Taşı toprağı altın dedikleri şehr-i kahpenin her tarafından fışkıran gizem öyküleri hafif bir ürperti duygusu yaratarak sarıyor bedenimizi. Üzerine bastığımız toprağını, teneffüs ettiğimiz havasını, yaşanan koşuşturmayı genlerimizde hissedebildiğimiz kadar anlayabiliyoruz bu koca kenti. İstanbul’u anlamak… Onu her yönüyle tanımak, gizemini çözmek, efsaneleşen öykülerini zihnin süzgecinden geçirmek ne kadar kolay olabilir ki? Üstelik bildiklerimizi bir kenara koyarak. Kuruluş öyküsü günümüzden tam 2700 yıl öncesine uzanan şehre ilk olarak Yunanistan’ın orta bölgelerinde ticaret yapmak amacıyla gelen Mageralılar damgasını vuruyor. Komutanları Byzas önderliğinde bugün üzerine bastığımız topraklara Byzantion adında bir koloni kuruyorlar. Byzantion, Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerini sırtında taşıyarak günümüze akıyor. Geçmiş dönemlerde bugünkü İstanbul’un yerinde üç ayrı kent bulunuyor: İlk kent Kadıköy’de kurulan ve ‘körler ülkesi’ olarak anılan Kalkhedon, ikinci kent Eminönü ve Fatih ilçelerinin bulunduğu ‘tarihi yarımada’ olarak bilinen Byzantion, üçüncü kent ise İstanbul’un dışına taşan ve Silivri’ye uzanan Selymbrai olarak adlandırılıyor. Elbette kısa bir tarihçe binlerce yıllık bir geleneği özetlemeye yetmiyor. Aslında hiçbir mega kent, olduğu gibi görünmüyor. Eskimiş aynaların sırlarını kazıyınca altından bambaşka görüntüler çıkıyor. İstanbul da çok eski bir ayna. Peki bu aynanın derinliklerinde neler var? Belki de bir kenti tüm yönleriyle anlamak için derinliklere ip sarkıtmak, onu ters yüz etmek gerekiyor. Hayaletleri saklandıkları yerden çıkarmak için yerin altına inmek, dehlizlerde gizemli bir gezintiye çıkmak şart. Çünkü İstanbul’u ‘İstanbul’ yapan öykülerin pek çoğu yerin altında saklı. Yer altından geçen, üstü kapalı ve ucu bucağı olmayan geçitler olarak tanımlanan dehlizler İstanbul’u daha da gizemli hale getiriyor. Çeşitli medeniyetlerin bıraktığı bu yeraltı geçitlerini, Mu ve Atlantis’ten göç eden ileri bir medeniyet düzeyindeki Agartalılar’a bağlayanlar bile var. Sahi altınızda başka bir dünyanın olduğunu düşündünüz mü hiç? Sayıları sınırlı olsa da bu konuda bazı araştırmalar ve yazılan birkaç kitap bulunuyor. Açıkçası İstanbul’un altında uzunlukları kilometrelerce ötelere taşınan yer altı geçitleri bulunuyor. Kentin bir noktasında başlayıp diğer ucundaki kapıda son bulan bu dehlizleri bizimle birlikte dolaşmaya cesaretiniz var mı? Cevabınız “evet”se aşağılara sarkacağımız ipi kavrayın haydi!

 

MİTOLOJİ CESARETİNİ GERÇEKTEN ALIR!

Abdülhamit zamanında Galata civarında Lavirentos isimli bir meyhane bulunuyordu. Tarihin izini sürenler bu meyhanenin 17. yüzyıldan kalma bir tekçi mekan olduğunu belirtiyorlar. Bu konuda rivayet olunanlar ancak bir bilim-kurgu romanında rastlanabilecek cinsten. Günün birinde mekanda öyle bir acayiplik oluyor ki, orada oturup içenler şarap tadıyla kendilerinden geçenler, gördükleri karşısında silkinip kendilerine geliyorlar. Meyhaneci şarap mahzeninden kireç gibi bir suratla dönünce aşağıya hep birlikte iniliyor. Bir şarap fıçısının içinde, görenleri şaşırtacak büyüklükte, sütten beyaz bir örümcek duruyor. 300 yıllık olduğu söylenilen bu örümceğin o eski yeraltı geçitlerinden, nerede başladıkları, nereye vardıkları kestirilemeyen gizli ya da gizlenmiş yollardan kopup geldiği belliydi. Bu meyhanenin ilginç bir adının olması ayrıca dikkat çekiciydi. Lavirentos, labirent anlamı taşıyan Yunanca bir kelimeydi.

