Antroposofik bilgeliğin incelediği konulardan biri de, ‘zamanın’ insanlık için ne anlama geldiği, sonsuzlukla nasıl bağdaştığı ve zaman-evren ilişkisidir. İnsanın, dünya ve insan evriminin akışına bilinçli katkılarda bulunabilmesi için bu kavramların ve bağlantıların bilincini geliştirmesi gerekir.

Her insanın uzaktan veya yakından ölüm olgusu ile mutlaka bir deneyimi olmuştur. Yaşamda kaçınılmaz olarak bir yakınımızın veya dostumuzun ölümüne ve dolayısıyla onun hayatımızdan birdenbire yok olmasına üzülmüşüzdür. Hatta bazen tanımadığımız insanların bile medyadan duyduğumuz ölüm haberine üzüldüğümüz olmuştur. İnsanın, etrafından hiç eksik olmayan ölümden etkilenmemesi olası değildir.

Ölüme dair derin bir bilgimiz olmamasına rağmen, ölümün Tanrı iradesinin bir yansıması olduğundan kimsenin bir kuşkusu yoktur. Doğum gibi ölümün de bir Tanrı buyruğu olduğu herkesçe bilinir. Her doğan varlığın bir eceli olduğu gerçeğini mecburen yaşamın bir parçası olarak kabul ederiz. Başka bir deyişle her insan, kendinin ve dünyadaki bütün canlıların yaşamının bir süre sonra mutlaka sona ereceğini hiç kuşkusuz bilir.

Bu bilgi genellikle bir yakınımızın ölümünün verdiği üzüntüyle ruhumuzda bir tinsel derinlik oluştuğu zaman bilincimizin kavrama alanında belirir ve bize ölüm olgusunu güçlü bir şekilde duyumsatır. Yoksa günlük yaşantımızda ölüm kavramına devamlı yer vermeyiz ve bir ölümlü olduğumuz gerçeğinin bilinçaltında kalmasını yeğleriz.

Hiç kimse ölümlü bir varlık olduğu bilincini devamlı taşıyarak hayatın tadını kaçırmak istemez. Ancak bu anlayış bizi yaşamımızda yanlışlara yönelten bir yanılgımızdır. Hayatın tadı kaçmasın diye ölümlü bir varlık olduğu bilincini kendinden uzakta tutmaya çalışan insan, bu sefer de, ‘bir ölümsüzmüş’ gibi davranmaya yönelebilir.

Benimsenen bu anlayışın beraberinde getirdiği yanılgılardan biri, yaşamda harcanacak çok bol vaktimiz olduğunu sanmamız ve buna inanmamızdır. Dolayısıyla düşünce ve davranışlarımız da, içine yanılgı işlemiş bu inanç doğrultusunda biçimlenip yaşamımıza yansır.
“Vakit geçmek bilmiyor”, “vakit geçirmeye çalışıyorum” ve “vakit nakittir” gibi sözler ancak ölümün kendisinden çok uzakta olduğunu düşünen bir insanın yaşama yanılgılı bakışını yansıtacak türden sözler olabilir.
Bu tür sözlerin irdelenmesi ve insanı nasıl yanıltıp “uykuya” sürüklediğine açıklık kazandırılması gerekir. Örneğin, vakit her insan için gerçekten çok değerlidir ama vakit asla nakit değildir. Bu inanç maalesef “kolektif” bir yanılgıdır. Vakit nakittir yanılgısı, yaşam boyu hep dünyevi arzularını doyuma ulaştırmaya çabalayan insanlığın ruhuna materyalist bir dünya görüşünün işlemesi sonucunda oluşmuştur.

Aslında tinsel gerçeklerden çok uzak bu tür sözlerin etkisinde kalmanın sonucu olarak ömrü ‘sadece dünyevi kazançlar peşinde koşturarak’ tüketmekgerçek bir vakit kaybıdır.
İnsan yaşamı fiziksel bir dünya da geçtiği için insanın bazı maddesel gereksinimlerinin olduğu gerçeği yadsınamaz. Ancak yaşamın devamı için gerekli miktardan hep daha fazlasına sahip olma ve biriktirme arzusu insanı giderek daha dünyevi ve materyalist olmaya yöneltir.

