Gezginler Kulübü Başkanı Prof.Orhan Kural geçen sene bana, Remzi Kitabevi’nce yayımlanmış ‘Kâh Orada Kâh Burada‘ adlı bir gezi kitabı hediye etti. Yazarı Kemal Suman yaklaşık 50 yıla yaklaşan rehberlik yaşamından ilginç kesitleri, 20 yıl kadar süren bir uğraş sonucunda bu kitapta toplamış. Size ne derece ilginç ve sürükleyici olduğunu anlatmam mümkün değil. Alıp bizzat okumanız lâzım. Eline alanı ve bir kez okumaya başlayanı adeta esir alan bir kitap. Dile kolay tabi; onca sene rehberlik yapıp binlerce insan tanıyıp, ilginç durumlara, olaylara tanık olup, sayısız seyahate gidip ve sonra bunlardan en ilginçlerini seçip uygun bir biçimde sıralayarak bir kitap oluşturmak…

Okuyup bitirdikten sonra yazdığı kitap için Kemal Suman‘a teşekkürlerimi ve tebriklerimi iletmek hususunda müthiş bir istek duydum. Bu bir gönül borcuydu benim için… Bana yeni ufuklar açmış ve çok dakeyiflendirmişti bu kitap. Benzeri bir durumu Macide Tanır‘ın anı kitabı ‘Tiyatronun Cadısı‘nı okuduktan sonrada yaşamış, kendisine ulaşmak için Ankara’daki yayınevini arayıp telefon numarasını rica etmiş ve hâlâ devam eden irtibatımı böylece kurmuştum. (Burada eksik gördüğüm bir hususa değinmeden geçemeyeceğim. Yayınevleri; yazarların şimdilerde hiç olmazsa bir elektronik posta adresini kitabın girişinde falan vermeyi akıl ederlerse bu sayede okuyucuyla yazar arasında bir köprü kurulmuş olur. Yazarla okuyanı buluşturmak; uzun zamanını gecesini gündüzüne katarak klâvye başında geçiren, bacakları uyuşana, gözleri bulanık görene ve beyninin kıvrımları sızlayana kadar uğraşmış birine verilecek en değerli ödüldür kanımca…)

Kemal Suman‘a ulaşmak, -yine kitapta herhangi bir bilgi olmadığından- kendisi de Gezginler Kulübü’ne üye olduğundan, derneği tanıtan ve bütün üyelerin bilgilerinin yer aldığı kitapçıktan cep telefonunu bularak mümkün oldu. Kendimi tanıttıktan sonra, iltifat dolu cümleleri peşpeşe sıralamam onu çok şaşırttı ve mutlu etti. Bende hasbel kader kendisiyle meslektaş olduğumu ve Sicilya’ya tura gitmek üzere olduğumu belirttim. Dönüşte görüşmek üzere sözleştik.

Hayat gerçekten ilginç tesadüflerle dolu. Bilâhare yüzyüze gelip sohbet ettiğimizde kendisi benim radyodan dinleyicim çıktı!..

Yazdığı kitabın bana verdiği ilham ve şevkle şöyle bir düşündüm, 98’den beri yaptığım tur liderliğinde bende de epeyce bir hatıra ve ilginç insan profilleri birikmişti. Onunkiler gibi bir kitap teşkil edecek kapasitede olamasa da ben de bunları yazmalı ve paylaşmalıydım…

 

İlk turdaki Bursalı isterik hanım…

Sene 98, ilk kez tur götüreceğim. Bayram tatilinde Tunus’a gidiyoruz… Grup hayli kalabalık, 30-40 kişi kadar var. Bursalı olduklarını sonradan öğreneceğim aile, dört kişi gelmiş. Anne, hiç evlenmemiş yaşı geçgin büyük kız, evlenip ayrılmış küçük kız ve 14-15 yaşlarında bir torun. Durumlarının iyi olduğu hallerinden anlaşılan bu ailenin büyük kızı isterikti. Gidilen kafe restoran gibi yerlerde garsonlara kadar asılarak hepimizi şaşkına çevirdi. Sarmaşık gibi bir hatundu. Gördüğü her erkeğe tırmanmaya, sarıp sarmalamaya çalışan!.. Tabii ailenin diğer fertleri bu durumdan rahatsız oldukça sürekli kavga ve münâkaşa çıkıyordu aralarında.