EN GİZEMLİ ŞEHİR EFSANELERİ

Efsaneler İstanbul’un altının birbirine bağlı tünellerle kaplı olduğunu söylüyor. Çeşitli kaynaklar bu dehlizlerin birbirleriyle ilişkileri üzerinde duruyor. Dehlizlerin labirent gibi olduğu muhakkak. Konunun derinliğine inince insanın zihninde belli soruların canlanması da kaçınılmaz oluyor. Bu yeraltı labirentleri nerede başlayıp nerede bittiği ve ‘yapılış amaçları’ özellikle cevap bekleyen sorular arasında. Tünel efsaneleri konusunda yapılan araştırmalar son derece yetersiz kalırken, konuyla ilgili geniş kapsamlı bir kaynak bulmak da neredeyse imkansız gibi görünüyor. Arkeolojik temelden uzak birkaç araştırma merak duygularımızı daha da kamçılamaktan öte bir işe yaramıyor. Hal böyle olunca rivayet, ‘rivayet’ olarak kalıyor. Biz yine de raflardaki kitaplara uzanmadan edemiyor ve konuya derinlik kazandırmak niyetiyle belli başlı satırları kalın puntolarla çiziyoruz. Yerebatan Sarnıcın’dan Kınalıada’ya uzandığı söylenen meşhur tünel efsanesi Giovanni Scognamilla’nın yazdığı, ‘İstanbul Gizemleri’ adındaki kitapta geçiyor. 80 yıl önce yazılan ‘İstanbul’un Yedi Harikası’ adındaki bir kitapta ise, Yerebatan Sarayı’nın gizli bir girişinden başlayan ve ‘köpek öldüren’ olarak adlandırılan tünelin kuzeydoğu yönünde ilerleyerek Marmara’nın altına girdiği, Üsküdar’dan güneydoğu yönüne doğru bir açı oluşturduktan sonra düz bir hat şeklinde Kınalıada’ya ulaştığından bahsediliyor.

ŞEHİR ÜSTÜNDE ŞEHİR

İstanbul’u kabuğunu hafif bir biçimde sıyırdığımızda bile önümüze aklımızı karıştıracak görüntüler çıkıyor. Daha altlarda neler mi var? İstanbul 2700 yıl öncesine sırtını yaslayan dev bir şehir. Üstünden geçenlere son derece cömert davranan bu mavi gözlü fahişe geçmişten kaçırdığı gözlerini geleceğe çeviriyor. Kimler mi geçiyor üstünden? Önce ilk çağ medeniyetleri, sonra Bizans ardından da Osmanlı… Kent üstüne kent, medeniyet üstüne medeniyet kuruluyor böylece. Açıkça İstanbul’un altında başka şehirler de yatıyor. Katmanlardan oluşmuş tabakalar var altlarda. İstanbul’un bu kadar çok yer altı geçidine sahip olmasının nedenlerinden birisi de bu belki de. Bu hayaletler coğrafyasında adımları dikkatli atmak, basılan yerleri incitmemek gerekiyor. Sultanahmet Meydanı’na uzanalım farz-mahal. Osmanlı’da ‘At Meydanı’ olarak geçen bu alanın Bizans Sarayı ve hipodrom kalıntıları üzerine kurulmuş olması sizi şaşırtmasın. Meydanda Çukur Çeşme denen bir yer bulunuyor. Burası, Tapu Dairesi ve Sokulu Mehmet Sarayı’ndan sonraki yer. Alttaki çeşme yalağı kalıntılarının deniz yönüne kalan tarafından bir taş duvar örülerek kapatılmış durumda. Yine Sultanahmet Camii’nin kıble tarafında Mozaik Müzesi ile camii duvarı arasında, musalla taşlarının hizasına gelecek biçimde en az iki dehliz girişi olduğu biliniyor.

