Ben daha çocuk yaşta (17) evlendirildim. Ailem uygun görmüştü ve bende ses çıkartmamıştım. Çünkü aileye karşı gelinmezdi, öyle terbiye almıştım. Hem en doğrusunu ailem bilir, “onlar benim iyiliğimi ister” diye düşünmüştüm ve aşık olmadan evlenmiştim…

 

Daha 1 yıllık evliyken eşimin vücudunda bir sürü kırmızı kabarıklar oluştu, bu döküntünün sebebini öğrenmek için cildiye doktoruna gittiğimizde beni odadan çıkarttılar. Kısa bir süre sonra eşim içeriden çıktığında yüzü allak bullak olmuştu. Sonra Doktor beni de içeri aldı ve eşimin 1,5 ay önce frengi kaptığını söyledi!!! Duvarda asılı duran kocaman resimli tabloda bu hastalığın nasıl bir şey olduğuna, vücutta nasıl yaralar açılmış olduğuna şaşkınlıkla baktım. Tedavisi varmış. Eşimle ikimiz 10 cc’lik kocaman birer iğne olduk. O iğneyi hatırladıkça hala sol bacağım sızlar, çünkü kalçadan ayak baş parmağınıza kadar dev bir balyoz yemiş gibi oluyorsunuz. Saatlerce sızısı geçmiyor. Eve geldiğimizden kısa bir süre sonra eşimin ateşi ve vücudundaki döküntüler çoğaldı. Çenelerinin birbirine vurmasını engellemek için ellerimle tutmaya çalışıyordum. Islak bezler koyuyordum alnına. Şimdi düşünüyorum da, beni aldatmış bir kocaya yine de baş ucunda oturmuş bakıyordum…

Üstelik ben bunları yaparken/yaşarken 4 aylık hamileydim…!!!

Doktor çocuğun sakat doğma olasılığından bahsettiğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü… O anımı hiç unutamam…

Evliliğimizin kaçıncı yılıydı bilmiyorum… Bu sefer de eşim vücut biti (halk arasında ….. biti derler)kapmıştı. Kasıklarında yerleşen bu illetten kurtulmak için elinde iğne uğraşır dururdu. Ben sesimi çıkartmazdım. Sormazdım bunların nereden geldiğini, kimlerden kaptığını…

Frengi ve vücut bitinin yanı sıra bir ara da bel soğukluğu olmuştu. En bomba olanı sanırım HIV oldu. Çok şükür kapabileceği tüm virüsleri kapmış, geriye bir şey bırakmamıştı. Maşallah… !!!

Evliliğin ilk yılları annesiyle uğraştı. Durup durup kadını kızdırır, tansiyonunu fırlattırırdı.Sonrasında erkek kardeşinin karısıyla uğraşmaya başladı. Neymiş efendim karısı kalkıp erkenden kocasına niye kahvaltı hazırlamıyormuş, hala niye çocuk yapmıyorlarmış, yoksa yapmayı mı bilmiyorlarmış… Ama kızımın doğumuyla birlikte benimle uğraşmaya başladı.

İlk 3 yıl kayınvalidemlerle oturdum. Evimiz çift daireydi. Bayram temizliklerinde 18 geniş camı siler, 20 küsür halıyı yıkardım. Her Allah’ın günü evi bir baştan bir başa siler süpürürdüm. İyi badana yapmayı da evliliğim süresince öğrendim. Ama bir sevmediğim soba külü temizlemekti. Evin 3 erkeğinin (kayınpeder, kayınbirader ve eşim) gömleklerinin ütüsü hiç bitmezdi. Akşam bulaşıklar yıkanır, köpüklü kahveleri yapılır, ardından da meyveleri soyulur yanında çatalla ikram edilirdi ev halkına. Gece kaçta uyunursa artık yatılır, sabah gene en nankör mesleğin mesaisi başlardı; ev kadınlığı…