Tur boyunca alışveriş hastası anneleri ota boka saldırıp ne bulduysa aldı. Ki Tunus’ta bana göre; hurma, şarap, zeytinyağı ve bir de çay dışında alınacak pek bir şey yoktur. Belki de zavallı kadıncağız evlâdının verdiği üzüntüden kendini alışverişle avutuyordu kimbilir…

Sürekli didişerek etrafa negatif elektrik yaydıkları ve herkese rahatsızlık verdikleri turun sonunda Atatürk Havalimanı’na kanlı bıçaklı vaziyette indiler. Meğer evde kalmış huysuz hanım onları arabasıyla getirmişmiş. Burnunu dikip valizini alıp çekti gitti. Ailenin diğer fertleri, bilhassa ileri yaştaki anneleri “Ay biz şimdi Bursa’ya nasıl ve neyle dönücez?..” diye arkasından bakakaldı…

Macide Hanım ve oğlu Ufuk…

Aynı turda bir de anne oğul vardı. Sonradan Sorbonne’da gördüğü tahsil neticesinde Fransızca öğretmeni çıktığını, hatta Uğur Mumcu’nun talebelerinden biri olduğunu gururla söyleyen bu Ankaralı emekli öğretmen hanım, o zamanlar mahsuru bilinmediğinden hamileyken röntgen çektirtmiş. O yüzden hayattaki tek evlâdı özürlü doğmuştu. İfadesine göre; Hacettepe Üniversitesi’nde matematik profesörü olan eşi evlâtlarının bu düzelmesi mümkün olamayan durumuna duyduğu acıya daha fazla dayanamayarak 40’lı yaşlarda kalpten vefat etmişti. Kırk küsür yaşındaki oğlunu traş eden, soyup giydiren ve hatta tuvaletini bile kendi yaptırtan çileli anne seyahat süresince gidilen bir dolu cami, türbe gibi dinen kutsal mekânlarda ellerini açıp ağlayarak sürekli yakardı “Allah’ım bizi birlikte al. Evlâdımı arkama bırakma” diye. Bunları gözlemleyip bir yandan içim acıyor diğer yandanda guruptaki insanların Macide Hanım’a oğlu hakkında sordukları densiz sorularla nasıl bunalttıklarına tanık olup küplere biniyordum.

Bizde olmayacak konularda soru sorma ve aşırı merak nedense hastalık halinde. Bu yara izi nasıl oldu?.. Kaza mı geçirdiniz?.. Beyefendi eşiniz mi?.. Kaç yıllık evlisiniz?.. Çocuğunuz olmuyor mu?.. Kusur hanginizde acaba?.. gibi en mahrem soruları peşpeşe sıralamakta üstümüze yok!..

Karşı taraf anlatmak istiyor mu istemiyor mu. Yada sorulan sorunun açılımı kişiyi yaralar mı üzer mi gibi bir fikir muhakemesi yapmaksızın her türlü incelik ve nezaketten yoksun vaziyette takır takır sorgulayan kişiler var.

Tur dediğiniz nedir ki; alt tarafı 3-5 yada bilemediniz 7-8 gün bir arada olunacak ondan sonra herkes kendi yoluna gidecek. Ne alâka yani sorgu hakimi gibi karşı tarafı didiklemek!..

Macide Hanım bu tarz tiplerden ve densiz sorularına muhatap olmaktan sonderece bunalmış vaziyette kaderiyle boğuşan bir mübarek anneydi.

