Yurtdışına gidiyoruz. Yaşamak için… Artık ülkemi yaz tatillerinde göreceğim. Bir yandan bu diyaloglar, ağlaşmalar zırlaşmalar… Diğer yandan yepyeni bir hayat, yeni kan, kendi ülkemde bulamadığım bir yaşam kalitesi. Karışığım ben, karman çormanım…

Deli bir hazırlık… Yurtdışına hem eşyalar çıkacak hem de biricik köpeğimiz… Benim zamanım olduğu için bir ay önceden konuşup, bize teklif verecek firmaları bulmaya çalışıyorum.

 

İngiltere’ye taşınmış bir arkadaşımdan iyi bir firma ismi alıyorum. Diğer yandan ithalat ihracat işinde olan kim varsa onlarla diyaloğa geçiyorum ve herkes bir yere yönlendiriyor derken, elimdeki firmaların sayısı çıkıyor yediye.

 

Bu firmalara iki haftaya yayılacak şekilde randevu veriyorum. Her biri teker teker gelip, evin eşyasına bakacak ve bana bir teklif sunacaklar, ayrıca köpeğimin taşımasını da aynı elden yürütmek için belirlenen firmaya vermeyi tasarlıyorum. Yani, kısaca aklımdaki plan böyle. İşin tam burasında bir sorun çıkıyor o da şu, hayvan taşımacılığı apayrı bir organizasyon gerektiriyor. Tamam, eşyayı taşısınlar ama aynı adamlar acaba köpeğimi sağ salim taşıyabilecekler mi?!

 

İki hafta içinde kendinin bu iş için en iyisi olduğunu iddia eden bir dolu insanla tanışıyorum. Bir sürü fikirler gelip gidiyor, bazıları centilmence görüştüğünüz şu firmaya laf edemem, onlar bu piyasada yıllardır çalışırlar diyor. En sonunda görüştüğümüz firmalardan birinin eşya teklifi bir geliyor, amanın! Diğerlerine göre neredeyse fiyat, bin dolarlar civarında oynuyor. Bize gelen kişinin organizasyon şemasındaki yerini bilmemekle beraber, pek de bu konuyla ilgilenmiyorum.

 

Bütün teklifler geldikten sonra büyük bir pazarlık başlıyor ve buradan adını veremeyeceğim bir şirketle anlaşıyoruz. Diğer bazıları gibi, pek öyle tatlı tatlı diyaloglara girmiyoruz ama sonuçta bu bir iş ve önemli olan da işin maddi yönü diye düşünüyoruz. Haklı mıyız? Sanırım şimdilik öyle görünüyor…

 

Bu arada, gelen tekliflerden köpeğimiz için gereken ne varsa onları da öğreniyoruz. En önemli aşamalardan biri de o çünkü. Evde hayvan besleyenler beni çok iyi anlayacaklardır, onlar ailenin insan dilini kullanmayan bireyleridir. Hani, uçağa alınırken; “Susadım, ölüyorum korkudan…” falan diyemeyecek. Haliyle, biraz da bebeği saatlerce bir kafesin içinde oradan oraya sürüklenirken ve milletin vicdanına kalmışken bırakmak gibi bir durum.

 

Eşya fiyatı aldığımız ve kararı o yönde kullanacağımız firmadan hayvan taşımacılığında bir fiyat geliyor ki ikinci şoku yaşıyoruz, fiyat diğerlerine göre neredeyse bu sefer 2000 dolar civarları fazla!! Aslında, o anda bu işi anlamak ve ona göre hareket etmek gerekiyor ama ben diğer fiyatların neyle çarpıldığını ezberlediğim için konuşarak işi hallettiğimi düşünüyorum, aynı firmayla taşıyıp üstümüzdeki yükü azaltacağız ya!! Konuştuktan sonra fiyat diğerlerine göre biraz yüksek olsa da geriliyor. Toplamda bu, ismini aslında vermek istediğim ama veremediğim firma  daha düşük kaldığı için el sıkışılıyor. Aslında klasik yöntemdir ya hani alınmak istenmeyen işe uçuk fiyat verilir, bir de bizimle ilgilenmeye debelenen ve ağzından kerpetenle laf alınan şahsın;” İsterseniz, siz bu işi başkalarına yaptırtın Reyhan hanım” olayını hala anlayamadığım için ilk etabı tamamlamış oluyoruz. Böylece, eşyayı taşıyacak olan firmaya köpeğimizin naklini de teslim ediyoruz. Toplamda neredeyse bin dolar kardayız. Bu aşamada mutluluk verici olarak görünebilir ama öyle değil…

