Kalbi kırık çocukluğunun, tekme tokat hıçkırıkların bir bütünüydü küçük Yıldız. İzmir’in füsunkar sokaklarında büyümüştü, daha doğrusu büyümeye çalışmıştı. Çok kardeşli bir evdi onunkisi, kıt kanaat geçiniyorlardı.

Küçücük bir kızken sokaklarda buldu kendini, çalışmalı, ailesine yardımda bulunmalıydı. Felek Yıldız’a tokat atıyordu; bazen de karşısına geçip onu daha derin acılara evlatlık olarak veriyordu. Bu yüzden acımasız geçti ergenliği, ta o günlerden acılı bir gençlik-çocukluk arası melez yansıma gözlerine yapışmıştı. Yaşıtları sıcak yataklarında uyurken, okullarda eğitilirken o buz gibi yatağında ya da kimi zaman  yerde uyuyup sabahın gelmemesini diliyordu. Ama nafile, sabah oluyor o yine yollara düşüyor gecelere kadar çalışıyordu. Genç yaşında yorgundu, ama gençlik hayalleriyle şarkılar söylüyor, en acılı şarkılarla çevresindekileri etkiliyordu.

Bir gün aşk kapısını çaldı, evde kimse yoktu, o da kalktı, kapıyı açtı, aşkı buyur etti. İlk görüşte aşktı onunkisi ve ani bir kararla evlendi. Samanlığa yakışan bir aşktı onlarınki, para yok, pul yok ama sapasağlam aşk vardı. Derken aşk hastalandı, sapasağlamlığını yitirdi, cılızlaştı ve meyva olarak da Yıldız’a bir kız bebek hediye etti. Bebeğe genç kızlık zamanlarında hayran olduğu ve aşkının
filizlenmesine kasetlerdeki sesiyle yardımcı olan Sezen Aksu’nun ismini verdi. Hayat o kadar tuhaf ki ki yıllar sonra hayranı olduğu Sezen’le yolları kesişecek, hatta bir zaman sonra kavga ederek birbirlerinden soğuyacaklardı…

Çok zaman geçmeden cılızlaşan aşkı tamamıyla koptu. Tam bu sıralarda İzmir’de bir gece kulübünde şarkı söylemeye başladı. Birkaç gece program yaparken söylemiştim size tuhaf bir dünya bu, masal gibi bir gece Sezen Aksu ve müzisyen arkadaşları onu izlemeye gelirler. Yıldız’da bir telaş bir telaş, sahnesi bitmiş bitmesine ama o kırk yılda gelen bu kısmeti sezerek gazino patronuna; “ne olur tekrar şarkı söyleyeyim”, der. Hatta bununlada yetinmez tuvalete doğru giden Sezen’in koluna yapışır; nolur beni dinleyin, diye….Ne olduysa o an olur ve Yıldız Sezen’in önünde şarkısını söylemeye başlar. Önce, “Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam” adlı Sezen Aksu’ya ait şarkıyı, sonrasında da acılı, ağdalı Müslüm Gürses imzalı bir türkü tutturur. Sezen bu, onun safiyetini hisseder ve ona telefonunu verir, “beni ara mutlaka” der. Yıldız heyecanla telefon numarası yazılı olan kartı alır ve 3-4 gün sadece o karta ve feleğin tokat atmadan ona dokunmasına bakar. Bir sabah arar Sezen’i fakat bir türlü ona ulaşamıyordur, bu aramaları günlerce sürer. 7-8 aramadan sonra bir gün karşıdaki ses ona valizini toplayıp gelmesini söyler. Yıldız Sezen’e, “ Gelmesine gelirim de benim orada kalacak yerim yok” der, Sezen ise bunun üzerine “bende kalırsın” der ve Yıldız telefonu heyecanla kapatır. Türk- Brezilya ortak yapımı filmlere, Kemalettin Tuğcu kitaplarına taş çıkartacak öyküsü böyle başlar.