Normalde tur lideri herkesle empati kurmak ve eşit uzaklıkta olmak durumundadır ancak özel durum arzettiklerinden bu anne oğula elimden geldiğince yakın durmaya ve yardımcı olmaya çalıştım. Normal şartlarda evlâdından mürüvvet, ilgi ve hizmet görmesi gereken yaştaki bu kadıncağızın durumu gerçekten çok zordu. Hatta bana; “Şiyma Hanım, ne akrabalarım ne de arkadaşlarım bize destek olmak bir yana daha bir de kıskanıyorlar. Paranız var,  geziyorsunuz. Daha ne istiyorsunuz!.. diyorlar. Nedense kimse halden anlamıyor” dedi.

Paranın halledemediği sorunlarda vardı hayatta, ama maddiyatı baş köşeye koymuş bazı insanlar anlayamazlardı bunu.

Daha sonra arayıp sormaya bir şekilde destek olmaya gayret ettiğim bu anne oğul birden telefonlara yanıt vermez oldu. Acaba yüreği yanık bu annenin duaları kabul mu oldu?.. diye hâlâ merak ederim.

Kolej sahibi aile…

Londra-Paris turuna katılmışlardı. Büyükanne, oğlu, gelini ve torunu… Turun ilk durağı Londra’da daha otelin lobisinde oda anahtarlarını vermeye çabalarken; tam bir ‘Demir Leydi’ tablosu çizen yaşlıca hanım durduk yerde “Kızım saygılı ol. Ben yaşlıyım!..” dedi. Bu uyarıyla sarsıldım çünkü gerektirecek hiçbir şey yapmamıştım. Cevabım; “Benden büyük olanlara karşı saygı hususunda öyle titizimdir ki bu konuda en son uyarı alacak kişi benim!..” oldu.

Ne kadar moral bozucu bir şey biliyor musunuz ortada fol yok yumurta yokken birinin sırf aklına esti diye sizi herkesin ortasında fırçalaması. Bu olur olmaz kalp kıranları, etrafını hırpalayanları zaten hiç anlayamamışımdır.

Bu ailenin, Levent taraflarında oldukça şık ve pahalı bir özel kolejin sahibi oldukları sonradan anlaşıldı. Tur boyunca saygıda kusur etmemem nedeniyle başkada tatsızlık olmadı!.. Yeni yılı Paris’te hep beraber yediğimiz bir akşam yemeğinde karşıladık.

Dönüşte canımı sıkan bu ikazı paylaştığım bir okul müdiresi arkadaşım “Ayy sendeki şansa bak. O hanım eğitim camiasında aşırı titizliği ve huysuzluğuyla bilinir. Ben şahsen aç kalsam dahi gidip onların okulundan iş istemem!..” dedi.

İş gezisi ayağına yatıp aşk kaçamakları…

Tunus -şimdilerde başlatmadıysa- Türkiye’ye vize uygulamayan nadir ülkelerden biridir. Dolayısıyla müddeti uygun pasaportunuz varsa gitmek çok kolaydır. On kez tur götürdüğüm bu ülkede bazı gruplarda yanında asistanını sekreterini getirmiş ve iş için gelmiş havalarında (Ama aynı odada kalarak!..) sevgilisiyle metresiyle epey kaçamak yapana denk geldim. Bunlardan en ilginci dede-torun gibiydi. Tur boyunca herkese uzak durdular, hiçbir geziye katılmadılar. Bende gereken mesajı alıp, uzaktan selâmladım hep kendilerini. Gruptakiler meraktan çatladı “Bunlar ne böyle?..” diye. “Hiçbir fikrim yok. Kendilerine sorun” dedim. Bana ne, ben ahlâk zabıtası mıyım?.. Evlilik cüzdanı mı isteyeceğim insanlardan!.. Yalnız tur sonunda dağıtılan anketlerden ne yazdıklarına baktığımda, ikisi aynı evlenme tarihini yazmıştı.

Fakat dünya çok küçük. Daha sonra Nişantaşı’ndaki kuaförüme gittiğimde bu beye rastlamıyayım mı?.. İsmi de öyle değişik ve ilginçti ki hiç kimseyle karıştırılacak gibi değil!..

