Asker imgesi insanlık tarihi kadar eskidir. Aslında asker bir arketipik imge olarak da ele alınabilir; bu bağlamda askerliği erkek erginlenmesi ile birlikte de ele alabiliriz.

İlk toplumların, çocukluktan ergenliğe geçen bireyleri, toplumun “yetişkin” bir bireyi olarak kabul ettikleri “erginlenme” ya da 19.yy’da verilen adı ile “geçiş törenleri” (rites de passage) günümüzde artık kaybolmuş çok önemli bir uygulamadır. Tanım olarak bu törenler, bir gencin çocukluğunu geride bırakıp, yetişkin sorumluluklarını yaşayan bir erkek olduğu anı belirler. Bir başka deyişle, genç erkek, çocuk yaşamına ölerek, yetişkin bir erkek olarak yeniden doğar. Pagan düşüncenin olmazlarından biri olan “birey olma”, yetişkin olarak topluma katılma, bu erginlenme törenleri ile sağlanmakta ve erkekler topluma “çocuk” olarak değil, yetişkin bir birey olarak kazandırılmaktaydı. Erginlenmeyi bu bağlamda çocukluk arketiplerinden erkeklik arketiplerine geçiş olarak da ele alabiliriz. Nitekim çocukluktan “er-kek”liğe geçiş bir bakıma “er” sıfatını da kazanmaktır. Yani asker olup savaşabilecek güçte olmaktır. Aynen bugünkü ordudaki “er”ler gibi.

Kökeni Sümer diline kadar giden “er”sözü aslında erkek anlamında kullanılmakla birlikte olgunlaşmayı da kapsar, “ermek” ya da “ermiş” sözcüklerinde olduğu gibi. Öte yandan erdem sözcüğü de aynı batı dillerinde olduğu gibi “erkeğe ait özellikler” kökünden gelmektedir; Lâtince’de de “erkek” anlamına gelen “vir” sözcüğü batı dillerine erdem ile ilgili sözcükleri vermiştir. Bu bağlamda erginlenme ve erkeklik gizemleri ile asker olma arasında derin bir bağlantı vardır. Çünkü eski toplumlarda ergin bir erkek olmak aynı zamanda asker olmak ile de eş anlamlıdır. Bu noktada eski Roma kültüründen bir örnek çok düşündürücüdür:

Bugün Batı dillerinde “Cumhuriyet” anlamında kullanılan “Republique” sözcüğü Lâtince’den “res publica” sözcüğünden gelir. Birçok dilblimci bunun “halkı ilgilendiren işler” anlamına geldiğini ve etimolojisinin bu yönde olduğunu söyler. Oysa daha derin bir etimoloji farklı anlamlar verir. Public- kökü halk anlamına gelmektedir. (Türkçe’de halk “yaratılmış” anlamındadır) ancak daha geriye gidersek, bu sözcük puer-puber- sözcükleri ile ilişkilidir. Aslında eski “halk” erginlenmiş erkeklerden oluşurdu. Kadınlar sayılmazdı. Erginlenmiş erkekler de asker olarak savaşa katılır böylece toprak sahibi olabilirlerdi. Dolayısıyla aslında halk anlamına gelen bu sözcüğün kökeninde erginlenme ve asker olma vardır.

Bu kadar etimolojiden sonra bakarsak, erginlenen erkeğin arketipik olarak sorumluluk alması ve kendini “asker” hissetmesi çok geçmişe giden bir bilinçdışı imgesidir. Öte yandan, annesinin koynunda yaşayan delikanlıların, askerlikte “erkek” olmaları, eril ortama girmeleri de bir tür erginlenme gibi görülebilir. Her ne kadar bir sahte-erginlenme olsa da askerlik eril kimliğin kazanıldığı bir yerdir.

Bizim kültürümüzde “Her Türk asker doğar” demek bu bağlamda yine bilinçdışına ait bir ipucudur. Aynı şekilde, başka bir tür erginlenme yaşamayanların askerilik anılarını ölene kadar aynı canlılıkla anlatmaları da bu etkinin bir sonucudur. Yine emekli subayların da sivil hayata uyum sağlayamamalarının altında bu vardır.