GERÇEĞİ ARARKEN

John Stephonus’un Bizans İmparatorluğu’yla ilgili yazdığı kitapta İstanbul’un altındaki bu dehlizlerin; büyücülerin ve kahinlerin gelecek hakkında yorum yapmak için kullandıkları mekanlar olduğu söyleniyor. Dehlizler Osmanlı Dönemi’nde de gizli misyonlar üstleniyor. Beşiktaş Mahzar Paşa Sokak’taki dehliz bunlardan biri.Yıllar önce kapatılan bu dehlizin üzerinden iki sokağı birbirine bağlayan genişçe bir merdiven geçiyor.Entrikalara kurban gidip öldürülmek istemeyen veliahtların saklanmak ve kaçmak için kullandıkları, kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı belli olmayan bu tüneller ‘Paşa Dehlizleri’ olarakadlandırılıyor. Bu dehlizlerin yerin altından Dolmabahçe ve Çırağan sarayları’nı birleştirdiği gibi denize açılan stratejik kapıları olduğu rivayet olunuyor. Rivayetlerden birisi de bu dehlizlerin ihtilal zamanlarında gizli toplantılar için kullanıldığı. Anlatılanlar arasında ilginç anekdotlar var. 12 Eylül askeri darbesinde Dolmabahçe’de, İnönü Stadı çevresinde nöbet tutan askerler yerin altından bir takım sesler geldiğini duyuyorlar. Balyoz darbelerini andıran bu gürültü herkesi tedirgin edince, iş büyüyor. Devreye Sıkıyönetim Komutanlığı giriyor. Ancak yapılan araştırmalar somut bir veri ortaya koymuyor. Özellikle 1980 yılından sonra kapatılan dehlizlerden biri de Küçükparmakkapı’da bulunuyor. Yine rivayete göre eski Arap Han’dan giren ya Haliç ya da Dolmabahçe’den çıkıveriyor vaktiyle.

BİR SU ŞEHRİ İSTANBUL

Rivayetle çatallanan öyküler gerçekle harmanlanıp gün yüzüne çıkınca dehlizlerin ardında ne olduğunu somut bir biçimde görebiliyoruz. Evet İstanbul’un altından şehirler geçiyor. Bunu bir nedeni sözünü daha önce ettiğimiz üzere medeniyetlerin birbirine kaynaşması ve kurulan kentlerin kalıntılarının bir katmana benziyor olması. Eski kalıntıların üzerine yeni yapılar inşa edilince ne olabilir bir düşünün hele. Dehlizlerin bir diğer anlamı da İstanbul’un her dönemde bolca suya ihtiyaç duyulan kozmopolit bir kent olmasında saklı olabilir mi? Büyük ihtimalle. İstanbul’u mesken tutan medeniyetlerin tümü suya düşkün. İhtiyaçlarını karşılamak adına pek çok kanal ve kanalet kuruyorlar ki, bunların büyük bir bölümü doğal olarak yerin altından geçiyor. Bizanslılar suya önem veriyorlar. Su durgun olsa da işlerini görüyor. Yerebatan ve Binbir Direk sarnıçlarının onlar zamanında inşa edilen dev kuyular olduğunu düşünebiliriz. Yerebatan Sarnıcı’nın tavan kısmında göze çarpan ve kapatıldığı belli olan delikler bu savı güçlendiriyor. Belli ki, bu deliklerden dev kuyuya su çekmek için ip sarkıtılıyor. Su Osmanlı’da da önemini koruyor. İslam Kültürü’nün durgun su yerine akar suya itibar etmesi işi daha da çetrefilli bir hale sokuyor. Kemerburgaz’dan gelen su Taksim’e ulaşıyor ve buradan İstanbul’un diğer semtlerine bölüştürülüyor yani taksim ediliyor. Şimdi Taksim adının nerden geldiğini anlıyorsunuz değil mi? Kısaca dehlizlerin büyük bir bölümünü her dönemin mevcut koşullarına uygun yapılan birer altyapı tesisleri olarak düşünebilirsiniz. Peki ya sonra? Dehlizler Bizanslı Büyücüler, entrikadan kaçan şehzadeler, gizli toplantılar ve sır dolu hikayelere ev sahipliği yapmadı mı yani? Neden olmasın… Yapılan her şey amacına uygun olarak mı kullanılıyor!