Beni gördüğüne çok bozulan ve bir bahaneyle hemen tüyen beyefendi meğerse yanında çalışan evli ve çocuklu hanımla seyahate katılmış. Demek ki aralarında ‘gönül nikâhı’ kıymışlar ve anketlere de onun tarihini yazmışlardı…

Hayat çok ilginç. Hiçbir kaçamak ve yasak ilişki gizli kalmıyor. Siz takip etmeseniz ve çaba göstermeseniz dahi gerçekler birgün önünüze gelip konuyor. Doğal ve legâl olmayan ilişkilerde taraflar ne kadar kamufle etme çabasına girse de, rol kesse de bir şeyler sırıtıyor ve illâki gerçek birgün açığa çıkıyor.

Duruşma modundaki üç avukat hanım…

Yine bir Tunus turu… Grupta 7 tane avukat var. Bazen öyle olur. Hemde tamamen tesadüfi. Bir bakarsınız grup silme doktor yada bankacı!.. Bu defa da nerdeyse gurubun yarısı avukattı. Yalnız üçü birlikte gelmişti ve çok enteresan bir tablo sergiliyorlardı. Daha alandayken bir bahaneyle “Biz avukatız” dediler. O meğerse “Ayağını denk al!!!” demekmiş. Ben ne bileyim… Yaram yoktu ki gocunaydım…

Turlarda bir prensibim vardır. Sırayla guruptan herkesle ya kahvaltıda yada akşam yemeğinde aynı masayı paylaşmaya, sohbet etmeye çalışırım. İlk akşam yemekte yanlarına gidip “Sizinle yiyebilir miyim?..” diye izin istedim buyur ettiler. Yemek esnasında bir ‘jigolo’ sohbeti geçti. Mânâ veremedim. Sonra “Biz turla seyahatten nefret ederiz!..” dediler. Yorum yapamadım… Ne diyeyim… Hem nefret ediyor hemde turla geliyorlar. “Madem öyle ne işiniz var turda?.. Keşke gelmeseydiniz” mi diyeydim?!

Genelde rehberler cep telefonu numaralarını gruptakilere vermez. Çünkü yurtdışındayken gelen telefonda bize yazıyor. Bir de bazı misafirler luzumlu luzumsuz sürekli arıyorlar. Vermeyenler haklı bu durumda!.. Bense; otele varır varmaz, anahtarları dağıtıp hemen kendi oda ve cep telefonu numaralarını verir ve dahili/harici nasıl arayacaklarını not ettiririm. Bir ihtiyacınız olduğunda beni arayın… diyerek.

Bu hanımefendiler!.. Sırayla bir şeyleri bahane edip -özellikle de katılmadıkları çevre gezilerini- sürekli cepten aramaya “Biz yarınki tura gelmiyoruz” demeye başladılar. “Tamam haberim var. Zaten söylemiştiniz” yada “Oteldeyim. Lütfen odadan görüşelim” demem kâr etmedi. Yok illâ cepten aramaya devam!..

Nasılsa bir geziye para verip “Geliyoruz” dediler. Hiç hayra yormadım açıkcası… Zaten çok geçmeden niyetleri açığa çıktı. Katılmaktan son anda cayıp paralarını geri istediler. Muhabire ödemeyi yapmışım, ona göre araba kiralanmış. Arayıp yetkili şahsa durumu söylediğimde “Olmaz, her şey organize edildi. Sakın geri ödeme paralarını!..” dedi. Bunlar zaten olay çıkartmak için bahane arıyorlarmış. Başladılar üçü birden “Biz avukatız. Adamı sürüm sürüm süründürürüz!!!” diye lobide bağırıp çağırmaya. O kadar sinir ettiler ki; normalde hiç yapmayacağım bir şekle yönelip; “Ne istiyorsanız öyle yapın. Elinizden geleni sakın ardınıza koymayın!..” dedim.

