Giderek güçlenen materyalizmin etkisi altında olup, onu alternatifsiz bir yaşam biçimi olarak benimsemiş olan insanlığın zamanla unuttuğu en önemli gerçeklerden biri kendinin ‘özellikle yaratılmış’ tinsel bir varlık olduğudur. Modern zamanların insanı, ‘özellikle insan olarak yaratıldığı’ gibi kıymetli bilgiye bilinçli bir şekilde sahip değildir. (Örneğin insanın, primatlardan/maymunlardan evrilerek zamanla insana dönüştüğünü ve onun fiziksel dünyada, tesadüfi koşulların sonucunda kendiliğinden meydana gelmiş bir varlık olduğunu ileri süren Darwin’in evrim teorisini sorgusuz benimseyenlerin sayısı çağımızda oldukça fazladır.) Zamanımızda bu bilginin içeriğindeki gizem, yani bunun tinsel bakımdan ne anlama geldiği dikkatlerden kaçmaktadır. İnsan karakter yapısı itibariyle önyargılı olduğu için, bu konuda bilinçli bir inceleme yapabilmesi engellenmekte, dolayısıyla, bu bilginin daha derin anlamının sağlayacağı ‘koruyucu etkilerden’ (özelliklerinden) faydalanamamaktadır. İnsanlık, fiziksel dünya ve materyalizmle aşırı derecede özdeşleşmiş olmasından kaynaklanan ciddi sorunlar yaşamakta ve her geçen gün daha fazla çok yönlü zorluklarla yüzleşmektedir.

İnsanın, ‘yaratılmış bir varlık’ olduğu farkındalığını ve bilincini geliştirmiş olmasıyla, onu zorlayan sorunların (kötülük, egoizm, aşırı hırs, adaletsizlik, vicdan ve şefkat eksikliği ve sevgisizliğin) nasıl çözümlenebileceğinin bağlantısı ilk bakışta belirgin olmayabilir. Ancak, sorunlara yüzeysel bir şekilde yaklaşmak yani maddesel dünyadan kaynaklanan sorunları aslında hiçbir işe yaramayan materyalist reçetelerle çözmeye çalışmak yerine, her insanın ‘özellikle yaratılmış bir varlık olduğu’ bilinciniedinmesiyle bu sorunların farklı bir boyutta ele alınması ve sonuçta tinsel bir düzeye taşınması sağlanabilir. Bu bakımdan, bakışımızı materyalizmden tinselliğe çevirecek ve insanlığı gerçek çözümlere yaklaştıracak olan bu bilince sahip olmanın pek çok bakımdan elzem olduğu söylenebilir.

Ancak, Tanrı’nın Varlığına ve Onun yaratışta bir rolü olduğuna inananların bu inançlarını sadece “bizi Allah yaratmış”şeklinde ifade etmeleri yeterli değildir. Çünkü bu sözlerin içeriği fazla bir derinlik içermemektedir. Ayrıca, yaratılma işleminin zamanı olarak yalnızca geçmişeatıfta bulunmak, insanın şimdi dünyada neden hala var olduğunun açıklanmasını zorlaştırır. Hatta yaratılış olayının artık bitmiş olduğu inancı insanı birçok yanlış anlayışlara yöneltebilir. Tanrı’nın, dünya ve insanla ilgili yaratılış olayını geçmişte gerçekleştirip artık tamamen bitirdiğine inanmak, halen yaşanmakta olan tinsel insan evriminin anlaşılmasını ve Kutsal Tinsel Dünya ile bağlantısının kavranmasını engeller.

Din kitaplarında (özellikle Tevrat’ta), Tanrı’nın dünyayı belli bir zaman süreci içinde yaratmış olduğunu belirten bilgiler temelde doğrudur. Ancak Tevrat’taki ‘dünyanın altı günde yaratılması’ anlatımında, dünya ve insanın katılaşmış ve görünür biçimleriyle ortaya çıktığı dördüncü evrim aşaması olan dünya evriminin başlangıcına değinilmektedir. (Aslında kozmik insan evrimi yedi ana aşamada gerçekleşecektir ve şimdiye kadar bunun ilk üç evresi geride kalmış olup, şimdi de dördüncü evre olan ‘Dünya’ evresi yaşanmaktadır).