Antroposofi, insanı daha dünyevi olmaya bağlayan arzu ve tutkuların “bir uyku hali” içinde olmamızdan kaynaklandığını ve bu ‘uykunun’ varlığının ardında kutsal olmayan bazı tinsel varlıkların etkilerinin olduğunu açıklar. Ayrıca, ‘hep daha fazlasını isteme’ dürtüsüyle davranmakla, insanlığın farkında olmadan bu varlıkların dünya evrimine karşıt amaçlarına hizmet ettiğini belirtir.

Dünyada kısıtlı vakti olan ‘bir ölümlü’ olduğu bilincini içselleştiremeyen insan, Tanrı lütfu olan ömrünü gereksinim fazlası maddiyat ve diğer dünyevi tutkuların peşinden koşarak geçirir. Yüksek Tinsel Dünya tarafından kendisinden beklenilenleri yerine getirmeye fırsat bulamaz ve bakışını tinselliğe çevirmediği için, boş vakti olsa bile bu zamanı bir tinsel arayışla değerlendirmeye yönelmez.
Antroposofi insanın, ‘insanlık evriminin’ başlarında bu durumda olmadığını, giderek ‘maddesel dünya’ ile özdeşleştiği için Tinsel Dünyadan kopma durumuna düştüğünü ve aslında dünya evriminin başlarında Tinsel Dünya ile olan bağını hep duyumsayabildiğini anlatır.

Her insan, bilinçaltında bir yerlerde Tanrı arayışı içinde olması gerektiğini hisseder. Ancak bu içsel bilgiyi uygulamaya koyacak gücü ve iradeyi kendinde bulamaz. Bu dürtü hep daha sonraya ertelenir. Dünya yaşamının bin bir detayı tinsel konulara olan ilgimizi dağıtır, tinsel yönde araştırma yapmaya odaklanmamızı önler. Yaşam süresi boyunca çok önemli olduğunu varsaydığımız dünyevi işleri daima önümüze yığılmış buluruz.  Bitmez günlük koşuşturmalarla özdeşleşmemizin arkasındaki en önemli neden, dünyada oluşturduğumuz benliğimizin (ve kişiliğimizin) dünya kaynaklı doğasıdır.

Bir önceki dünya yaşamımızdan ruh ve benlik özümüzle beraber gelen karmik  (yazgısal ) etkenler ve içine doğduğumuz ulusun toplum ruhu (kolektif ruh) etkileri ile oluşan kişiliğimiz, bizi dünyevi işlere gereğinden fazla önem vermeye yöneltir. Aslında bu karmaşık ve bitmek bilmeyen dünyevi işlerimizin önce önümüze yığılmasına neden olan (bunları üzerine çeken), sonra da kendini bunların çözümü ile uğraşmaya mecbur eden yine kendi kişiliğimizdir.

İçinde yaşadığımız toplumun bireylerine, hatta diğer ulusların insanlarına baktığımızda, kendimizinkine benzer bir “dünya tarifini” benimsemiş olduklarını görürüz. Diğer ülkelerdeki insanlar da, arasında pek çok bakımdan benzeşen bu materyalist dünya görüşüne sahip olduğu için, bu ortak anlayış ve görüşlerin arkasında gizlenen “yanılsamanın” farkına varabilmek çok zordur.

İnsanın tinsel gelişmesini yavaşlatan en büyük yanılgılardan biri, içinde bulunduğu toplumun inandığı her görüş, anlayış ve eğilimin gerçekten doğru olup olmadığını incelemeden olduğu gibi kabul edip benimsemesidir. Örneğin, önceleri insanların benimsediği ve geçerli olan daha mütevazıbir yaşam biçiminin yerine geçen, “elindeki ile yetinme, daima daha fazlasını iste” anlayışı, ahlaki değerlerden giderek uzaklaşan huzursuz, sinirli, dolayısıyla daha mutsuz insanların oluşmasına neden olmuştur

Antroposofi, insanın, yaşamını biçimlendirip yönlendiren bu tür materyalist anlayış ve kavramlarla kendini tanımlamasının nedeninin, insanların düşünce, duygu ve iradede  “ uykuda ve rüyada” olmalarından kaynaklandığını anlatır. İnsanın uyanıkken de nasıl ve neden uyku halinde (bir sanı içinde) yaşadığını -ve bununla bağlantılı olarak-, ruhu üzerine devamlı etki yaparak bu uyku halinin kalıcı olmasını sağlayan karanlık tinsel etkileri açıklar.