Kısaca dehlizlerin büyük bir bölümünü her dönemin mevcut koşullarına uygun yapılan birer altyapı tesisleri olarak düşünebilirsiniz. Peki ya sonra? Dehlizler Bizanslı Büyücüler, entrikadan kaçan şehzadeler, gizli toplantılar ve sır dolu hikayelere ev sahipliği yapmadı mı yani? Neden olmasın… Yapılan her şey amacına uygun olarak mı kullanılıyor! Dikkatli baktığınızda göreceğiniz bebek cesedi şehirde neler döndüğünü ve döneceğini açıklıyor. Geçmişte, bugün ve gelecekte…

İSTANBUL’UN İZİNİ SÜREN COŞKUN ARAL’IN PENCERESİNDEN

İstanbul’un yeraltı tarihi konusunda kapsamlı bir araştırma yapmak niyetiyle yola çıkarken, aklımızda bir takım sorular vardı. Cevap bulmak amacıyla İz TV’nin kapısını çaldık. Üç medeniyete başkent olmuş İstanbul’un yeraltındaki karanlık yüzünü gün ışığına çıkaran usta gazeteci Coşkun Aral, bizim için biçilmiş kaftandı. Varlığı hiç bilinmeyen sarnıçların ve yer altı geçitlerinin öyküsünü ondan dinledik.

Yeraltı geçitlerinin sırrı nerede gizli?

İstanbul yerleşim merkezi olduğu andan itibaren, insanın en büyük ihtiyacı olan su, gerek kent merkezine yakın yerlerden, gerek civar bölgelerden getirilmiş. İstanbul’da pek çok yerin altında dereler olduğunu biliyoruz. Vatan Caddesi’nin altından geçmişte nehir geçtiğini biliyoruz. Fazla geçmişe gitmenize gerek yok. Nehrin altında Mimar Sinan’ın yaptığı köprünün kalıntılarına rastlayabiliyoruz. Ataköy civarında da dereler var. Kentte Haliç’i besleyen pek çok sur var. Ancak bunlar çarpık kentleşme ve yapılaşma sonucunda yok olmuş durumda. Modern dönemlerde şehir düzenlemeleri rant üzerine kuruluyor maalesef. Ne yazık ki bazıları yok oluyor. Bu kaynaklara inşaat alanı açmak için kazılar yapıldıkça rastlıyoruz. Çok gelişigüzel yani. Bundan 15 yıl kadar önce Beyoğlu’nun köstebek yuvasına dönmüş sokaklarından birinde Ara Güler’le yürürken bir çukur keşfettik ve bunun bir sarnıç olduğunu anladık. Taksim’in altı sarnıç kaynıyor. Heykelin altı bile sarnıç dolu.

Bu geçitler ne kadar eski?

İnsanın en büyük ihtiyacı su. İnsanoğlu yerleşik döneme geçtiği andan itibaren su kaynaklarını yönlendirme çabası içinde. İstanbul İl Müdürlüğü’nün kayıtlarında 400 bin yıl öncesine kadar geçen kayıtlar bulunuyor. Yarımburgaz Mağarası’nda bırakılan izler var. Geçmişten bu yana İstanbul’un suyla teması söz konusu. İstanbul’un gölleri, akarsuları ve civar bölgelerdeki kaynakları kullanarak su ihtiyacını karşılamaya çalışması Roma Dönemi’ne uzanıyor. Onların mirasını 6 ve 7. yüzyıllarda Bizanslılar devralıyor. 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı bu kaynakları yıkmıyor fakat üzerini örtüyor. Dolayısıyla çok tesadüfen çok iyi korunma sağlanıyor. Kısaca yerin altında birbirinin üzerine geçmiş ve birbirini tamamlayan farklı dönemlere ait 3 ayrı yapı türü var.

Nerelere girdiniz?