Antroposofik bilgiler yaratılışı, dünya evresinden üç aşama öncesi olan Eski Satürn evresine kadar götürür. Antroposofi’nin ışığında, yaratılışın çok önemli üç ön evresini Eski Satürn’den itibaren takip ederek dünya aşamasına kadar gelebiliriz. Bu bağlamda, Antroposofik bilgelik, anlaşılması gereken çok önemli bir noktaya açıklık kazandırır. Şu sırada halen evrimin dördüncü aşamasını yaşamakta olan insanın yaratılışı henüz sona ermemiştir. Başka bir deyişle, şu sırada tinsel bir evrim süreci içinde yer alan insanın yaratılışı halen devam etmektedir.

‘Yaratılışıtamamlanmış’ bir insan varlığı düşüncesini benimsemekle, yaratılışın devam ettiği anlayışına sahip olmak arasında çok önemli farklılıklar vardır. Bunların neler olduğunu özetleyecek olursak; yaratılışın tamamlanıp bittiği inancını benimsemiş olanlar, dünya evrimi aşaması sürecinde insanın, düşünce, duygu ve iradesinde yaşadığı uyku halini aşmakta zorlanacak ve bunun –kendilerini giderek zorlayacak olan– sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda kalacaklardır. Çünkü bu inancı benimsediğimizde, yaratılışı tamamlanmış ve bitmiş olduğunu zannettiğimiz insanın daha öte evrilmesinin söz konusu olmadığını düşünebilir, şimdiki –tinsel bakımdan–kusurlu ve mükemmel olmayan halimizle yetinebilir ve daha mükemmel olmaya gerek görmeyebiliriz. Hâlbuki Tinsel Âlemin Varlıklarının amaçları doğrultusunda insanın gelişimini engelleyici faktörlerden giderek arınması ve doğasını çok daha mükemmel bir noktaya getirmesi gerekmektedir.    

İnsan varlığının yaratılışının henüz tamamlanmadığını ve bu işlemin devam etmekte olduğunu kavrayan bir birey ise, kozmik tinsel evrimin hangi aşamasında olduğunu bilmenin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu görür ve dünyadaki gerçek konumunun ne olduğunu öğrenmek ister. Bu bilgileri anlayıp kavradıktan sonra da Tinsel evrimin amaç ve hedeflerini anlamaya çalışır. İnsan, Yüksek Tinsel Dünya Varlıkları tarafından belirlenmiş bu hedefleri kavradığı zaman, kendinin bu evrimin içindeki önemli yerini ve dünyadaki görevini anlar ve evrime bilinçli katkılarda bulunmaya gayret edebilir.

Varoluşuna bu açılardan bakabilen insan, evrimin hedefleri ile kendi bireysel gelişiminin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve bunların aynı yönde gitmesi gerektiğini (insanın, Tinsel Dünya Varlıkları tarafından belirlenmiş olan amaçlara uyması gerektiğini) anlar. Antroposofik bilgelik, tüm insanlığı ilgilendiren bu gerçeği ayrıntılarıyla açıklar ve anlamamıza ve özümsememize yardımcı olur.

Öte yandan, insanın fiziksel dünyadaki varlığı, –yaratanı hiç hesaba katmadan– primatlardan evrilerek türemesiyle yüzeysel bir biçimde açıklanırsa ya da nerden kaynaklandığı belirsiz bir doğa fenomeni içinde, sadece fiziksel ve kimyasal etkilerle dünyada zamanla kendi kendine gelişmiş bir oluşum biçiminde imgelenirse, doğruyu yansıtmayan bu tür nahif düşünceler, insanın tinsel yaratılış fenomeninin arkasındakiolağanüstügerçeklikten giderek uzaklaşmasına neden olur. Bunun gibi yüzeysel düşünceleri benimseyenlerin, insanın özellikle insan olarak yaratılmış bir varlık olduğu gerçeğini kavrayıp özümsemekte zorlanmaları kaçınılmazdır.