Bu uyku durumuna işaret etmenin yanı sıra Tin bilim (antroposofi), insanın ruh ve benliğinin gücünü oluşturan düşünce, duygu ve iradenin uyanması ve Tinsel Dünya ile kopmuş olan bağını güçlendirerek ‘tinsellik kazanmasının önemini’  ve bunun nasıl başarılabileceğini açıklar. Ayrıca, ilerlemekte olan tinsel evrim içinde, şimdi içinde bulunduğumuz dönemde (aşamada), insanda var olan Tinsel Dünya kaynaklı ilahi unsurların, insanda henüz bir ‘Tohum’  yani bir gizil güç olarak bulunduğunu ve gerçek şekline ancak evrimin daha uzak aşamalarında ulaşılabileceğini anlatır.

Benliğimizin güçleri olan ‘düşünce, duygu ve iradenin’ daha sonraki dünya dönemlerinde, birçok enkarnasyon yaşadıktan sonra yetkin (ve gerçek) biçimlerine ulaşacağı bilgisi bizi, “daha önümüzde çok vaktimiz varmış” rahatlığına yöneltmemelidir. Ölümden sonra insanın ruh ve benliği ortalama bin yıllık bir süre sonra tekrar dünyaya gelir. İnsan ruhu, ölümden sonra öte dünyada (tinsel dünyada) geçen bu süreçte ruhun gelişmesi için Yüksek Tinsel Varlıklar ile yakın bir birliktelik içine girer ve bazı çalışmalar yapar.
Bu çalışmaların en önemlilerinden biri, insanın Tinsel dünyadayken beraber olduğu Varlıkların yardımlarıyla, dünyada enkarne olacağı zaman halletmesi gereken karmik yükümlülüklerini oluşturmaktır.
Bu çalışmaların meyveleri, insanın Yüksek Benliği tarafından özümsendikten sonra, ruh ve benlik, Yüksek Tinsel Varlıkların yardım ve rehberliği ile yeni bir yaşam için dünyaya gelir (reenkarne olur).

Tinsel dünyada geçirilen ortalama bin yıllık sürede, fiziksel dünyadaki şartlar (ortam) artık değişmiş, yeni ve bambaşka bir medeniyet dönemi yaşanıyor olacaktır. İnsan tekrar dünyaya geldiğinde, hem ölümünden beri oluşmuş olan bu farklı ortamda benliğini daha öte geliştirebilecek, hem de bu yaşamında karmik ödemeleri yapabilme olanağı bulabilecektir.

Yaşam boyunca benliğin duyu organları ile çevresinden aldığı izlenimler, insanın ‘Duyum Ruhu’ aracılığı ile duyumlara dönüşür ve bellekte  ‘düşünsel imgeler’ olarak alıkonur. Bu nedenden dolayı, dünyada enkarne olduğu zaman, ruhun, kendini bir evvelki yaşamından daha değişik bir ortamda bulması, bireysel benliğin evrilmesi bakımından çok önemlidir.

Dünyada birbirinin ardından oluşup yaşanan her medeniyet-kültür dönemi, enkarne olan her birey için özel şartlar içerdiğinden, ruhun şimdiki dünyaya geçişi sırasında vaktini çok iyi değerlendirmesi gerekir çünkü insanın yaşam sürecinde var olan dünya şartları ve ortam
‘şimdi var olduğu biçimde’ bir daha tekrar etmeyecektir. Bu bakımdan önümüzde açılan ‘her an’ mutlaka ‘bilincimizin yükselmesine’  yönelik bir yaklaşım ve gayretle değerlendirilmelidir.
Yüksek Benliğin oluşmasına ve gelişmesine olanak sağlamadan boşa geçip giden bir yaşam, ruhun Tinsel Dünyada ve bir sonraki enkarnasyonunda daha çok zorlanmasına ve onun insan evrimi süreci içinde giderek geride kalmasına neden olabilir. Aslında, her insan, tinsel evrimin belli bir Medeniyet döneminin genel etkilerinden -bilinçli bir şekilde olmasa da- mutlaka bazı değerler edinir. Ancak, söz konusu olan sadece insanın değil, Tinsel Dünya Varlıklarının da evrimidir. Bundan dolayı her insan, neden kendisine benlik sahibi bir birey olma şansı verildiğini ve neden fiziksel dünyada ‘zaman’içinde yer aldığını anlamak durumundadır.