Girdiğimiz yerler belli; Zeyrek’te ‘Fil Damı’ olarak nitelenen bir sarnıç var. Bu sıralar restore ediliyor. Oradan Yedikule’ye doğru çıktığınızda onlarcasına, yüzlercesine rastlıyorsunuz. Karagümrük Stadı’nın çevresinde ve daha ötelerde sarnıçlar bulmak mümkün. Hepsinin başlangıcı küçük birer mağara girişi gibi. Bu çok ciddi bir konu. Kapsamlı bir araştırma istiyor. Ne yazık ki bu konuda bilgi sahibi olan insan sayısı da giderek azalıyor. Bugün Gedikpaşa civarındandan girdiğiniz zaman nereden başladığını kestiremeyeceğiniz su yolları keşfedersiniz. İstanbul’da çok sarnıç olduğunu biliyoruz. Bazılarına gelişigüzel girdik. Sultanahmet’in aşağı tarafında butik otellerin hemen altında bulunan halı mağazalarının altında 30’a yakın başka sarnıç ya da sarnıç uzantısına rastladım. Bu kadar yaygın yani. Özellikle İstanbul’un bu tarihi yarımadasında nereye elinizi atsanız bir kalıntıya rastlıyorsunuz. Ancak hale hazırda konuya ilişkin sağlıklı bir araştırma yapan yok. Biz daha ilerilere de gitmek isterdik ancak duvarlar yıkılacağı için Gedikpaşa esnafı rahatsız oldu.

Bu dehlizlerin başka öyküleri olamaz mı peki?

Mitolojiye bağlanan yerlerden birini biz keşfettik; Hiyeropolis’teki meşhur Hades’in kapısı. Yeraltı ve Ölüm Tanrısı Hades yeryüzüne bu kapıdan çıkıyor, insanlar yeraltı dünyasına bu kapıdan iniyor. Hem Roma hem de İskender dönemindeki lahitlerin bir yüzünde bu kapı tasvir ediliyor. Biz bu kapıyı Hiyeropolis’te araştırma yaparken tesadüfen keşfettik. Arkeologlara sorduk ve teyit aldık. Kaşif ruhlu iki İngiliz turistin bu kapıdan girdiklerini ancak orada öldüklerini öğrendik. Kapı bu nedenle ördürülmüş. Bölgede yaşayanlar bize kapının üzerinde uçan kuşların bile öldüğünü anlattılar. Tam bir ölüm kapısı yani. Kültür Bakanlığı ve valilikten izin aldık. MTA’yı çağırdık ve arkeologların denetiminde içeri girip ölüme neden olan kapının ardında ne olduğunu bulmaya çalıştık. Karbondioksit çıktı. Ancak burayı insanlar yaklaşık üç bin yıldır ölüm kapısı olarak kullanıyorlar. Frig dönemindeki rahipler insanların suçlu olup olmadıklarını anlamak için insanları bu kapıdan geçiriyorlar. Zen yöntemiyle sorgulananların geri dönmemeleri onların suçlu olduklarını kanıtlıyor. Cehalet araştırma isteksizliğiyle birleşince ortaya farklı yorumlar çıkıyor. İnsanoğlu gizeme düşkündür. Çocukken büyük bir evde büyüdüm. Bahçedeki kuyuda cinler olduğu söylenirdi. Şehir efsaneleri Hades Kapısı yüzünden ölümlere benziyor.

Yeraltı geçitleri hakkında çok gizemli öyküler de duyuyoruz…

Bu yönde de araştırmalar var tabii.Dehlizlerin başka amaçlarla kullanılmış olması da mümkün olabilir. İstanbul’un kutsal kaseyi bulmak isteyen Latinler tarafından istila edildiği ve yağmalandığı biliniyor. Konu Da Vinci Şifresi adlı kitapta da geçiyor. Ortalığı allak bullak eden Latinler Çemberlitaş’ın altına girmeye çalışıyorlar. Çemberlitaş’ın altında hem bu dönemde hem de Roma Dönemi’nde açılmış tüneller varmış. Bu dehlizlerin birbirlerine bağlandıkları ve içinden atlı arabalarının geçmesin mümkün olacak kadar geniş olduğu söyleniyor. Gedikpaşa’dan Kapalı Çarşı’nın Nuruosmaniye ağzına kadar sarnıçlar var. Zemini taş olan bu yollar Osmanlı Sarayı’nın gizli çıkışlarına açılıyor. Haliçte’ki Kadir Has Üniversitesi’nin altında da ciddi bir tarihi doku olduğunu biliyoruz. Alt tarafta uzayan yollar var. Hatta Haliç’in altından geçitler geçtiği söyleniyor. Neden olmasın insanoğlu yapmaya muktedir. Gücü ve sağlam projesi varsa yapar. İstanbul’a ilk boğaz köprüsünü Leonardo Da Vinci’nin yapmak istemesi sizi şaşırtmasın.