Neden ve nereden geldiği belirsiz bazı etkenlerle durup dururken tetiklenip kendiliğinden başlamış olan bir varoluş görüşünde, yaratılışı özellikle başlatmış bir ilahi Benlik olduğu düşüncesine yer verilmesi mümkün değildir. Çünkü bu şekilde açıklanan bir oluşum ve varoluş inancının arkasında hiç kimsenin olması gerekli değildir.

Böyle bir açıklama doğrultusunda; kaynağı belirsiz bazı rastgele enerjiler ve etkenlertesadüfen yan yana gelmiş ve mineral, bitki, hayvan ve insanlık âleminin oluşumu tüm karmaşık detaylarıyla ve üstelik –her unsur birbiriyle gayet uyumlu olacak biçimde– kendiliğinden kolayca gerçekleşivermiştir! Dünyada baş gösteren susuzluk tehlikesine önlem olarak kimyasal formülü H2O olarak bilmesine ve tüm teknolojik olanaklara rağmen ‘su’ bile yaratamayan insanın, tüm ‘yaşamın ve varoluşun’ tesadüfî etkilerle, kendiliğinden oluştuğunu varsayması, ‘düşüncede uykuda’ olmasına somut bir örnek oluşturmaktadır.

Antroposofi, tüm varoluşu fiziksel dünyaya indirgeyerek ve yalnızca madde ile özdeşleştirerek, insanın varlığının kozmosta bir amacı ve anlamı olmadığını, onunsadece akıllı bir fiziksel/maddesel dünya varlığı olduğuna inandırmaya çalışan evrim karşıtı karanlık güçlerin varlığına da dikkat çeker.  Bu varlıklar insanı, yaratılışın arkasında hiç kimseolmadan uygun şartların bir araya gelmesiyle kendiliğinden oluşmuş bir varlık olduğuna inandırarak, dikkatlerin Yaratanın Benliğine (Varlığına) odaklanmasını önlerler.

Antroposofik bilgileri inceledikçe, insanın varoluşunun anlam ve amacının duyuüstü Tinsel Dünyadan kaynaklandığını görmeye başlayan insan, bu öte dünyadaki farklı tinsel varlıkları tanıyıp onların faaliyetlerini ve değişik amaçlarını öğrenmek isteyecektir. Antroposofi, ancak evrende yaptıkları işleri göz önünde bulundurduğumuzda tanıyıp anlayabileceğimiz bu varlıkların iki ana kategoride incelenebileceğini anlatır.

Bu varlıklar, ‘Kutsal Tanrısal Varlıklar’ ve ‘Kutsal Olanın karşısında yer alan’ tinsel varlıklar olarak tanımlanabilirler. Onlar hakkında bilgilenen insan, Yüksek Tinsel Varlıklarla ilişkisini kavrayabildiği zaman içinde bulunduğu tinsel evrimin gereklerini yerine getirmek üzere Onlarla (Kutsal Tinsel Varlıklarla) birliktelik içinde çalışmak gerektiğinin bilincine sahip olabilir.

Bu açıklamalar insanlığın artık bir yol ayrımına geldiğine işaret etmektedir. Kozmik evrimde ‘özgürlüğü’ temsil eden insan, –bu özgürlük çerçevesinde– insanı özellikle yaratan yüksek bir varlık olmadığına ve kendinin tesadüfî bir oluşumunsonucunda var olduğuna inanmakta ısrar ettiğinde, tüm yaşama bakışı da bu yanlış düşüncenin şablonu doğrultusunda biçimlenir.

Yaratılışın arkasında yaratma işlemini gerçekleştiren Tanrısal bir Benlikolduğu gerçeğinin dışında kalan her görüş ve varsayım insanın uykuda olduğunu gösterir. Bu tür düşüncelerde saplanıp kalmak, insanın uyku halinin devam etmesine neden olur. Bu durum, Kutsal Tinsel Varlıklara karşıt bir konumda bulunan karanlık tinsel varlıkların işine gelir.

Yaratılışın arkasında Tanrısal bir güç olduğu gerçeği örtbas edilip ortadan kaldırıldığı zaman, insanları çeşitli teorilerle gerçeği yansıtmayan görüşlere inandırmak çok kolay olacaktır. Biraz dikkatli baktığımızda, bu teorilerin ve olasılıkların ısrarlı bir biçimde ve oldukça geniş bir yelpaze içinde sunulduklarını gözlemleyebiliriz.