Antroposofi, insan evriminin Tinsel Dünyanın Yüksek Varlıkları tarafından belirlenmiş hedefleri doğrultusunda insan ruh ve benliğinin gelişip tinsellik kazanması için gerekli bilgileri aktarır. Bu bilgileri özümsemek, bize dünya yaşamımızda kaybedecek vaktimiz olmadığı bilincini kazandırır. Böylece, Tinsel Dünya tarafından olağanüstü bir güç, hazırlık ve özveriyle insanlık için özellikle var edilen ‘fiziksel dünya yaşamının’ en verimli biçimde nasıl değerlendirilmesi gerektiğinin tinsel ve gerçek yönü açıklanmış olur.

Antroposofik bilgelik ayrıca, insanın ‘geçici fiziksel dünya yaşamının’  Tinsel Dünyanın ‘ebediyeti/sonsuzluğu’  ile nasıl bağdaştığının anlaşılması için gereklidir. Tin bilim, her bireyin, dünya yaşamı süresince özümseyebildiği tinsel bilgileri kalıcı olarak ruhunun bilinçli bir bölümüne yerleştirmeyi başarabildiğinde, bunların ölümde kaybedilmeyeceğini ve bunun ‘Yüksek Benliğinin’ gelişmesinde etkin olacağını anlatır. İnsanın ‘ruhunun bilincinde’ yer alacak olan bu antroposofik tinsel bilgiler, evrimin önceden belirlenmiş hedefleri ile uyum içindedir. Bu doğrultuda, insanın bunları kavrayıp özümsemiş olması Yüksek Tinsel Varlıklar için çok önemlidir.
Ruhun sadece dünyevi ve gelip geçici deneyimlerine dair anılarını içeren kayıtlar, Kutsal Tinsel Dünyanın işine yaramaz. Aksine bunlar, evrimin hedeflerine karşıt olan güçlere ait olurlar. Esasen bu da insan evrimi ve Tinsel Dünya için büyük bir kayıptır.

İnsan, fiziksel dünya yaşantısında bir ölümlüdür. Ancak dünyadayken bu tinsel bilgileri –kendi özgür iradesiyle- Yüksek Benliğini oluşturacak şekilde özümseyebilirse, bu gayretlerinin meyvelerini ‘sonsuzluk boyutuna’ aktarabilecektir. Bu bireysel çalışmalar aynı zamanda, Yüksek Benliğinin gelecekte ulaşacağı ‘yeni hale’ katkıda bulunmuş olacaktır.

Ayrıca, insanın ölümünden sonraki Tinsel Dünya yaşamında İlahi Tinsel Varlıklarla gerçekleşecek olan karşılaşma ve birlikteliğinin verimli olabilmesi için, -fiziksel dünyadayken- mutlaka bir miktar tinsel ışık edinip, ölürken bu ışığı Tinsel Dünyaya ruhuyla beraberinde götürmesi gerekir.

Fiziksel dünya yaşamı süresince biraz olsun gerçek tinsellik özümsemeyip, bu ışığı yanında götüremeyen bireyler, Tinsel Dünyadan geçişleri sürecinde, ‘karanlıkta yalnız kalma’ gibi zor zamanlar’ yaşayabilirler.

Bu antroposofik bilgileri kavramaya gayret gösteren ve benliğinin derinliklerine işlemesine izin veren bireyler için, kendisine fiziksel dünyada bağışlanmış olan ‘zamanın’ bambaşka bir anlam ve değeri olacaktır.

Bülent Akan