Turun başından beri bizi izleyen gruptaki diğer avukatlar; “Lütfen üzülmeyin, bunları bütün hukuk camiası tanır. Her zaman böyledirler” dediler. Hem kendi tatillerini hem benim turumu zehir ettiler. Üstlerinde bir cüppeleri eksikti. Tatile gelmelerine rağmen nasıl sürekli adliye ve duruşma modunda olabildiklerine hayret ettim doğrusu.

Uykusu kaçan dangalak!..

İlke olarak otele yerleşince her gruba mutlaka oda numaramı verir “Bir sorun olursa arayın, yardımcı olayım” derim. Burada ‘sorun’dan kastım odada bir aksaklık, teknik arıza veya hastalık vb. gibi durum olursa; teknik servisi veya sağlık personelini devreye sokarak yardımcı olmaktır.

Tunus turlarından birinde yanında patronuyla gerçekten iş gezisine gelen genç bir bey gece 00.30 sıralarında odaya telefon edip “Benim uykum kaçtı, odanıza gelip sizle sohbet edebilir miyim?..” dedi. Bütün gün koşturmuşum yorgunluktan bitap vaziyette yatmışım tam uykuya dalmak üzereyim… Allahtan kendimi çabuk toparladım. “Bu saatte böyle bir sebeple rahatsız etmeye utanmıyor musunuz?! Ben uyuyorum. Siz lobiye inin orada sohbet edicek birileri mutlaka vardır” deyip kapattım. Ertesi sabahta havuz başında bu patavatsızı bulup, patronunun yanında bir gece evvel açtığı münasebetsiz telefon için güzelce fırçaladım.

Dönüşte firmaya tur raporu verirken bu şahsı ismen bildirerek yaptığı densizliği anlattım. Hiç belli olmaz bakarsınız müşteri memnuniyetini hedefleyen anketten beni kötüleyen bir şeyler çıkabilirdi. Hizmette sınır yoktur gibi bir anlayışla çalışmak istesem zamanında Club Med’in teklifini kabul ederdim!.. Edep saygı ve zerafet çerçevesinde elimden gelen her şeyi yaparım ama terbiyesiz, laubali ve dangalak olana haddini bildirmeden olmazdı.

Açık büfeyi masasına taşıyan balayı çifti!..

Normalde eğitimli insanların görgü kurallarından ve medeniyetten nasiplerini biraz olsun almış olmaları beklenir.

Yine Tunus turlarımdan birine balayı için gelen karı koca eczacı İzmirli genç çift hayret etmeme neden olan bir yeme içme alışkanlığı sergilediler.

Beş yıldızlı bir tesiste olması gereken her özelliğe sahip otelimizin, gayet zengin ve uluslararası standartta açık büfe ikramı vardı. Bu gencecik ve kilo olarakta normal gibi gözüken çift ekmekten tatlıya, salatadan meyvaya makul bir miktarda değil, tabaklardan taşa döküle oturdukları masaya sürekli taşıyorlar adeta ellerinin altında ikinci bir açık büfe oluşturuyorlardı. ‘Gözün karnı yoktur…’ sözü sanki onlar için söylenmişti. Büfe ile masalar arası nerdeyse iki adım mesafedeydi. Uzak olsa hadi neyse, üşeniyorlar mı acaba denilebilirdi…

Aldıklarını ittirip kaktırıp yarısını dahi yiyemeden arkalarında feci bir ziyanlık ve iğrenç bir kirlilik bırakarak her öğün masalarını terk ettiler!.. Dışımdan belli edemesemde içimden “Yuh!..” diyerek turun başından sonuna takip ettim bu çifti.

İnanın şayet yeselerdi aldıklarını gene hayret ederdim -o kadar yemek yen(e)mez çünkü- ama en azından “Helâl olsun, aldıklarını yiyebildiler!..” derdim. Dünyada onca aç, hatta kuru ekmeğe muhtaç insan varken bir yığın gıda maddesinin ziyan olmasına vesile olan bu (güya) eğitimli insanları içten içe kınadım. Tam bir magandalık örneği sergilediler… Ve gezilerden aklımda kalan nahoş kişilere; sırf nimete karşı saygısız tutumlarından dolayı onlarıda kattım.