 

Köpek için Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere gibi altı ay karantina falan uygulamıyor. Ancak, bir ay önceden ciddi bir şekilde organize olunması gerekiyor. Deri altına çip takılıyor, bu uyuşturucu verilmeden uygulanan bir işlem, iğne gibi deri altına itiliyor, o kadar. Beş adet aşının yapılması ve kuduz aşısının da en az bir ay önce vurulmuş olması gerekiyor. Boyutlara göre kafes alınması macerası da ayrı. Kafesin tekerlekleri olmalı, uçuş standartlarına uymalı, kafesin kapısına takılan bir su kabı bulunmalı, hayvan içerde ayağa kalktığında başının üstünde beş santim boşluk olmalı ve kendi çevresinde dönebilmeli. Altına su emici bir şilte ve yanına da bir oyuncağı verilmeli. Agresif olanlara veteriner eşliğinde sakinleştirici de uygulanıyormuş, bizimkinin agresiflikle yakından uzaktan ilişkisi olmadığı için öyle bir duruma gerek kalınmadı.

 

Bazı firmalar yurt dışı nakliyatı işinde fiyatı gönderirken de istenen evrakları yolluyorlar. Dolayısıyla birkaç firmadan sonra Laila (köpeğimiz) için de nelerin gerekli olduğunu ve prosedürü anlamış bulunuyoruz. Bizim yapmamız gereken çip taktırtmak, Emirliklerin istediği aşıları yaptırtmak ve kafesi satın almak, o kadar. Diğer devlet koşuşturmacaları için firma 500 dolar gibi bir para talep ediyor ve bu da toplam fiyatın içinde gözüküyor.  

 

Köpekler için işler üç gün içinde halledilmek zorunda. Bir, Türkiye’deki firma var ki, bu kişiler sizinle muhatap olup, gidilecek yerin acentesiyle irtibata geçerek gereken fiyatları üç ayak halinde size sunuyorlar. İşlemlerin hepsi adı üstünde “kapıdan kapıya” gerçekleşiyor ve size gereken kağıt işlemlerini yapıp yeni evinizde beklemek kalıyor. Siz, Türkiye’de seçtiğiniz firmayla muhatap olurken, bir de gideceğiniz ülke ayağı var. O ülkedeki acente de eşya ve pet girişlerinde bir takım kağıt işlemleri yapıyor, yaptırtıyor ve bunun karşılığında bir hizmet ücreti alıyor. Yani, kısaca bu üçleme şu şekilde; Türkiye gümrük işlemleri çıkış, gidilecek ülke, gümrük işlemleri ve giriş.

 

Yazışmalar, yazışmalar… Hiçbir evrakı eksik bırakmadan dosyalıyoruz ve taşınma günü gelip çatıyor. Bay isteksiz aramıyor, ben; “Ne olacak?” diyorum, “Yarın geliniyor, bir terslik yok değil mi?”, “E konuştuk ya Reyhan hanım!!!” Peki…

 

Sabah, elemanlar geliyor, gayet organize bir şekilde eşyalar sarılıyor, isimleri yazılıyor. O sırada yine sorumlu olan kişi beliriyor, hiçbir sempati eğilimi olmadan hayatından bezmiş şekilde eşyalara bakıyor ve iki günde toplanması planlanmış olan eşyanın akşama hazır olacağını iletiyor, bizden gerekli belgelerin durduğu dosyayı alarak çıkıp gidiyor.