Ben evlenirken benim götürdüğüm çeyizimin dışında yeni eşya almamışlardı. Onların eski model, kenarları tahtadan oymalı koltuklarına (ki nefffret ederim) ve eski perdelerine gelin gitmiştim. Yeni eşyalar kayınvalidemin tarafındaki salona konmuştu. 3 yılın ardından nihayet daireleri ayırmış, kendi düzenime kavuşmuştum. Yemek takımı diğer tarafta kaldığından 1,5 yıl eşim, ben ve küçük kızımız küçücük fiskos masanın üzerinde yemek yemiş, evde hiç yemeğe misafir ağırlayamamıştım. Eşimin geliri çok iyi olmadığından alamamıştık da. Benim kendi harçlığımı bile babam ziyaretime geldikçe elime sıkıştırırdı. Eşimden para isteyemezdim, zaten vermezdi de. Pazar alışverişi için verdiği parayı bile suratıma fırlatırdı. Aldığım sebzeleri çeşit olsun diye yarımşar kilo alırdım. Bunu da elimdeki para acaba yeter mi diye, 50 liraları sayarak yapardım.O suratıma fırlatılan paralar yüzünden hala kimsenin elinden para alamam. O zamanlardan huy kaldı bende…

8 yıllık evliliğimin 5 yılını, düzeltmek için çabalayarak geçirdim. Ama başaramadım. Eşimi ne her gece içtiği bir büyük rakıdan, ne de günlerce gidip gelmediği kumarhanelerden vazgeçirebilmiştim…

Evde bana hitap ettiği isim neydi biliyor musunuz? A…cık !!! (Vajinanın halk arasında ki kaba söylemi ile) Evet beni böyle çağırırdı. Hem de öyle bir vurgulayarak söylerdi ki anlatamam…

Tam banyoya girmişken gelir, şofbeni kapatır “bugün yıkanmayacaksın, tüpü bitirme” der, giderdi. Öylece kalakalırdım.

Her gün buzdolabının sebzelik kısmını açar, neyi nasıl torbaya koymuşum bakardı. Bulaşık makinesi açılır, içine kırıntı düşürmüş müyüm diye bakılırdı. Kazara minik bir tane görsün, o geceki kavga için harika bir sebep bulmuş olurdu.

Alt komşumuz çamaşır asarken hep balkonda dururdu. Ağzını pis pis yayarak içeri girer “alttaki kadının memeleri ne güzel görünüyor” diye gelip bana söylerdi. “Utanmıyor musun bakmaya, bari bakıyorsun gelip bana söyleme, aynı çatı altında yaşıyoruz, komşu namustur, onun kocası aynı şeyi benim için söylese ne hissedersin ?” dediğim anda “ne biçim konuşuyorsun seennnn!!!” diye üzerime yürürdü.

Yemekte ekmeğimi, tabağımı önümden alır “senin yediğin bana batıyor, az ye” derdi. Her akşam ama herrr akşam mutlaka masadasaçma bir konudan dolayı tartışma çıkartırdı. En çok da kızımın gözlerini iri iri açarak babasına bakmasına ve neden bağırdığını anlamaya çalışmasına içerlerdim.

Akşam yemek sonrası bulaşıkları çok yavaş ve oyalanarak yıkardım. Tek içeri onun yanına gidip oturmayayım diye. Ama içi rahat etmez yanıma gelir, bana hakaretler eder, ailem için ileri geri konuşurdu. Babam için söyledikleri beni çok incitirdi. “Baban ölünce evi de yazlığı da bana kalacak, arabasını hemen satarım, parasını zevkle çatır çatır yerim. Bir an önce geberse bari de bizde rahat etsek” derdi.

Kızına bir bakıyorsunuz prensesler gibi davranıyor, bir bakıyorsunuz duvarı çizmiş diye (kızımın yaşı 3-4)azarlayıp aşağılayarak, kulağından burkmuş duvara yaslıyor. Dayanamaz, bir bahaneyle alırdım elinden. Çocuk hangi karakterin babası olduğunu anlayamazdı. Kendisini şımartan baba mı, yoksa üzerine yürüyüp sürekli azarlayan baba mı???

Kızım 5 yaşındayken gizli gizli gidip, eğitimi için danışmanlık aldım. Çünkü çocuk çok dengesiz ve yaramaz olmuştu. Ne oturdan, ne durdan anlardı. Ben de çok toydum ve ne yapacağımı bilemediğim için çooook oturup ağladığımı bilirim.Sevgili Dr. Derya Hanım bugün ki kızımla sahip olduğumuz, harika giden ana-kız ilişkimizin kurucusudur. Beni çok güzel yönlendirdi, kitaplar önerdi, anne olmayı öğretti. Ben boşanma kararı verdiğimde bile, harekete geçmeden önce ilk ona danıştım. Davranış tutarlılığını öğrendim ve uyguladım.

