Müslüman Dünyası’ndaki Kıyamet söyleminde, Kıyamet’in on büyük işaretinden biri de  bu “Ye’cüc Me’cüc” konusudur. Bu konu hem Müslüman dünyasına özgü gizli bilimcilikte hem de Kur’an’da geçmektedir. Ye’cüc-Me’cüc, Kur’anda, Zülkarneynden söz edilirken, bir öykünün ikinci kahramanı olarak sunulmaktadır (Kehf: 83-98). Bu öykü Hans’a uyarlanmış(!) haliyle şöyle: “Sana Zülkarneyn’den  (çift zaman sahibi iki boynuzludan yani bir çift boynuz oluşturan iki karadelik ucundaki kirişten sıçrayarak gelenden) soruyorlar. De ki, “Size ondan bir hatıra anlatacağım!” Gerçekten de biz onu yer yüzünde güçlü kıldık. İhtiyaç duyduğu her araç-gereci sağladık. O da uçandairesi ile batıya doğru bir yol tuttu. Vardığı yer Missisipi Deltası idi. Orası suyu, çamuru bol bir yerdi. Hatta aracı bu yüzden çamurlanmıştı. Buradaki toprağı kutsayarak adına Grace(Kureys)land (İnayet Ülkesi ya da Emin Bölge) dedi.

Orada bir kavimle karşılaştı. Bu kavim, aslı Türk soyu olan Algonkinaların “Athabaskan” kolu idi. O zaman ona “Dilediğini yap!” dedik. “İster onları yok et, istersen onlara iyi davran!” Kavmin şefi Tennessee ilk iman edip uyanlardan olduğu için, Zülkarneyn onlara iyi davrandı.

Bir süre sonra Zülkarneyn doğuya, Güneş’in doğduğu yöne yönelerek oradan ayrıldı. Doğuya geldiğinde öyle bir toplulukla karşılaştı ki, onlar daha güneşten korunmayı bile bilmiyorlardı. Yani ne evleri ne elbiseleri vardı! Zülkarneyn bir onlara bir kendine baktı! Doğrusu onun saltanatı, gördüğü kavim ile kıyaslanır gibi değildi! Şükretti ve güneyden Kuzeye üçüncü bir yol tuttu.

Ermenistan’la Azerbaycan arasında o büyük vadiye vardığında, korku ve öfkelerinden söz anlamayacak durumda olan bir kavimle karşılaştı. Yardım istediler ve “Ey, Zülkarneyn!” dediler. “Ye’cüc ve Me’cüc burada fesat çıkarıyor. Onlarla aramıza bir set yap da biz de sana dilediğinden dilediğin kadar verelim.” O zaman o çift boynuzlu “Bana Rabbimin verdikleri yeter!” dedi ve yardım etmeye razı oldu. “Hadi kas gücünüzle bana yardım edin de gereğini yapayım!” dedi.

Sonra da vadide iki dağın uçlarının birleştiği yere demir yığmalarını söyledi. Oraya demir yığarak vadiyi doldurdular. O demirler akkor olana kadar ısıttılar. Sonra Zülkarneyn onlara, “Şimdi de bakır getirin!”dedi. O seddin üzerine bakır da eritip döktüler. Böylece Ye’cüc Me’cüc fesadı bitti.”

Sanırım hiç böyle bir Zülkarneyn okumadınız. Bir daha okuyacağınızı da sanmam! Bu çeviride tek sadık kalınan yer, Ye’cüc ve Me’cüc’ün ikincil karakter olarak sunuluşudur! Size oldukça ilginç geleceğini biliyorum. Ama bana asıl ilginç gelen, Müslümanların bunca zaman, Zülkarneyn’den çok, bu Ye’cüc ve Me’cüc’ü merak etmiş olmalarıdır. Bunun nedeni, Kıyamet’in “can pazarı”nı, Zülkarneyn’in ise “ötelere açılan bilgi”yi temsil ediyor olması olabilir ve bu pekâlâ haklı bir tercih olarak da görünebilir ama biz yine de Hans’ın verdiği bilgiler çerçevesinde her ikisini de eşdeğerde önemseyerek ele alacağız.