Bizleri pırıltılı fakat yalan-yanlış, uçan-kaçan, içi boş inanç ve düşüncelerin ilhamlarıyla fiziksel dünyanın dışına çekmeye çalışan ve onu sadece bir fiziksel dünya varlığı olduğuna inandırmaya çalışan karanlıktinsel varlıkların insanlığa yaptıkları müdahalelerden ancak onların faaliyetleri hakkında bilinçlenerek korunabiliriz. Antroposofik bilgilerle oluşturabileceğimiz farkındalık, bilince dönüştürülerek kalıcı bir şekilde özümsenmezse, hiç farkında olmadan bu varlıklardan gelen yalan-yanlış ilhamları kendi kıymetli düşüncelerimizmiş gibi benimseyebiliriz. Bunun sonucunda da ruh ve benliğimiz kaçınılmaz olarak ‘onların amaçları’ doğrultusunda biçimlenecektir.

Yüksek Tinsel Dünya Varlıkları tarafından büyük özverilerle özellikle insan olarak yaratılmış olduğunun bilincine varan insan, Tanrı (ve tinsel evrim) karşıtı varlıkların ruhu üzerindeki bencil hesap ve amaçlarının aksine, onu yaratanların, kendisine özgürlük bağışlamış olduklarını anlar. Ayrıca bu özgürlüğün, kutsal olmayanı bile seçmesine izin verecek kadar geniş (ve kapsamlı) bir özgürlük olduğunu görür. İnsanın fiziksel dünyada tinsel özgürlüğe sahip olması ve bu doğrultuda gelişmesi Yüksek Tinsel Dünya Varlıkları için çok önemlidir.

Ancak dünya yaşamında gerçek tinsel ışığı bulup, bunu içtenlikle benimseyebilmiş bir insan, Kutsal Tinsel Dünya ile ilişkisinin ‘hükmeden’ ve ‘hükmedilen’ (ya da korkması gereken) gibi bir kalıp içinde olmadığını görebilir. Aksine, insanın Tinsel Dünya ile buluşma noktası sevgidir. Fakat bulduğumuzu zannettiğimiz her sevgi ‘gerçek sevgi’ değildir. Onun için, ‘gerçek tinsel sevginin’ esasen nereden kaynaklandığını ve ne anlamda tinsel bir niteliğe sahip olduğunun iyi anlaşılması gerekir. Çünkü gerçek sevginin arkasında da farklı yapıda Yüksek Tinsel Varlıklar vardır.

İnsan ruhu, halen arınmamış olduğu, dolayısıyla, kusursuz olmadığı için, içinde kötülük, ahlâk yoksunluğu, yalan, egoizm gibi –onun mükemmel olmasını engelleyen–  negatif unsurlar barındırmaktadır. Ancak, insan doğasında yer alan bu kusurlar bizi yaratan Tanrısal Varlıkların herhangi bir yanlışından kaynaklanmamıştır. Tanrı’nın yarattığı başlangıçta mükemmel idi, fakat aradan geçen uzun süreç boyunca insan Tinsel Dünyadan uzaklaşıp, fiziksel dünya ile tamamen özdeşleşince ruh ve benliğinde kusurlu ve düşük bir doğa oluştu. Onun bu duruma düşmesinde söz konusu kutsal olmayan tinsel varlıkların da büyük bir rolü oldu.

Tinsel Varlıkların amaçladığı şey elbette ki hatalı davranan düşük doğalı bir varlık yaratıp, insanı –o noktadan öteye geçemeyeceği– bir duruma sabitlemek değildi.

Bu bakımdan, yaratılışın henüz bitmeyip devam etmekte olduğunun farkına varmamız ve de insanın tesadüfî bir doğa fenomeni sonucunda kendi başına oluşmadığını, yaratılışın arkasında ilahi bir güç veBenliğin olduğunu anlamamız çok önemlidir.

Antroposofi, evrende neden özellikle insan olarak yaratıldığımız gizemini aydınlatır.

Esasen, varoluşunun ‘gerçek anlamını’ öğrenmek her insanın tinsel sorumluluğudur.

Bülent Akan