Paris-Roma-Barselona turuna katılan 17 kişilik İzmir’li aile!..

Havaalanında karşılama deskine geldiklerinde bilhassa çocuklar pek şirin gözüküyordu. Paris-Roma-Barselona’ya 9 gün sürecek bir turdu. Gurup toplam 19 kişiydi. Katılanlar; Antalya’dan bir balayı çifti geri kalanlar ise İzmir’li birbiriyle akraba 17 kişi.

İlerleyen günlerde anlaşıldı ki; guruptaki hiç evlenmemiş yaşlı bey Balçova’da çok uzun zamandır satamadığı 3,5 milyon dolarlık mülkü için “Satıldığında sizleri Avrupa gezisine götüreceğim. Tur paralarınız benden. Ancak ekstra harcamalarınıza karışmam” diye vaatte bulunmuştu ve sonuçta herkesin kişi başı 1.040’ar eurodan parasını ödemek suretiyle tura getirmişti. Kızları damatları ve torunlarıyla grupta başı çeken diğer aile büyüğü hanım -nasıl bir takı takmaksa- her iki kolunda bilekten dirseğe en kalınından 22 ayar altın bilezikler keza boynunda en zevkisizinden bir dolu kolye ve kordondan geçilmez görünümdeydi. Sanki kuyumcu vitrinini üstüne boca etmiş gibi!..

Uçuş aktarmalıydı. Milano Havaalanı’nda polisler bu hanımdan huylandı. Elin İtalyanı böyle bir şey görmemiş ki!.. Güvenlik kapıları bunca metalden dolayı cıyak cıyak alarm verdi. Bu da yetmezmiş gibi yapılan aramada çantasından kocaman bir İsviçre çakısı çıktı. İstense resmen dana kesecek boyutta!.. Hanfendi; “Vermem!.. Ben onla elma soyup yiyorum” dedi. Polisler “Mümkün değil. Geçemez bu şekilde” diyor. Bir inatlaşma ki sormayın. Resmen bana ecel terleri döktürttükten ve polislerin dediklerini zar zor anlatabildikten sonra çakıyı elinden alıp çöpe attırdık.

Belki paralı insanlardı ama kültürden, nezaketten yana pek fıkaraydılar. Bu olayda; çakıyı çöpe atılmaktan kurtaramadığım için, daha turun başında otomatikman karizmayı çizdirmiş oldum onların gözünde!.. Vah vah ne yapmalıydım acaba?!

Tur ilerledikçe beni esas hayrete düşüren; ve “İnsanoğlu çiğ süt emmiş” vede “Burnunlan kuş tutsan nankör olana yaranılmaz!..” dedirten hepsini davet edip getiren adama karşı tutumları oldu. Ne gidilen şehirlerdeki panoramik gezilerde ne de transferler esnasında elindeki eşyasını taşımak gibi en ufak bir yardımda bulundular. Otobüse inip binerken bile koruyup kollamak ve güzel bir yere oturmasına itina etmek gibi bir incelik sergileyemediler. Adamcağız oldukça kilolu vucuduyla debelendi durdu.

Bu aileyle yaptığım gezi bana; “Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğin!..” sözünü sıklıkla hatırlattı.

Portekiz turunda hiçbir şeye katılmayıp, dönüşte hakaret eden çift!..