21 Ekim 2001 Pazartarihli e-söyleşisinde Hans şöyle diyor: “Sieg Saga’nın bizlerden sakladığı bir çok isim var. Ben sadece 7SCE, 9SCE ve 10SCE’yi biliyorum. 1SCE halen bizim için meçhul. Bir de bir rivayet var ki, 1SCE doğrudan Zülkarneyn’in kendisidir. Bunu Dr. Siegfried Saga söyledi. Ama “Kur’an’da zikredilen isimler üzerinde şaka bile olmaz” diyerek uyardık. Olumlu-olumsuz hiçbir şey söylemedi Sieg Saga bunun üzerine… Yani o maçhulde kaldı.

Kafa patlattık acaba Vanessi Zülkarneyn mi diye? Zülkarneyn’in aracının adı da Vanessi çünkü. 10SCE (1-N=Vanen) ama Vanessi serisi Tarıkların  (Uçandairelerin) “Vanen” Tarıklarından bir farkı var: Vanessi’ler karadelik tekilliğini kullanarak geçmişe “oldukları gibi” giderler. Yani yaşça küçülüp bebek olarak doğmaksızın, kendileri, araçları yanlarında ne varsa (Hamburger, ketçap, özel notları, dev bir fabrika vb.) olduğu gibi geçmişe gidebilirler. Buna Veloction yoluyla nakil deniyor. Geçmişte yapılmış bir çok şey de zaten bu nakille gerçekleşmiştir. Bir örnek: Hint Wimana resimleri… Walhalla’nın adı, Walkirie’nin adı. Bir çok efsanenin adı “gelecekten geçmişe” veloction belgelerden ibarettir.

Veloctionun tam bir kelime anlamı yok ama şöyle düşünebirsiniz: “Gelecekten geçmişe bırakılmış arkeolojik bulguların teleportasyonu”. Bunu yapmak için dönen ve halka tekilliği olan, üstelik güvenli bir dönme hızı olan karadelik bulmak gerekir. Zülkarneyn’nin bunu bulduğunu düşünebiliriz. Çünkü Zülkarneyn üç yolculuğunda da “Geleceğin teknolojilerini” kullanmıştır. Batı-Doğu ve orta yolculuklarında üç imalat yapmıştır. Bunlardan “Orta” olan set mimarisinde Stephen Hawkting’in bulgusu olan “Minikaranokta” teknolojisini uygulamış olmalı.

Demir kütleleri ile hidrojen atomundan küçük bir mini karanoktacık yapmış ve bu sayede Yüce-Cüce (Ye’cüc-Me’cüc), bir zaman bükülümü altında izdüşümlü bir radyan dünyaya aktarılmıştır. Mini karanoktacıklar sayesinde bu Gog/Mog’lar, paralel cosmosa alınarak, bir çeşit uzay-zaman çekmecesine alınmış ve böylece de geçici olarak diskalifiye edilmişlerdir.

Aynı karanokta kaldığından, bu kez Ashabı Kehf’in mağarası yani karadelik tekillik hunisi içinde etkisini sürdürmüştür. Aynı karanoktacık enerjisi Tabutüssekine (Yahudilerin Ahit Sandığı) ile link kurmuştur. Denizin ayrılmasında rol almıştır. Aynı karanoktacık patlayıp akdelik biçiminde açılınca bu aknokta da tam tersine çekimci dalgaları emerek yok eder ve sığası (Kapasitesi) dolunca da elektrik yükünü yok ederek açılır. Çünkü bir karanokta ne kadar küçükse o kadar çabuk Hawking buharlaşmasına uğrayarak patlayıp açılır. Her mini karanokta yarattığınızda, karşılığında otomatikman bir “Aknokta oluşur. Bu bir tür mini-minnacık Big-Bang gibidir. İşte bu sayede, söz konusu karadelik, akdelik genleşmesi yapınca. Hz. İsa göğe alındı. (Uzay-zaman küresi dışına çap doğrultusunda çıktı). Mini karanokta da ileride patlayıp içeriğini boşaltınca Ye’cüc-Me’cüc istilası başlayacak. Çünkü Dünyamız ile izdüşüm Dünyamız, birleşecektir.

