İnsanlığın ulaşabildiği en göz alıcı performans, doğa ile kendi iç dünyası arasında uyum sağlaması ve bu uyumdan ortaya çıkan fonksiyonları ile kendi çevresini yeniden düzenleyebilmesi.

Sentetik görünen bu işleyiş, aslında bize evrenin doğal-sentetik, yani hibrid çalışma prensipleri hakkında bilgi sağlayan, son derece etkin ve basit bir gözlem.

 

Bu devinim, yani dış dünya ile iç dünyanın senkronizasyonu süreci, insan tarihi boyunca yine doğal yollar ile oluştu. Ancak senkronizasyonun meydana gelmesi, doğal yollarla olduğunda bir hayli sancılı ve zahmetli olabiliyor. Tıpkı annenin normal yoldan doğum yapmasının diğer teknik yöntemlere göre daha sancılı olması gibi. Tabii biyolojik konularda sancılı da olsa doğal olan tercih edilmeli belki ama sosyolojik ve sosyo-psikolojik konularda gelişen bilincin, bu senkronizasyonu sağlaması için kullanılmasında bence sakınca yok.

Şunu açıkça belirtmekte fayda var, son yüzyıl, teknolojiyi kullanarak insanı çevreleyen kozayı aşırı hızlarda değişime uğrattı. Bunda tabii ki büyük güçlerin gezegeni kontrol etme amacıyla girdikleri askeri teknoloji yarışının sivil sektörlere de rahatlıkla uygulanabilir olmasının payı büyüktü. Ancak bu gelişim ile senkronize bir sosyolojik gelişimi, bazı batı toplumları hariç, hiçbir toplumun tam anlamıyla uygulayabildiğini söyleyemeyiz.

Peki, bunun için gereken nedir? Yani hızla gelişen çevresel şartlar – ki bu şartların içinde hızla gelişen bir mantıksal altyapı derin biçimde işlemiştir- karşısında kendi iç dinamiklerini senkronize edemeyen dünya insanlarının kendilerini sarmalayan çevre ile iç-dış senkronizasyonunu ortaya çıkarmaları için yapılması gereken şey.

Bu yazının başlığında olduğu gibi kısaca RILA (Revolution In Logics Affairs) olarak adlandırılabilecek bir küresel düşünce akımının başlaması olabilir. RILA konsepti, hem akademik düzeyde hem de bireysel düzeyde insan beynine hükmeden ve uzun bir dönemde hibrid yollarla oluşmuş mantık sisteminin yükseltilmesi (upgrade) projesi olarak, bir an önce tüm dünya entelektüelleri tarafından ciddi biçimde çalışılmaya başlanmalıdır.

RILA’nın en derin mantıki temelleri, “Sistema” isimli kitabımda atıldı. Bu gereksinimi ortaya çıkaran da zaten Sistema’dır. Görecelik ve Kuantum düşünce biçimlerini, felsefi düzlem üzerinde bir araya getiren Sistema, bu eşsiz konumu sayesinde RILA’ya başlama komutunu verebilecek tüm anahtar kodları barındırmaktadır.

Bilim-teknoloji birliğinin, belli bir noktaya gelip tıkandığını görmek için çok derin analizlere gerek yok. Artık teknoloji yeni çözüm üretmekten çok yeni sorunlar üretmeye başladı. Teknoloji, mükemmel toplumun temelinde olması gereklilik arz eden iletişim toplumu katmanını gerçekleştirdi ancak bu katman üzerinde kaymadan yürüyecek düşünce sistemine sahip insanı ortaya çıkaramadı.

Böylesi bir sorumluk ancak felsefeye ait olabilir. Ancak dünya felsefesi ne yazık ki, tarihin en sefil dönemini yaşıyor. Felsefeci olduğunu iddia edenler, sadece geçmişin dehalarının hayatlarını ve yazılarını okuyup, kendince saçma yorumlarda bulunmaktan ve suya sabuna dokunmayan, hiçbir pratik kullanımı bulunmayan metinler yazmaktan öteye geçemiyorlar. Felsefenin sağladığı akademik şemsiyenin altına sığınıp, insanlığın bu en hızlı dönüşüm sürecini, hiçbir etkide bulunmaksızın seyretmekten başka bir şey yapmıyorlar.

Eğer insanlık bu hızla evrilen sentetik mukozanın içinde sıkışıp kalmayacak ve kendi sonunu hazırlamayacaksa, bu ancak felsefenin gerçekleştireceği bir devrimle olabilir ki bu da Sistema ile başlayan RILA süreci ile gerçekleştirilebilir.

En temel ve basit algı süreçlerinin devrimsel bir analizle gözden geçirilmesinden sonra en karmaşık kuantum teorileri ile harmanlanması ve daha sonra da rafine edilmiş düşünce paketleri çıkarması gereken RILA, ancak bu yeni düşünce paketleri sayesinde insan beyninde yeni bir yazılımı meydana getirebilir. Öteden beri var olan tüm kurumlaşmış bilgi ve teknik de kendisini bu yeni düşünce düzeyine adapte etmek suretiyle insanlığın kendi iç-dış senkronizasyonunu sağlamayı başarabilecektir. Dış çevrenin insan doğası üzerindeki olası manipülasyonlarının engellenmesi için de nihai yoldur.

Bilim ve teknikte meydana gelecek olan gelişmeler bir süre sonra böylesi bir paralel hareketi algılayıp kendisini yeniden kurgulaması beklenen bir sonuç olmalıdır. Bilginin kendi kendisini ürettiği bir ortamda meydana gelen bilinç çakışmalarının komplo teorileri ile açıklanılmaya çalışıldığı bir ortamda, felsefe bu karşılıklı etkileşimi başlatabilecek ve bir sonraki denge bozumuna kadar yeni bir enerji yaratabilecektir.

Dünya felsefesi, artık içinde yaşadığı pasif duruştan sıyrılmalı, yarı-ölü hücrelerini yenilemeli ve insanlığa tekrar ışık kaynağı olmaya devam etmelidir. Bu, son yüzyılda gerçekleşen aşırı hızlı gelişime, soylu insan doğasının verebileceği tek tepkidir. Böylesi bir tepki olmadan, iyimser olmak hiçbir şekilde mümkün değildir.

Konuk Yazar