Portekiz turları genelde hep çok hoş geçmiştir. Ve hep de gerçekten seyahatsever nezih insanlar katılmıştır. Yalnızca bu çiftin katıldığı turda hayatımda ilk defa başıma çok sevimsiz bir şey geldi. Lizbon alanına iner inmez bizi karşılayan muhabirimiz dünya tatlısı José ve çok sevdiğim yerel rehber arkadaşımla sarılıp öpüşmem şiddetli grip olmama neden oldu!.. Meğer o sıralar Portekiz’de korkunç bir salgın varmış ve hastaneler hastalardan geçilmez durumdaymış. Nerden bilebilirdim?! Aksilik bu ya; sağlığıma çok güvendiğimden yanıma günlük vitamin tabletleri dışında hiç ilaç almamıştım. Allahtan guruptakiler gayet donanımlı ve temkinliydi de verdikleri ilaçlar sayesinde yatağa düşmeden geziyi tamamladım.

Prensip olarak seyahate denk gelen yılbaşı, bayram vb. özel günler varsa hoşluk olsun diye grupla paylaşmak için mutlaka ya bir kutu çikolata yada Antep fıstıklı lokum alırım.

Tur boyunca havaalanı otel arası transferler dışında hiç ortalıkta gözükmeyen genç bir çift vardı. Bayram sabahı otelin kahvaltı salonunda özel çaba sarfedip adeta saklandıkları köşede arayıp buldum. Kendilerine lokum ikram edip bayramlaştım. Sırf diğerlerinden ayrı davranmış olmayayım diye.

Turlarda şayet gittiği yeri kendi çabalarıyla gezmek ve keşfetmek isteyenler olursa saygı duyarım ve elimden geldiğince tavsiyelerde bulunup bilgi aktarımı yapmaya çalışırım. Bende neticede bir gezginim halden anlarım…

Bu çiftin başka bir turda başlarından rehberle nahoş bir şey mi geçmişti, yoksa genel halleri mi böyleydi hiç bilemiyorum çünkü tanıma fırsatım ol(a)madı. Dönüş için otelden ayrılıp otobüse bindiğimizde, ben mikrofonu alıp misafirlere teşekkür ettim ve nice güzel seyahatler diledim her zaman olduğu gibi. Bu çiftin beyi herkesin duyacağı yükseklikte bir sesle “Hayatımda sizin kadar kötü ve suratsız bir rehber görmedim!..” dedi.

Uçak ve transferler dışında hiç bir arada olmadığımız bu çift herkeste ve bilhassa bende soğuk duş etkisi yapan bu sözleri sarfedebilmişti. Hiç doğru düzgün birbirimizi görmeden görüşmeden, aramızda kayda değer bir diyalog dahi geçmeden bu önyargıyı sunabilmişlerdi. Elimdeki mikrofondan “Birazdan anket formları dağıtacağım ilk kez muhatap olduğum bu yorumunuzu nedenleriyle açıkça yazarsanız memnun olacağım” dedim.

Kendimden iyi hizmet ve iyi niyet konusunda gayet eminim. Belki bankacılıkla tur liderliği apayrı sektörler ama, ben mükemmeliyetçi anlayışımla her ikisini de en üst seviyedeki sorumluluk duygusuyla yapma gayreti içindeyim. O sebeple olsa gerek; genelde misafirler “Başka nerelere gidiyorsanız keşke haber versenizde sizle gelsek” derler. Bende “Ne yazıkki hangi tura gideceğimize biz değil firma karar veriyor” derim.

Bazen gruptan birinin yaptığı densizlik başkalarının üzülüp utanmasına vesile olur. Bu çift de ne yazıkki onlardan biriydi. Otobüsteki diğer misafirler ne diyeceklerini, nasıl teselli edeceklerini bilemediler. Benim gripli vaziyette üstün çaba sarfederek aksatmadan tamamladığım turun tuzu biberi olmuştu bu söylenenler.

Barselona’dan kumara koşan ve sonradan “Paralar çalındı!..” diyen hanımlar.

Paskalya tatiline denk gelen ve sadece Barselona ve civarının ekstra düzenlenecek turlarla gezileceği bir seyahatti. Otelimiz şehrin en merkezi yerinde. Aynen Taksim Meydanı ve The Marmara Oteli gibiydi. Gurup çok kalabalıktı, yaklaşık yüz kişi kadardı ve üç rehberdik.