 

Herkeste bir bezmişlik. Günlerden cuma olduğu için biz de kendimizi ertesi güne ayarlamıştık, madem gideceğiz o zaman haldır huldur cep telefonlarıyla deniz otobüsünden yer ayırtıp, işimizi o gün hallediyoruz. Eşyamız yarım konteynırı kaplıyor. Sonradan, bu işin raconunda çeyrek konteynır bile olsa yarım konteynır ücreti alındığını öğreniyoruz. Neyse…

 

Bu arada, sayın işi götürenle konuşmak bir karın ağrısı. Bu şahıs, ayrıca bizden istediği dosyayı alırken içine bakıp, her şeyin orada olduğunu da onaylıyor ve köpeğimizi 15 Ağustos’ta taşıma taahhütü veriyor.

 

Ondan bir hafta önce, köpeğimi biz Yalova’ya gideceğimiz için, arkadaşlarımdan birine ki en güvendiğim insanlardan biridir, emanet ediyorum. Kızcağız, kocasıyla neredeyse üç hafta Laila’nın sorumluluğunu üstüne alıyor, bir de üstüne üstlük kapıma kadar gelip Laila’yı kendisi alıp, götürüyor. Onun köpeğime kendi çocuğu gibi bakacağından eminim ve arkadaşımı bulmadan ne kadar karın ağrıları çektiğim ortada. Bir tek alternatif vardı, o da köpek evleri ki, orada hayvancağızın akıbeti ne olurdu, artık hiç düşünemiyorum. Arkadaşım, yıllık iznini bile köpeğimin uçuş tarihine göre ayarlıyor.

 

Eşya yükleniyor, biz buruk ve inanılmaz yorgun yola çıkıyoruz. Aslında hikaye burada başlıyor. İki hafta kadar sonra, ben İstanbul’a gidiyorum sabah, arkadaşım o güne çok önceden işinden iznini alıyor ve biz hep beraber havaalanına kadar beraber gidiyoruz. Planımız öyle, sonra da onlar bu işe göre ayarladıkları yıllık izinlerine çıkıyorlar.

 

Sayın(!) işi yürüten karın ağrısı bey (bu arada ismi de kendisini en iyi şekilde tarif etmek açısından uzadıkça uzuyor, üzgünüm hala sinirimi alamıyorum) bir ara nakliyatın bir veterinerle gerçekleştirileceğini söylüyor, sonra “Reyhan hanım siz geliyor musunuz o zaman veterinere falan gerek yok” diyor ki ben şüphelenmeye başlıyorum ve geleceğimi sanki kesin değilmiş gibi saklı tutmaya çalışıyorum. Ne yapacaksam?! İçgüdüsel olarak bir açıklarını yakalayacağım diye kendimi hazırlıyorum sanki.

 

Yazışmaların bir hafta önceden kesin yapılması lazım ki, köpeğin işlemleri üç gün içinde buradan bitirilip çarşambaya kadar oraya varabilsin. Bir de burada Perşembe, cuma tatil, toplam aradaki ticaret bağı dört gün kopuk. Peter, bizden önce Emirliklere varıyor, oradan soruyor, bilgi yok, buradan sıkıştırıyoruz, gayet kaba cevaplar almaya başlıyoruz, en sonunda artık geri sayıma başlıyoruz ve telefonlar daha gerginleşiyor ama bay sorumsuz, suratsız ve beceriksize ulaş, ulaşabilirsen! Peter oradan, ben buradan sıkıştırıyoruz ama nafile…

 

Bu sıkıştırmalar en son güne kadar gelip, dayanıyor. Peter bana hiçbir bilginin Emirliklerdeki acenteye ulaşmadığını bildiriyor, ben çileden çıkıyorum, artık şizofren vakalar gibi telefonun başındayım. Son günlere yaklaştıkça telefonlara çıkanların ayrı bir aktaracakları oluyor, bay beceriksiz ya çok meşgul, ya arabası bozulmuş yolda kalmış, ya amuda kalkmış eli telefona uzanamamış, ya da alevli çemberden atlıyor oluyor. Tabii ki, bunlar olmadığı için telefonlar çalıyor ve bu sebeplerden ötürü (!) karşıdaki küt! diye kapatmayı kendinde bir hak olarak görüyor. Ben de boş durmuyorum tabi, bir yandan başkalarını arıyorum, diğer firmalardan bu işin esas başındaki insana ulaşmaya, genel müdürle görüşmeye çalışıyorum.