Hatırlarsanız, uykuda ya da bir deneyde Elektrik ve manyetik alanlarımızın, birbirine dik olarak ayrıldığını, uyanınca da birleştiğini söylemiştim. Böylece elektrik alanda bizim Dünyamız, manyetik dik alanda ise Ye’cüc-Me’cüc dünyası ayrık durmaktadırlar. Bunu beceren mini karanoktacık yani Zülkarneyn’in yapay karadelik imalatıdır. Bu sentetik karanoktacık Hawking Buharlaşması’yla içini boşalttığında, Kiriş, Sedd olarak Dünyamıza dik dipolarizasyon oluşturan Ye’cüc-Me’cüc dünyaları da birleşmiş olur. O zaman Ye’cüc-Me’cüc her tepeden (Osilasyonun tepe noktası) Dünya’ya yayılırlar ve/veya biz onların dünyasına yayılmış oluruz ve/veya kiriş ile yay parçası birleşip aynı şey olur.

Bu olay olmazsa Hz. İsa’nın Aknoktacık kanalıyla dönmesi imkansızlaşır, yani iki olay birbirine takma geçmedir. Dolayısıyla Ye’cüc-Me’cüc’ün yok edilmesi de “Hz. İsa’nın” görevidir.”

Şimdi burada hem bir özet hem bir netlik sağlamak için, Hans’ın Zülkarneyn ve Ye’cüc Me’cüc hakkında ne dediğine bakalım.

Ona göre Zülkarneyn, çift boynuzlu, çift zamanlı demektir. Karn, boynuz; Karneyn, iki boynuz demektir. Peki bu boynuz sembolü nedir? Bu boynuz, zaman gezmenliğinde kullanılan karadelik türünü ifade eder. Bazen iki karadelik bir çift boynuz oluşturacak biçim alırlar. Bu iki boynuzun uçları birbirine oldukça yakındır. (25 İnc) Aradaki kirişten zaman sıçraması yapılmakta, zamanda ileri ve geri gidilmektedir. Her zaman gezmeni, geçmişte de gelecekte de bulunabildiği için, Hans tarafından “Çift Zamanlı” olarak adlandırılmaktadır. Dolayısı ile her çift zamanlı, aynı zamanda Zülkarneyndir. Hans, Tüm Kehf uyurları, Hızır ile yolculuk yapanlar, bir Siyonist, bir Hawking, bir Hybrid ve Tarık ile yolculuk yapan herkes Zülkarneyn’dir. Kur’an’da geçen Zülkarneyn “uzay-zamanda”, ihtiyarlamadan, gençlesmeden  kendini ve eşyalarını olduğu gibi taşıyabilen yegane kişidir. Zülkarneyn’in Tarık’ı bambaşka bir yoldan geçmişe gitmiştir ve yapay bir karanokta oluşturmuştur ve geçmişteki Ye’cüc Me’cüc istilasını geleceğe (bilgi çagına, teknolojik nimetler çağına) ertelemiştir. Bunların her birinin 7 anlamı vardır. Ye’cüc-Me’cüc’ün de öyle… Meselâ, Me’cüc; Meti, Yeşil cüce, bakteri bitki anlamlarına gelebilirken; Ye’cüc, bir başka adıyla Yeti ya da Amip gibi hayvansaldır. Dolayısıyla benim 7 anlamdan bir-ikisine değinmem elbette aklınızı karıştırıyor.” diyor.

*        *        *

Zülkarneyn aslında oldukça eski ve mitolojilerde bile kendini gösteren bir konudur. Örneğin Vikingler neden öyle bir boynuz seçmişlerdir kendilerine?

“Thule Quanaak” nedir? Thule, “Zul”; Quanaak da “Karn” karşılığıdır. Ve bu bir gizli öğreti örgütünün adıdır. Zig-Zag ekibi de bir zamanlar o örgütle birlikte çalışmış ama örgütü Masonlar ele geçirince yollarını ayırmışlardır. Bu arada Hitler’in parapsikoloji, medyumluk ve gizemciliğe olan ilgilisi, bu ilgi içinde zaman gezmenlerine duyduğu gizli ilgi ve eğilimi de anlatmıştık.

Hans, Hz. Muhammed zamanında, Müslümanların ilk armayı denediklerini ve “âlâmet-i farika” olarak “Ay”ı seçtiklerini, peygamberin de içten ayın çukuruna basarak onu “U” ya da boynuza yaklaştırdığını söylüyor!

Sanırım Mehdî, Süfyani savaşlarını başarı ile tamamladığında ve artık beyaz bayrağa dönmenin zamanı geldiğinde, bu konu yeniden gündeme gelecek ve belki de WEMB armasının bir köşesine bu “U”laşmış, “Lîr”leşmiş ya da “boynuzlaşmış” Hilâl sembolü de konacaktır. En azından Hanif grubun böyle bir ayrıcalık işareti olacaktır.

