Bundan 15-20 sene önce ufkumuzu genişletmek üzere geldi internet hayatımıza. Başka ülkelerdeki, şehirlerdeki yakınlarımızla olduğu kadar, yabancılarla da görüşmeye başladık. Mirc ve İCQ’nun ilk dönemleri, internet adeta bayram yeri gibiydi. Fakat her tip insana da denk gelebileceğimizi öğrendikçe, daha dikkatli ve kısıtlı kullanmaya başladığımız hatta bazen oldukça korkutucu bir yer oldu.

Fakat tek etkisi bu değildi internetin. Bir kez ufkumuzu genişletmişti. Dolayısıyla sosyal ortam anlayışımızın bakkaldan süper markete evrilmesi durumu söz konusu oldu. Artık iş, okul ortamımızda kafamıza uygun birini bulamıyorsak, ya da kolaya kaçmak istiyorsak, içten içe daha iyisini ve fazlasını bulabileceğimizi hisseder olduk. Belki “nereden” deseler, aklımıza internet gelmezdi, ama kafamıza bu fikri sokan internet oldu.

Dolayısıyla mevcut yakınlarımızı takip etmenin dışında, biraz da dış dünyada bizim için gezinen fırsatları yakalayabilmek adına, elbette farkında olmadan, hemen her sosyal mecraada hesap açtık ve güncelledik.
Zaman zaman bize gelen insanlar oldu internetten, çoğunu sildik, tanımaya dahi çalışmadan. Bazen biz birilerini ilgi çekici bulduk, ama onlar da bizi sildi.
Bu arada günlük yaşantımızda ve elbetteki onu yansıtacak sosyal ağda, gün geçtikçe daha feminen, daha maskülen, daha karizma, daha bir “en” olmaya çalışır bulduk kendimizi. Gün geçtikçe diğerlerini olduğu kadar kendimizi de daha bir beğenmez, onaylamaz olduk. Herkes bize yavan gözüküyordu, biz de insanlara kıyasla yavandık. Bu nasıl bir çelişkiydi? Herkes yavansa ya da tam tersine herkes en’se, nasıl oluyordu da kimse bizi “beğenmiyordu” ve biz de kimseyi?

Yani sonuçta nasıl olmuştu da, milyarların, milyonların dahil olduğu sayfalarda ve reel yaşantımızda bu kadar yalnız kaldık? Böyle orantısızca?

İşte burada yine, sık sık gözardı ettiğimiz insan psikolojisi önem kazanıyor.

Realitede insanlarla sosyalleşmenin bir adabı vardır ve biz, bu adabı bilinçsizce biliriz. Genetik hafızamızda vardır bu kodlama, kendi kendine işler. Öncelikle bu sistemden biraz bahsedelim.

Bir şey Olmanın Baskısı, Maske Görevi Gören İlk Sebeple Gizlenir

“Sosyalleşme ortamı” olarak kabul ettiğimiz, iş, kurs, okul, dernek gibi yerler, sosyalleşmek için oldukça önemli belki de tek ortam olsalar da, aslında esas amacı itibariyle sosyallik kurumu değillerdir. Herkes işe, ilk önce para için gider, ya da bu öyle görülür. Herkes okula, diploma için gider, ya da bizim ilk varsayımımız budur.  Bu ilk varsayım, kişileri iki baskıyı doğrudan almaktan korur: birincisi kadın-erkek ilişkilerinde KADIN veya ERKEK olmaktan, ikincisi küçük topluluklarda yerinizi EN BİR EN olarak anında belirlemeye çalışmaktan. Böylece bir ortama katıldığımızda, katılır katılmaz, daha katılıyorken,  mesela KADIN, sonra da YETENEKLİ KADIN olmak külfetinden kurtuluruz. Çünkü gelen herkesin önce bir ortamı görmesi gerekir. Belki o kadar da kadın olmayı gerektirecek bir ortam yoktur, çünkü katılımcıların hepsi kadındır. Ya da size uygun bir partner adayı yoktur. Ya da sınıfta herkesin özelliği yavaş yavaş açığa çıkarken, siz zaten çevrenizce yetenekli, akıllı, becerikli olan olarak kodlanırsınız. Dolayısıyla ekstra “birşey olmak” külfetinden korunur, salt insan statünüzü muhafaza edersiniz.
Peki bu neyi sağlar? Psikolojik baskı olmaksızın, en iyi sizi ifade edebilmeyi. Bu konuyla ilgili bir deneyi sizinle paylaşmak istiyorum: yere bir kalas koyuluyor ve kişilerin bu kalas üzerinde yürümesi isteniyor. Yürüyorlar tabi ki. Sonra bu kalas yavaş yavaş, yerden yükseltiliyor. Yükseklik arttıkça, kişiler çok uzun zamandır, bilinçdışı yeterlilikle yapabildikleri yürüme eylemini ya gerçekleştiremez, ya da ilk defa yürüyormuş gibi beceriksizce gerçekleştirir oluyorlar. Çünkü yükseklik arttıkça, düşüp zarar görme baskısı artıyor ve kişilerin eylemi ketleniyor. Dolayısıyla ne kadar psikolojik olarak baskısız iş görürsek, o kadar başarılı oluruz önermesi kanıtlanmış oluyor.