 

Nakliyattan bir önceki pazar günü, firmanın Ankara ayağına ulaşıyorum ve şans eseri bir kişi telefona yanıt veriyor. Diyaloğumuz şöyle gerçekleşiyor; “İyi günler!” “İyi günler?” Firmadakilerde genetik bir kazmalık var demek ki yani “ne oldu da arıyorsun, günlerden pazar haberin yok mu” hali hakim, ben aldırmıyorum; “Bakın, benim orada konuşacağım ve sorunuma çözüm getirebilecek kim var acaba?” Cevap sinir bozucu bir sakinlikte geliyor; “Ne vardı hanımefendi?” Kısaca durumu anlatıyorum. “Bugün pazar yalnız, kimseyi bulamazsınız, yarın deneyin.” Son derece ilgisiz ve küstah “Benim artık zamanım kalmadı ve mümkünse genel müdürle bağlantıya geçmek istiyorum çünkü benim işimle ilgilenen şahıs ki adı şu, hiçbir belgeyi öbür tarafa iletmemiş, telefonlara çıkmıyor.” Sakin: “Kendisini tanıyorum tabii ki, şirketimizin genel müdürü ve ortaklarındandır.” O an film kopuyor. Gerçekten! Bu bir kabus olmalı ve Elm Sokağı kabusunun bir uzantısı, herif bir de genel müdür! Yok canım, bu bir şaka! Sesimin tonu tizleştikçe tizleşiyor ve “Şikayet edeceğim!” diyorum, nereye bilmiyorum ama demem lazım. Karşı taraf istifini bozmuyor; “Edin.” diyor. Yok canım, galiba ben keçileri falan kaçırıyorum, dört bir yandan kuşatıldık.

 

Bu arada tek iç rahatlatacak olan olay, benim parayı peşin ödememiş olmam. Ne eşyanın ne de Laila’nın parası ödendi. Bu durumda yapılan en iyi şey bu, konşimento görülmeden de ödenmemeli. Eşyanın nerede olduğu nasıl anlaşılacak ki o zaman?

 

Çıkış çarşamba yapılacak. Artık sanki her şey beynimin içinde alev almaya başlıyor, bu köpek sağ salim ulaşabilecek mi korkusu bizi deli ediyor. Köpeğin taşınması için istenen meblağ ise neredeyse 2000 dolar! Böyle bir servise karşılık bir de üstüne para ödeyeceğim yani…

 

Salı günü akşamı saat on bir buçukta telefon çalmaya başlıyor, ben sekizinci uykuma geçmişim, kızım aynı odada ve telefonun öbür tarafındaki ses şöyle diyor ; “IIII!, Reyhan Hanım, sizi arıyorum çünkü yarınki nakliyat işiniz bizim köpeği nakledecek arkadaş hastalandığı için iptal oldu.” Bendeki pimler kısa bağlantı yapmaya başladığı için dişlerimin arasından şöyle fısırdıyorum; “Zaten bir şey yapamazdınız çünkü bay hıyar bey (ismini söylüyorum tabii normal konuşmada, içim ona böyle hitap ediyor o ayrı…) oradaki acenteye hiçbir bilgi ulaşmamış.” Karşı taraf harlıyor ve gayet küstah bir şekilde; “Bakın Reyhan Hanım, biz bu işi yıllardır yapıyoruz, daha yeni bir köpek yolladık (kesin köpek nalları dikmiştir) siz bu konulara karışmayın lütfen, yarın konuşalım, bu işleri bize bırakın.” Hah! Bir dayak yemediğimiz de kalıyor mu üstüne? Ben telefonun öbür tarafında yanımda küçük kızım öyle kalakalıyorum.