Hazırlık falan yapacak ne zamanı ne de eşyası vardır. Küçük bir çantayla ver elini İstanbul der… Dokuz ay Sezen’e vokal yapar, onunla tv showlarına, gece kulüplerine çıkar. Sonra bilinmez bir nedenle yollarını ayırırlar. Yıldız Cem Özer’in Laf Lafı Açıyor adlı şovunda  calışmaya başlar. Geceleri, bazen de gündüzleri kendi kendine besteler yapmaya, sözler yazmaya başlar. Daha önce hayatında şarkı sözü yazmamış, beste yapmamış olsa da Sezen’in evindeyken ona dikkatlice bakması, nasıl söz yazıyor, beste yapıyor diye onu takip etmesi sonucu,işte o günlerde “Delikanlım” adlı şarkıyı yazar, sonra birkaç yapımcıyla görüşür fakat işleri tam yolunda gitmiyordur. Yapımcılar başta olumlu bakarlerken Sezen’in elini eteğini çekmesinden dolayı Yıldız’a produksiyon yapmaktan korkuyorlardır. Derken Bülent   Özdemir’le yollarını çizerler ve ağır sancılar sonucu Delikanlım adlı ilk albümü doğar. İçindeki öfkeyi, yalnızlığı, hüznü, çocuksu sevinçlerini aktardığı ilk albümü Delikanlım olmuştur, bu şarkı o zamanlar farkına varmasa da ileride Türk popunun klasiklerinden biri olacaktır.

Genis kitleler tarafından boynuna sarılanacak, hayranları imza imza diye peşinde koşturacaklardır. Bu ilk albümünde  “Çal Oyna” adını verdiği şarkıda; aklım karışır düşününce seni, sevdim olmadı sövdüm olmadı, yok senin gibisi, nasıl olmalı, öyle tutmalı, esirgediğin eli” diyerek  bir gönderme yapmış, adeta yüreğini yakan birine bağıra, çağıra söylemiştir. Sonrasında hayranlarının “Evet, bu Yıldız tarzıdır” diyecekleri bir tarzı belirgin bir şekilde “Dillere Destan” adlı ikinci albümünde ortaya koyacaktır, artık milyonlarca insan tarafından hüzünle yoğurulan sesine aşık bir kitlesi ve hüzünlü tuhaf aurasıyla çekici bir gizemi vardır, derken şarkı üretimin de iyi bir ilerleme kaydetmeye başlamış, artık farklı produksiyonlarda da Yıldız Tilbe olarak isim yapmaya başlamıştır. İşte bu sıralarda Tarkan’a “Kış Güneşi” adlı şarkı sözünü verir, derken üçüncü albümle hayranlarının karşısındadır.

Bu kez “Aşkperest” adını taşıyan çalışması özenli besteleri ve tamamıyla Yıldız kokan sözlerle müzik marketleri süslemeye başlar. Dışarıdan her şey tıkırında görünsede, Yıldız içten özünden sarsıntılar geçirmekte, yüreğinin 8 şiddetindeki depremine karşı koyamayacak duruma gelecektir, artık acıyı susturmak bu tuhaf dünya mecrasını azaltmak, dışarıdaki sesleri duymamak için cigara sarmaya ve gecenin gizini koynuna alarak sadece kendine özüne doğru şarkılar yazmakta ve söylemektedir. Bu dönemki şarkılarını da kimsenin bilmesine izin vermeyecektir. Çevrede Yıldız hakkında dedikodu kazanı kaynamaya başlayacak; “şöhreti taşıyamadı, uyuşturucu içiyormuş, vah yazık” şeklinde yerli yersiz dedikodular alıp başını yürüyecektir. Bir gün götürüldüğü karakolda sorgulandığı gece bütün safiyetiyle her şeye yürek dilinden cevaplar verecek, “Evet, esrar da içtim, sigara da, şarap da. Napabilirim?” diyecektir.

Karakol çıkışı bekleşen gazeteci ordusuna ise Yıldız’a yakışan bir cevap verecektir. “Delikanlım” adlı şarkısının sözlerini mırıldanacak, derken anlamayan ve hala soru soran muhabirlere daha güçlü bağırarak; “kalbim duraksız haykırışlardan, ne yapsam ayrılamam senden asla” diyerek ses şiddetini yükseltecektir. Bu cığlık karakoldan çıkıp arabaya binerken ondan  başka şeyler duymak isteyen gazetecilerin ısrarlı sorularına ise önce cevap verecekmiş gibi duracak, onlara gözlerini dikerek bakacak, camını hafifçe aralayacak ve şarkıya kaldığı yerden daha da çok bağırarak “hafife alma, aşk vurur insana” diyecektir.

İşte Yıldız Tilbe adındaki bu kadın yürek sesiyle şarkılar yazıp yıllarca onları söylemeye devam edecektir. Çevresindekilere artık hayata karşı başkaldıran kadınlardan biri olduğunu hissettirecek, felek ona tokat atarken yeri geldiğinde o da şarkılarıyla feleğe korkusuzca tokat atacaktır. 

Cüneyt Duru