Öte yanda asker imgesini daha toplumsal incelersek, o eski zamanlarda erginlenerek “er” olan erkeğin karşısına toplumun yaşlılarından otorite çıkması gibi, askerlik içinde komutanın tartışılmaz otoritesi çok keskin bir eril imgedir.

Türk toplumu gibi, askerlikten başka erginleme olanağı olmayan ve askerin başat olduğu toplumlarda, kişinin toplumsal yapısı ne olursa olsun –bu bağlamda jandarmadan korkan çobandan, “ordu göreve” diyen rektöre kadar- asker en başat eril ve otoriter güçtür.

Türkiye Cumhuriyeti içinde askerin güç kullanarak laik düzeni koruması, laik cumhuriyetçileri “babadan yarım istercesine” orduya bağımlı kılmış ve laik cumhuriyeti koruyacak geliştirecek sivil toplum kuruluşlarının varolmamasına neden olmuş; öte yandan laik cumhuriyet karşıtlarının da “baba otoritesine” karşı gelmeleri gibi asker hedef tahtasına oturmuştur. Bu bağlamda, içinde, onu meydana getiren kişilerden bağımsız bir anonim asker kimliği oturmuştur.

Sembolik olarak asker doğası gereği laiktir çünkü bütün eril gücü kendinde toplar. Osmanlı döneminde yeniçeri ocağının Bektaşilik ile olan ilişkileri de bu bağlamda anlamlıdır. Askere “peygamber ocağı” yakıştırması cihat düşüncesi ile gelen nispeten yeni bir görüştür, hatta Osmanlı’nın son dönemi, hilafetin önem kazanması ve en son, gerçekten bir dahi olan II. Abdülhamit’in politikaları ile ilgilidir.

Yine günümüze dönersek, bugün askerin siyaset içindeki yeri tartışılırken imgesel yapısı gözardı edilmemelidir. Asker toplumda her zaman bir otorite figürüdür ve devlet otoritesi denildiğinde ilk akla gelen figürdür.

Bugün “ebedi başkomutan” Atatürk’ün de tanrılaştırılmış, ebedi baba, otorite figürü bunu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Oysa Atatürk siyasete atılmak için ordudan ayrılmış, orduyu her zaman siyasetin dışında tutmuştur.

Türkiye bugün geldiği yerde ordu destekli burjuva yerine artık dini karakterli bir burjuva tarafından yönetilmektedir ve daha çok değişikliklere gebedir. Ancak günümüz kapitalizminin getirdiği, “erginleşememe “ sorunu, askerin bazı kimseler için tek otorite kalmasını sağlarken, artık yeni burjuva için yenilmesi gereken otorite olmasına neden olmaktadır ve bu yeni burjuva erginlenmeyi kapitalist cemaatler içinde aramaktadır.

O halde artık laik cumhuriyet savunucularının kendi erginlenmelerini sağlayıp bunu sivil toplum örgütlenmelerine yaymaları gerekirken, yükselen yeni burjuvanın da askeri hedef tahtasından indirip sivil toplum araçları ile kendilerini ifade etmesi gerekmektedir; sembolik otoritenin çöküşünün sonuçta kaos getireceğini ve Doğa’nın boşlukları sevmediğini ve bunun çok farklı şekillerde dolabileceğini unutmamak gerekir. Toplumun kaynaşabileceği tek yerin sivil toplum olduğunu unutmadan, her kesimin bunu benimsemesi gerekmektedir.

Bunun da askerin otorite imgesinden koruyucu ve kollayıcı imgesine geçmesi ile olanaklı olduğu belki de askerin zihniyet değiştirmesi gerektiği, yeni bir imaj kazanması gerektiği – ve bunun laiklik ile ilgili olmadığı- şeklinde yorumlanabileceğini düşünmek gerek.

Türkiye’yi, geleceğinde olası bir iç savaştan kurtaracak olan zihniyet; alt yapıda yükselen yeni burjuvaziyi, global kapitalizm bağlamında analiz ederken, üst yapıda bilinçdışı imgeleri doğru yorumlayarak siyaseti yeniden şekillendirecek bir zihniyet olacaktır.

Erhan Altunay