 

Son bir yıla kadar eşimin hakaretlerine hiç sesimi çıkartmazdım. Beni tanıyanlarınız “kule asla sessiz kalmaz, hakkından gelir” diye düşünür. Ama o zamanlar ben bu kadar güçlü ve sesini çıkartan biri değildim. O zamanlar “hayat böyle demek ki” diye düşünürdüm. “Gelinlikle girdim, kefenle çıkacağım bu evden” derdim. Başka hayatları bilmezdim. Çocuk yaşta, hayatı hiç tanımadan, evin – kocan denmiş ve ben de bana biçilen hayata razı gelmiştim.

Kızımın okul zamanına kadar sokağa tek başıma çıkamazdım. Yasaktı !!! Ya kayınvalidemle, ya da görümcemle çıkabilirdim. Eşimle bile dışarı çıktığımda etrafıma bakınamazdım. Birlikte otobüse bindiğimizde beni en kenara alırdı ve tam önümde dikilirdi. Tabii benim yine gözlerim yerde.

Evliliğimin son bir yılı artık dayanamaz hale gelmiştim ve ben de cevap vermeye, onu iyice sinirlendirmeye başlamıştım. Akşam eve girdiği saniyeden itibaren tartışmalarımız başlıyor, hakaretler, aşağılamalar havada uçuşuyordu.Kumara gittiği geceler rahat ve huzurluydum. Keşke hiç gelmeseydi. Keşke gece sabaha karşı gelip beni başımdan dürterek, itip kakıp “KALKKK!!! Kalk bana çorba yap!” diye iteleyerek kaldırmasaydı. Salak gibi o son bir yıla kadar kalkar yapardım da! Ama sonradan ben de zıvanadan çıkmış, alçak sesle konuşamaz olmuştum.

Bir keresinde; “YETEEEEERRRR!!! Yeter artık dayanamıyorruummm!!!” diye attığım çığlığı yan daireden kayınvalidem duyup gelmişti. Kapıyı açtığımda yere diz çökmüş, kadıncağızın beline kollarımı dolamış ve “annneeee artık dayanamıyorum, yalvarırım kurtarın beniiiii” diye her yanım titreyerek ağlama krizine girmiştim. Kadıncağız bile beni nasıl teselli edeceğini şaşırmıştı. Ailesi beni çok severdi. Hala bile kızım derler ve her sarılmalarında gözleri dolar.

Evliliğimin son 2 yılı eşim yatak odasında geniş yatakta, ben de kızımla ayrı odada çekyatta yattık. Ben çekyatın en uç kısmında yan yatarak uyurdum. Bir sene kızım zattürre başlangıcı olmuştu ve “gece üstü açılıyor” bahanesiyle yanında yatmaya başlamıştım. Yattığım yer çok dar ve rahatsızdı ama olsundu. Tiksindiğim bir tene değerek uyumaktan kat kat iyiydi.

Malesef o adamın karısıydım ve kadınlık görevimi yapmak zorundaydım. Eziyet olsun diye sık sık birlikte olmak isterdi, “gün boyu beni ezerek, hakaret ederek, aşağıladıktan sonra benden nasıl kadınlık beklersin” derdim. “Mecbursun kızım yapacaksın!” derdi. Ben de sessizce uzanır gözlerimi tavana diker, öylece hareketsizce yatardım. Kendi tenimden en iğrendiğim zamanlarımdı! Banyoda etlerimi bastıra bastıra yıkardım ki hiçbir izi ve kokusu kalmasın. İşte o zamanlar bu işi zorla/ticaret için yapan kadınları çok iyi anladım. Tecavüz çok çok kötü bir şeydi! Kendinizi ne kadar aciz, çaresiz, küçülmüş ve aşağılanmış hissediyordunuz anlatamam.