ŞEYTAN

Müslüman Dünyası’ndaki Kıyamet söyleminde her ne kadar araya sıkıştırılmış gibi görünse de aslında olayın en önemli kahramanı Şeytan’dır.

Hans’ın Şeytan hakkında söylediklerini şöyle özetleyebiliriz:

Paralel evrenler vardır ve her birinde farklı yapıda yaratıklar bulunur.

İnsanın doğası ya da temel yapısı, C yani Karbon ya da Karbon kimyasıdır. Toprak teriminin 7 anlamı vardır. Toprak aynı zamanda enerjinin madde olmuş haline denir. Toprak, “kuru toprak” olmadan önce ıslaktı. Biraz daha geri giderseniz “balçık”, biraz daha geri giderseniz “bataklıktı”. Bataklık ve balçık arası haline, Kur’an’da “salsal” denir. Salsal su, CO2, metan ve amonyaktan oluşur. Bunun üzerine bir de yıldırım koydunuz mu çekirdek asitleri ve bazlarını elde edersiniz. İnsanın temel yapısı budur.

Deccal’ınki Si (silisyum)’dur. Silisyum toprağın ana maddesidir.

Melekler takyon yapılıdır.

Ye’cüc, hayvansı yapıda, insansı köktendir. Biz gibi ama biraz farklı canavarlar.

Me’cüc ise, bitki – hayvanlardır. Yani klorofilli hücreleri ve sinir sistemleri, beyinleri vardır. Ağaç gibi kök salmazlar. Canlı olarak yürüyen bitkilerdir. Suyu kuruturlar, sinekkapanlar gibi beslenirler.

Cinler ise, elekrik yüklü salt enerjidir.

Şeytan’a gelince, “Siccin” varlığıdır. Yüksüz elektrikten, nötrino benzerinden oluşur.

Hans, bu yapısal belirlemelerden sonra Kur’an’daki öyküye geçiyor. Bu öykü şöyle:

Allah’ımız İblisten Adem’e secde etmesini istedi. Yani enerjinin çok yoğunlaşarak madde olmasını istedi. Takyonik varlıklar olan Melekler buna uydular ama Şeytan “Ben ateşten yaratıldım! Adem’e secde etmem. Toprağa dönüşecek kadar düşmek istemiyorum!” diyerek itiraz etti. Bu da onun bedensiz kalmasına yol açtı! Tam anlamıyla yüksüz ve kitlesiz nötrinoya çevrildi ve Tanrı davetinden kuşkulandığı için, sadece vesvese veren bir varlık oluverdi.

Adem’se maddeye bürünmeyi, lütfen ve geçici olarak titreşimini düşürüp madde-toprak olmayı kabul etti. Bu onun tipine de yansıdı. Böylece, daha yüksek titreşimli varlıklara göre daha hantal bir görünüm kazandı. Böylece ateş ya da enerji grubunda kalanlar ise,  yani titreşim düzeyi yüksek ve hareketleri ışık hızına yakın olanlar ise, bedensiz kaldılar. Onların bu yapısal özellikleri tiplerine uçarılık, hafifmeşreplik ve hırçınlık olarak yansıdı. Bu yüzden vesvese, kuruntu, nevroz, psikoz ve paranoya yatkınlığı onların tiplerinin temelini oluşturdu. İnsan böylesi durumlarda tedavi görür ama ateş ehli için bunlar normal durumlardır.

Ateş ehlinin en nevrotik olanı ise, Şeytan’dır!

Tanrı’ya karşı çıkmasının haklılığını göstermek için hemen yok edilmemesini ve insanlardan intikamını alabilmek için, İsa’nın kendisini öldürünceye kadar mühlet verilmesini istedi.

Bu mühlet ona nasıl sağlanmıştır?