Bana Dik Dik Bakma, Doğrudan Üstüme Yürüme!
Hemen herkes illa bir yerlerde duymuştur, saldırganlığıyla meşhur hayvanlarla karşılaşmada doğrudan hayvana doğru hamle yapmamak ve gözlerinin içine bakmamak hayatta kalmak için bir nevi ön koşuldur. Çünkü böyle yaptığınızda hayvan sizi tehdit olarak algılamaktadır, çünkü en komik ifadeyle “bana taktı” olarak düşünmektedir.
Bu kural yalnızca hayvanlar için geçerli değildir. Bize yabancı biri, isterse dünya güzeli olsun, isterse “ne idüğü belirsiz” bir kişi, yabancı bir ortamda gözlerimizin içine dik dik bakarak doğrudan bize doğru yürümeye başlarsa, endişeleniriz. İçimizde yanlış bir şey yaptığımız duygusundan, spot ışıklar altında kalmış olduğumuz duygusuna kadar birçok his belirir. Bu kişi, uzun zamandır ilgilendiğimiz bir kimse dahi olsa, o an ki sevinç hissi her ne kadar durumu göze “şirin” gösterse de avuçlarımız terler, telaşlanırız, kalp atışımız hızlanır. Bunların hepsi adrenalin belirtisidir. Adrenalinse bizim kaç/saldır/hayatta kal hormonumuzdur.
Bu yüzden insan ilişkilerinde yapıcı yöntem, kanıksadığımız ortamlarda, doğrudan damdan düşer gibi değil, ufak göz temasları, derken baş selamları, sonra ufak sohbetler şeklindedir. Çok karizma bir insan dahi, ilk defa gittiğimiz bir barda, doğrudan bize gelip, izin istemeden sohbete başlarsa “kıllanırız”. Bu kıllanma sadece haberlerde gördüklerimizden gelen bir ürküntü değil aynı zamanda bizim doğal yapımızın bir ürünüdür. İnsan güven duygusu ölçüsünde rahattır. Ve nasıl hayvanlar, onlarla 3 gün aynı ortamda sessizce ve ani hareket etmeden durduğumuzda bizi “doğal ortamın bir parçası” olarak kodluyorlarsa, insanların da böyle bir güven algısı vardır.

Bu Veriler Işığında İnternet

Öncelikle internette, bir fanclub, bir tartışma platformu, bir iş dolayısıyla birileri ile tanışmıyorsanız, orada sosyalleşmek için varsınız demektir. Görüldüğü gibi internette psikolojik baskıyı maske ile azaltacak bir unsur çoğunlukla yoktur. Düşünelim, bir odaya girdik, odada 30 kişi daha var. Herkes oraya sosyalleşmek için gelmiş. Demek ki sosyalleşmek ile ilgili bir sorunları varmış ki, böyle bir ortama gelmişler. Ne kadar kolay adım atabiliriz? Ya da ilk kurtarıcı ve baskıyı azaltacak sohbetimiz ne olabilir? İnternet ortamı işte böyledir, amaç sosyalleşmektir. Bu durum kişiler üzerindeki baskıyı arttırmakta, böylece insanlar profillerinde aradan sıyrılabilmek için en bir en olmaya çalışmaktadırlar. Üstelik, baskı sebebiyle, girişken, rahat, samimi olamamaktadırlar ve bu durum yüzünden – acı verici olduğu kadar komik de- karşı taraflarla iletişim kurarken ister istemez pot kırmakta veya saçmalamaktadırlar. Kişi bunu bilir, karşı taraf görür, böylece sosyalleşme becerisinde bir sorun olduğu düşünülür. Oysa sadece ortam elverişsizdir.
Bir diğer durum gördüğünüz gibi internette birbirimizle yabancı insanlar olarak doğrudan iletişim kurmaya çalışıyor olmamız. Oysa yukarıda bunun bizi tedirgin ettiğini ve sosyalleşmekten soğuttuğunu izah ettik. Yabancı bir insan bize örneğin feysbuktan yazdığında, burada bir doğrudan profilimize, yani bize bakma ve yürüme durumu vardır. Bu durum bize rahatsızlık verir ve böylece yazan kişiyi daha derinlemesine inceleriz. Normalde çevremizde olsa iteleme gereği duymayacağımız, hatta başka sebeplerle çevremizde bulunan insanlardan belki de daha iyi kumaş insanları, bu endişe ile eleriz. Aynı yabancı barda bize doğrudan gelen ve izin istemeden sohbete başlayan yakışıklı/güzelden rahatsız olmamız gibi. Böylece eylem ketlenmesi oluşur ve biz, adım atamaz, gelen adımı da sakince değerlendiremez oluruz.

Ezcümle, internet üzerinden sosyalleşmeyi, iyi anlamak gerekir. Amacımız bir takım konularda destek bulmak, bilgi edinmek, bazı oluşumların parçası olmaksa, sunduğu ufku bir noktada verecektir. Ama bu niyetlerin altında ikincil olarak yer alan arkadaş edinme, partner bulma gibi sebepler birincil sebebe dönüştüğü sürece, bunu sağlıklı olarak sunamaması bir yana, üstüne üstlük sosyalleşme becerimizi, kendimize ve çevremizdekilere bakış açımızı zedelemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.

 

Emine Tülin Erinç

NLP ve Profesyonel Koç, Öğrenci Koçu,