 

Ertesi gün Allah’tan elimde getirdiğim ve ismini olumlu yönde duyduğum başka bir firmayla bağlantıya geçiyorum. Telefon edip, köpeği götürmekten vazgeçtim diyorum. Bu arada, bu sivrizekalı kalabalığı ancak uyanıp acenteyle yazışmaya başlıyor ki, bu işler bir hafta daha olayı ileriye atacak. Peter, oradan Laila’nın giriş işlemlerinin başlatıldığını söylüyor ama hala buradan bir bilgi akmıyor.

 

İstanbul’a bay beceriksizle görüşmeden köpeği almaya geldiğimi, kafesin falan hazır edilmesi gerektiğini söylüyorum ve gariptir ki, oradaki personelin hepsiyle gayet iyi bir diyalog kuruyorum. Sabah firmanın yerine gidiyorum. Önce konşimentoyu alıyorum ki eşya söylediklerinden geç ama yine de hareket etmiş, önemli olan o. O işi bir eliyorum, koca kafesi alarak firmadakilerle de konuşarak, şokumu ve beceriksizliğin diz boyu olduğunu söyleyerek firmadan ayrılıyorum. Bu arada, “Ben,” diyorum “Çok önemli insanların takip ettiği bir internet dergisine yazıyorum ve kendinizi orada görmeye hazır olun.” Oradaki kızcağız “Ne olur şikayetinizi en iyi şekilde belirtin.” diyor kendileri için. Bizim memlekette öyledir ya, minibüsçü minibüsçüye, mısırcı, mısırcılar derneğine falan şikayet edilir, bu sistem de çok fonksiyonel bir şekilde işler. Bunu hepimiz biliriz. Şikayet edilen kişi, çiçeği burnunda, bir firmaya babasının sayesinde ki başka hiçbir şekilde diğer konumlarda olamaz, genel müdür olmuş bir arkadaşımız. Bu şikayet mekanizması da babasının oğluna iki gün gazlı içecekler içmemesi yönünde bir cezayla son bulacaktı. O yüzden yalnızca tebessüm edip, çıkıyorum.

 

Bir hızla, konuştuğum diğer firmaya gidiyorum. İşlemler büyük bir hızla hallediliyor. Profesyonelce aramızda sürekli bir telefon trafiği yaşanıyor. Hep beraber sağ salim köpeğimiz buraya ulaşıyor. Köpeğin nakli esnasında bulunan insan ise tam işinin insanı, kendi köpeği varmış, yaşlılıktan vefat etmiş ve köpeklere büyük bir sevgiyle bağlı. Hayatımda ilk defa bir firmadan bu kadar güzel bir yaklaşım görüyorum. Bu firmanın ismi Sümerman ve onlara tekrar tekrar teşekkür ediyorum. (Benimle aynı durumdaysanız ve çare arıyorsanız, size tavsiye ediyorum.)

 

Köpekle veya  başka bir petle aynı gün seyahat edilebilir, eskiden bagajda giden petler şimdi hayvanlar için ayrı bir bölüme konuluyor ve fiyatlamaları da taşındığı kafes üzerinden yapılıyor. Eşyalar ise aşağı yukarı bir ay gibi bir sürede geliyorlar.  

 

Adlarını buradan vermenin bir sakıncası var mı bilemiyorum ama bu iki firmanın da ismi bende saklı, petini nakil ettirip de ne yapacağız, kim kimdi diyenlere ben buradayım diyorum, başka da bir şey de diyemiyorum.

 

Derler ki, bir mutsuz müşteri, bin mutlu müşteriye bedeldir çünkü gördüğünüz gibi sinirden ne eli durur, ne çenesi. Ohhhhh! Rahatladım…

 

 

(Editörün Notu: Bu ve bunun gibi problemleri yaşayanlar mutlaka ama mutlaka www.sikayetvar.com adresine uğrasınlar ve direk firma adı ile şikayetlerini dile getirsinler. Çok etkili bir sitedir, özellikle de mağdur durumda kalmış ve derdini nereye anlatacağını bilemeyen tüketiciler için…)

Reyhan Bull