“Şeytan’ın da her yaratık gibi belli bir ömrü vardır ancak bu ömür, zamanda geri dönebilmelerle uzunca bir zamana yayılmış görünmektedir. Şeytan’ın zamanda yaptığı zigzakı ise Hans şöyle anlatmaktadır: “Şeytan, antinötrino yerine nötrinoyu kullanmaktadır. Böylece zamanda geri gidebilmektedir. Üçüncü bileşeni dolayısıyla zaman oku terstir. Bu yüzden, onun  zamanı özeldir. Alternatif akım gibi önce zamanda ileri gider (biz gibi) sonra zaman oku tersine döner ve gençleşir. İşte bunu 12 saat arayla yaptığını söyleyebilirim. Antinötrinolar zamanda geri gider… Nötrinolar da ileri. Böylece bir ileri bir geri…”

Hans’ın meraklısına Şeytan konusunda getirdiği bir de problem var:

Şeytan, ateş-cin grubundan mıdır yoksa bir takyonik yapılı melek türü müdür?

Çoğumuz şeytanı tek sapkın melek olarak bellemişizdir. Hepimize böyle öğretilmiştir. Hans bu konuda da dik çıkıyor ve Bant:1 C:2  S:165’de,“Melekler Şeytanın henüz masum bir cin iken cennete alınması için niyazda bulunmuşlardı. İblis 40 yıl meleklere cennette öğretmenlik yapmıştı. Meleklerin bu yanılgıya düşmelerinin nedeni, nefs denen bir tür tanrılaşmak isteyen öz kimlik kavramına yabancı olmalarıydı.” diyor. Yani Şeytan’ı melek değil, cin grubuna sokuyor. Hans bunu yaparken iyi mi kötü mü, doğru mu yanlış mı yapıyor? Orasını ben bilmem ama kendi düşünüş tarzı içinde tutarlı olduğunu söyleyebilirim; çünkü Şeytan ve İblis sözcüklerinin anlamlarına baktığımızda hiç de Melek gibi teslimiyet, kararlılık ve dinginlik içermediğini görürüz. Şeytan “Şatanet” yani “kötülük” sözcüğünden gelir. Her kötülük eyleminin içinde bir kin ve öfke unsuru vardır. Bunlar aynı zamanda o eylemi yapanın gergin, çatışmalı yani nevroz durumunda olduğunu gösterir. İblis de “Saptıran, çeldiren, bulandırarak örten” anlamına gelmektedir. Böyle bir eylemde bulunabilmek için de karşımızda karşı çıktığımız yani bizi geren birinin olması gerekir. Sonuçta İblis eylemi de nevrotik, gergin, çatışmalı bir eylemdir. Bütün bu açıklamalar size de Şeytan’ı cin kategorisine yerleştirmek gerektiğini göstermiyor mu?

Temel işlevi vesvese salmak, ikirciklendirmek, kuşkulandırmak, karşı çıkmayı sağlamak olan bir varlığın, temel işlevi dengelilik, kararlılık ve teslimiyet olan bir varlıkla aynı hamurdan olması, hiç olmaz değil ama en azından alışkanlıklarımızın mantığına ters düşüyor.

Hans’ın şeytan konusunda getirdiği yeni bir bilgi var. Onu da sizinle paylaşmak isterim. Bu yeni bilgi, onun temel işlevini yani vesvese verişini bilimsel, ussal bir biçimde açıklamasıdır. Şimdi sözün tam burasında benim bir çıkıntı yapmama izin verin: Deccal, etkili renk ve ses efektleri ile çeldiren ya da saptıran demek. İblis de sözcük anlamında çeldiren, bulandırarak örten, küfrettiren demek. İkisinde de ortak olan yön, çeldiricilikleri. O halde, bu ortak işlevdeki ayırımları nerededir?

Deccal daha çekici hedefler göstererek insanın yönünü saptırmaktadır. Yani yürüdüğümüz yolu bize unutturarak, bizi o yola küfrettirmektedir.  (Örtmekte ya da yok saydırmaktadır.) Onun çeldirmesinde, başka bir şeyin peşine takılma esastır. Bunu hevesle ve daha büyük ödüller umarak, zevkle, iştahla yapmaktayızdır. Şeytanın çeldirmesi ise, yürüdüğümüz yol üzerinde kuşku, vesvese, bulanıklık yaratarak olmaktadır. Giderek yol rahatsızlık verici bir bulanıklığa bürünmektedir. O bize başka bir hedef göstermez, sadece önümüzdeki yolu yürümek yerine, bu yürüyüşü tatsızlaştırır, anlamını bulandırır ve giderek kuşku-vesvese üretmemize yol açar. Her ikisinde de sonuç düş kırıklığıdır. Peki şeytan bu düş kırıklığını yaratmak için gerekli olan vesveseyi nasıl ürettirir?