Benim mesuliyetimdeki misafirlerin içinde yaşına göre gayet bakımlı ve frapan iki hanım vardı ki; daha ilk akşamdan geç vakit varılan otelde herkes dinlenmek için odasına koşarken onlar bir taksiye binip limandaki büyük casinoya kumara gittiler.

Turun ikinci gününde serbest zamanda beni arayıp feryat figan “Soyulduk, yetişin!..” dediler. Haydi… otelin güvenliğini aradım. Kendimde hemen yanlarına koşup gittim.

Güya öğleden sonra odada yatmış dinlenirken 8.kattaki odalarına camdan biri girip 3.000 euro paralarını almıştı!..

Otelin güvenliği işin içinden çıkamayınca, İspanyol polisi geldi. Hanımlar ayılma bayılma moduna geçtiler. Sağlık ekibi geldi. Saatlerce süren ifadeler alındı. Netice sıfır!..

Allah bilir doğrusunu ama önceden parası ödenmiş 5 günlük tura o kadar nakitle gelmek bir tuhaflıktı. Ve de döndükten sonra olup biteni firmaya ilettiğimde; “Onlar büyük ihtimal paraları kumarda kaybedip bu şekilde bir tazmin ettirme çabasına girmişlerdir” dendi. Olan yine bana olmuştu. Saatlerce boşu boşuna gerginlik yaşamıştım.

Bazen turlara öyle tipler katılır ki içinizden “Keşke ben üste para verseydimde bunlar evlerinde otursalardı!..” dersiniz. Rahatına çok düşkün olanlar, evindeki konforunu arayanlar veya kendini her şeye kusur bulmak üzere şartlamış olanlar neden tura katılırlar anlayabilmiş değilim. Böyleleri sürekli bir şeylere kusur bulup şikayet ederek diğer misafirlerinde keyfini kaçırırlar. Kemal Suman kitabında bu tipleri ‘Sorunlu ve Zorunlu’ yolcular olarak tanımlamış. Beklide aileleri “Aman başımızdan gitsinde biraz kafamızı dinleyelim” deyip gönderiyor. Kim bilir?!

Ben kendimi uzun yıllar süren iş hayatında her türlü psikopata ve ruh hastasına şerbetlediğimden olsa gerek; turlarda en klinik vaka tipe denk gelsem dahi pek dert etmiyorum. Nasılsa tur başlar başlamaz geriye sayımda başlıyor!.. O zamanda bana; “Ya sabır 6 gün var!..”,”Fesuphanallah 5 gün kaldı!..”, “Lâ havlevelâ turun 3 günü gitti bile…” şeklinde kendimi avutmak düşüyor. Önceki iş yaşamımda olduğu üzere, aylarca yıllarca kimseye katlanmak gibi bir durum şükürler olsunki sözkonusu değil. Geçici olan şeyleride pek dert etmiyorum…

Yukarıda yazdıklarımı okuyupta sakın gezilere sırf böyle sorunlu veya ‘süzme bal’ diye tabir edilecek cins insanların katıldığını zannetmeyin. Bir sürü geziden cımbızla çekilen anıları paylaşmaya çalıştım. Genelde turlara, maddi manevi özveriyle yapılan seyahatlerin tadını çıkaran bilinçte ve kültürde gayet zarif kişiler katılıyor. Hatta internet sayesinde bir çoğu okuyup araştırıp, gideceği yer hakkında önceden bilgi edinip elinde rehber kitaplarla falan öyle bir geliyorki “Helâl olsun!..” dememek mümkün değil.

Olumsuz örnek teşkil edenler ayrık otu gibi guruptaki diğer insanlarında antipatisini topluyor ve bir şekilde dışlanıyorlar. Buda onların tercihi bence.

Benim için turlarda en hoş sürpriz; dikkatli radyo dinleyicilerinin attığım bir kahkahadan veya yaptığım espriden tanıyıp “Aa siz Matmazel Brigitte’siniz” demeleri oluyor.

Şiyma Aksekili