kazındığını belirledim.

Çoban Anıtı’nın röylefinde, Nicolas Poussin’in Arkadyalı Çobanlar tablosundan farklı olarak, lahitin üzerine defne dallarından oluşan bir taç süslemesi bulunmaktadır. Bu figür, Deesis Mozaiğin hemen yanıbaşında yer alan pencere’nin alt kısmına mermer üzerine işlenmiştir ve bu süsleme Ayasofya’da sadece bu bölümde yer alır.

Üç parçadan oluşan gerçek şifre ise aslında Fransızca olarak hazırlanmış bir anagramdı. Anlamı ise gösterilen anahtarların Kutsal Kâse‘nin yerini işaret ettiğini belirtiyordu. Bu anahtarlar ise “LI” ve “CAX” yazıları idi. Bu yazılar Kutsal Kâse’yi saklayan gizli bölmenin altına kazınmışlardı. Deesis mozaiği ile Henricus Dandolo’nun mezarının tam ortasında yer alan bölümde dört sütun üzerinde yarım ay şeklinde kapalı bir bölme vardır. İşte Kutsal Kâse buraya saklanmıştır.

“Kutsal Kase”yi saklamak için neden Ayasofya seçildi peki?

İyice incelendiğinde Ayasofya’nın , Kutsal Kâse’yi saklamak için en uygun yerlerden biri olduğu kesindir. Ayasofya yada Bizans dönemindeki adıyla Hagia Sophia , “Kutsal Bilgelik” anlamına gelir. Gizli bir bilginin “Kutsal Bilgelik” te saklanması. İlk bakışta bile insana anlamlı geliyor. 1204 yılında yapılan 4. Haçlı Seferinde , İstanbul ele geçirilerek yağmalanıyor. Elbette Ayasofya’da bundan nasibini alıyor. Aslında bu yağma ve talanlar bir anlamda Ayasofya’yı tarih önünde temize çıkarıyor. Çünkü yağmalanan bir yerde kimse Kutsal Kâse’yi aramaz. Akademisyenler yada araştırmacılara sorulacak olursa büyük bir çoğunluğu Kutsal Kâse’nin Ayasofya’da olamayacağını çünkü yağmalandığını öne sürecektir. Bir kısmı ise “Ayasofya’da olsaydı onu Bizanslılar bulurdu” cevabını verecektir.

O zaman “Kutsal Kâse”yi Ayasofya’ya kim ve ne zaman sakladı?

İmparator Büyük Konstantin’in annesi olan Helena, 326 yılında Kudüs’e haç ziyaretinde bulunuyor. Amacı ise Kutsal Emanet’leri bulmak. Helena’nın Kudüs’te olduğu dönemde çeşitli kazılar yapılıyor ve bazı emanetler ele geçiriliyor. Bu emanetlerin bugün Çemberlitaş’ın altında yer alan gizli odalarda saklandığına inanılmaktadır. Belki de bugün bu odada hiçbir şey bulunmamaktadır. 4. Haçlı savaşı sırasında şehrin düşeceğini anlayan Bizanslılar emanetleri buradan çıkarıp emniyetli başka bir yere saklamış olabilir. Çünkü Haçlılar’da emanetlerin Çemberlitaş’ın altında saklandığını biliyordu ve şehri alınca ilk baktıkları yerlerden biri de burası olmuştu. Daha sonra şehir kurtulunca da Kutsal Emanetler ve Kutsal Kâse Ayasofya’ya gizlice götürülerek güvenli yerlerine yerleştirilmiştir.

Günümüzde çeşitli tekniklerle, eserlere zarar verilmeden içlerine veya duvar arkalarına bakılabildiğini biliyoruz. Diyelim böyle bir çalışma yapıldı ve söylediğiniz yerde de “Kutsal Kase” bulundu. Türkiye açısından bu ne anlama gelir? Türkiye’nin kaderini nasıl etkiler böyle bir buluntu?

Kutsal Kase’nin bulunması ve sergilenmesinin Türkiye’yi ilk etapta bir cazibe merkezine dönüştüreceğine inanıyorum. Türkiyenin tarihi zenginliklerinin Dünya’ya tanıtılmasında büyük bir rol oynayacağını düşünüyorum. Özellikle İstanbul’u kapsayacak bir turizm patlaması yaşanması muhtemeldir. Dan Brown’un “Da Vinci Şifresi” isimli romanın etkisiyle özellikle Paris’te turistik “Da Vinci Şifresi” turları düzenleniyor. Aynı tarz organizasyonlar neden ülkemizde gerçekleştirilmesin? Yaklaşık 2000 yıldır saklanan bir sırrın açığa çıkması. Düşünmesi bile insanı heyecanladırıyor. Eminim ülkemize olan ilgi aniden artacaktır.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz. Umarım çalışmanız hakettiği ilgiyi görür.

Ben de teşekkür ederim.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...