Bu konuda Hans’ın getirdiği yeni bilgi şudur: “Nötrinolar, özellikle tau nötrinoları, düşüncede vesvese üreten zihinsel bir etki gücüne sahip, atomaltı parçacıklardır. Güneşten çıkan bu nötrinolar, Dünya’nın gündüz olan bölümüne / kabuğuna çarparlar. Madde ile hiç etkileşmediklerinden Dünya’nın içini saniyenin 25’de biri gibi kısa zamanda kat edip Dünya’nın öteki karanlık / gece bölümünden dışarı çıkarlar. Aydınlık kabuğa ok yönü olarak “girdi” biçiminde, öteki karanlık yarı küreden çıkması ise ok yönü girdi değil “çıktı” biçiminde olur. İşte şu amansız düşmanımız şeytan, bu doğa kuvvetine zayıf nükleer kuvvetin zayıf nötr akımlar denen bu kurye (carrier) dalgalara bulandırıcı, vesvese ürettiren etkisini yükler.

Bu etki, özellikle Dünya’nın gece bölümünde olan kısmında daha kolay gözlemlenir bir şeydir. Bu etki ile geceler bir tuhaf olur, suçlar daha çok işlenir, insanlarda bir tür kurt adam hastalığı başlar. Gece korkutur ve daha çok günaha zorlar. Paranoya (Kur’an’daki adıyla zann) bir vesvese hastalığıdır.

Cinler ve biz yüklüyüz… Şeytanlar ise yüksüz. Ama bedenimiz denen kompleks yapıda içiçe tortul faz katmanları var. Bildiğimiz biyolojik ve mekanik bedeni izleyerek ikinci bir katman olarak vital beden var. Bu biyosferde diğer tüm canlılarla kompleks yaşıyor fakat ayrıca kendisi de bir öz yani ayrık kişilik olarak imza atıyor.

Kirlian beden” dediğimiz bu ikinci enerji ve psikolojik bedenin şu meşhur ışıkları, galaksi gibi yanıp sönen ve sinir elektriği (pion) ile doğrudan ilişkili, led tipi ışıkları var ya… İşte onlar bu zayıf nötr akımları (nötrinotic vesveseleri) aktarabiliyor.”

Görüldüğü gibi, açıklama basit: Neutrino ve neuron ilişkisi!

Vesvese mekanizmasının tamamı şudur:

Top quark ® taon nötrinosu ® muon nötrinosu ® elektron nötrinosu® nöron

 “Nötrinolar güneşten geldiği için (Güneş ışınlarının % 7’si nötrino akımıdır) ve tam ufuk noktasında bir tek pırıltı verdikleri için zaman yeniden düzleşiyor. Şeytanın eli kolu bağlanıyor (unutkan oluyor, bize nasıl bir kötülük yapacağını hatırlamıyor). O dönüm noktasını hemen hemen vesvesesiz ve şeytansız geçiriyoruz, onun adı meşhud (şahidli) namaz vaktidir.

Ben mutlaka o vakitte sabahı kılıyorum… Şeytansız yaşadığımız tek kısa an… Veya vesvesesiz yaşadığımız an… O saatte tüm akıl ve ruh hastaları bile çok sakindir. Doğa mahmurdur… Karaciğer tüm toksinleri atmıştır ve zindedir. Hücreler içi boş çuval olmaktan çıkmış gürbüzleşmişlerdir. İşte o mahmurlukta hele bir de saba yelinde namaz hem de meşhud namaz çok hoş oluyor. Tadını bilen bilir. Allah’ımızın adlarından biri vacid yani vecd ve huşu veren, kulunu kişisel Mir’ac’a götüren, kulunun ayağına tenezzül eden vb. Al-vâcid bu anlama gelmektedir. Huşuyu ve hazzı, mutluluk denen iç konforu bu isim bize vermektedir.

Böylece parabiology uyarınca, vesvese ve de vesvasil hannas sırrını açıklayabiliriz. Vesvas, vesvese veren; hannas ise, parabiyolojik operatördür. Bu parabiyolojik operatör, biyosferdir. Biyosferin kendisi kurye dalgadır. Ona mesaji yükleyen ise hannas yani bilinçli bir varlıktır. Bu bilinçli varlık, insan da cin de şeytan da olabilir.”

Mustafa Öz