İstanbul’un yer altı konusundaki araştırmalarınızı sürdürmeyi düşünüyor musunuz?

Elbette. Bazı yerlere robot sokmayı bile düşünüyoruz. Ama Türkiye’de işler zor yürüyor Discovery İstanbul’un Yer altı dünyası diye bir program yaptı. Bu projenin bütçesi 1 milyon Dolardı. Bizim bütçelerimiz ise birkaç bin YTL’yi geçmiyor. Ne yazık ki bize iş makineleri daha çok para kazandırıyor. Bir program bütçesiyle bir kanal döndürmeye çalışıyoruz. Ancak gizemini izini sürmekten vazgeçmeyi asla düşünmüyoruz.

İSTANBUL’UN İÇİNDE İSTANBUL VAR

Bu hayaletli şehre başka bir gözle bakıp araştırmamıza derinlik kazandırıyoruz. Şehrin sırları her yerimize bulaşırken gizem denizinde boğuluyoruz.

  • Rivayetlere göre tüneller Kapalıçarşı’nın altından da geçiyor. Çarşı’ nın gizli tutulan bir yerinden girilebiliyormuş bu tünellere. Dehlizlerin labirent gibi olduğu söyleniyor. Tünellerde kaybolan maceracı gençler, gün yüzü görmemiş insanlar ve dev böcekler…

  • Beşiktaş Mazharpaşa Sokak’taki dehlizi keşfetmek için yola çıkıyoruz. Dehlizin Çırağan veDolmabahçe Saraylarını birbirine bağladığı ve şehzadelerin canlarını kurtarmak için bu dehlizlerden kaçtığı rivayet olunuyor. Cihannnuma Mahallesi Ertan Kurtlutepe, söz konusu dehlizin yerini gösteriyor. Şimdi üzerinde genişçe bir merdiven var. Bu konuda bilgi sahibi olan hiç kimse yok gibi. Geçmişe dayanan öyküler var hepsi bu. Bu merdivenin başı dalbudak sokak olarak da anılıyor. Geçmişte bir mezbelelikmiş burası. Üstü sonradan kapatılmış.
  • Boğaziçi Üniversitesi’nin güney kampusünün altında tüneller olduğu ve bunların Bebek’e kadar uzandığı söyleniyor. Tüneller, 1. Dünya Savaşı’nda işgalcilere yardım için kullanılıyormuş.
  • Birbirine çok yakın olan Cağaloğlu Anadolu Lisesi’yle, İstanbul Erkek Lisesi arasında 1. Dünya Savaşı’nda yapılmış bir tünel Olduğu söyleniyor. Cağaloğlu Anadolu Lisesi’nde kilitli bir kapı var. Tünelin girişinin burası olduğu rivayet ediliyor.

  • Efsaneye göre, İstanbul’un altı birbirine bağlı tünellerle kaplı.Hatta bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bir yerinden de giriliyormuş ve tünel denizin dibinden devam edip Kınalı Ada’ya kadar gidiyor. Peki bu mümkün mü? Suyun pek çok şeyi yıkabilecek kadar güçlü olduğu düşünülürse… Gerçekten de bir şehir efsanesi gibi görünüyor.
  • Sultanahmet Camii’nin kıble tarafında Mozaik Müzesi ile camii duvarı arasında, musalla taşlarının hizasına gelecek biçimde en az iki dehliz girişi olduğu biliniyor. Bu dehlizler konusunda ne vakıfların ne de Sultanahmet Camii görevlilerinin bilgisi yok. Araştırmaya devam edince ağzı kapatılan dehlizleri buluyoruz. Denize yakın olmaları ilgimizi çekiyor. Tarihi hissediyor, geçmişi anlamaya çalışıyoruz. Kim bilir belki pek çok yeri birbirine bağlayan bu dehlizin ucu bambaşka bir dünyaya açılıyordur.

 

Konuk Yazar