Boşanmamızdan 2 yıl kadar önce ailemle birlikte (benim ve kızımın tüm masraflarını babam karşıladı) yeğenimin düğünü için 1 aylığına Almanya’ya gitmiştim. Döndüğümde ev baştan başa temizletilmiş vebenim dönüşüm için hazırlık yapılmıştı. Ne kadar mutlu olmuştum. Ama sonrasında öğrendim ki meğer kocam eve kadın atmış ve delil kalmasın diye temizlik yaptırmış. Gündüz benim balkonuma çamaşır asmak için giren eltim izmaritdolu küllükleri, şarap kadehlerini gözleriyle görmüş.Kaldı ki bunu eski eşim de kendi ağzıyla sonradan sırf beni incitebilmek için itiraf etmişti. Çok sonraları anlıyorum; demek o gün eltim bana bakarken bunun için hep yüzünde bir hüzün vardı ve benden gözlerini kaçırıyordu.

Tüm bu yaşadıklarımın hiçbirini benim ailem bilmiyordu. Annem bir tek içkisini biliyordu. Sonradan sürekli kumar oynadığını ve bana ettiği hakaretleri öğrendiklerinde babam gelmiş, ailesiyle konuşmuştu. “Kızımı size ezesiniz diye esir vermedim ben, eğer düzelmezsen gelip, bir daha uyarmadan geri alacağım” demişti. Annemler gidip baş başa kaldığımızda ağlamış, durumu hazmedememişti. Bırakıp gideceğimden çok korkmuştu. Ağlarken ona sımsıkı sarıldım ve “Bak gitmedim, buradayım. Herşey düzelecek, düzene girecek. Sen yeter ki şu içkinden ve kumarından vazgeç” demiştim. Bu sözler ancak 1 ay etkili olmuştu. Sonrasında çok çok daha kötüye gitmişti herşey. Ben her gece evi terk etmeye karar veriyor, ancak sabah olunca cesaret edemeyip vazgeçiyordum. Hem de babamın evinde çok çok daha rahat edeceğimi bildiğim halde.

Benim iplerimin koptuğu, sabrımın taştığı gece bir düğün dönüşü olmuştu… Kızımın sınıf arkadaşının Vatan Caddesindeki ordu evinde düzenlenen sünnet düğününe katılmıştık. Bir veli arkadaşla aynı masayı paylaşmıştık. Biz iki kadın sohbet ediyorduk, eşlerimiz de bedava buldukları içkinin dibini arıyorlardı. Arkadaşın eşi de benim adamın kafadan çıkmıştı. İkisinin de gözleri kan çanağı gibi olmuş ve boş gözlerle etrafa bakar durumdaydılar.Saat 23:00 olmuş ve düğün bitmişti. Ben kızımın montunu giydirdim, ayağa kalkıp eşime baktım. Yanımda yoktu. Lavaboya gittiğini düşündüm ve hep birlikte wc önüne doğru yürüdük. Beklerken arkadaşın eşi kocamın dışarı çıkmış olduğunu söyledi. Ben de “Mümkün değil, beni bırakıp çıkmaz o” dedim. Evet bırakmazdı, bırakmamalıydı… Bir erkek kadınına, namusuna sahip çıkmalıydı, yalnız bırakmamalıydı böyle bir yerde. Ben “Mutlaka içerde tuvalettedir, çıkar şimdi, bekleyelim” dedim. Birkaç dakika sonra arkadaşın eşi yanıma sokulup kulağıma doğru eğildi ve “Ne o kız kocasız mı kaldın? Bulalım sana bir koca” dedi!!! Kulaklarıma inanamadım, her yanım buz kesti. Kızımın elinden tutup dışarı doğru hızla yürümeye başladım. Eşimi bahçenin çıkışında desteksiz ayakta duramadığı için kapıya yaslanmış gördüğüm an bir kez daha buz kestim. Çok sarhoştu. Midesi bulandığı için açık havaya ihtiyaç duyduğunu söylemişti. Böyle bir aile manzarası sergilediğim için kendimden ve eşimden çok çok utanmıştım!

Kızımın okulunda veliler arasında çok sevilen biriydim ve benim gibi bir kadının kocası böyle olmamalıydı. Ben koluna girdiğimde, gurur duyduğum erkeğim olmalıydı o. Ama nerdeeee? Bırakın gurur duymayı, hayatımın her alanında utanç kaynağım olmuştu. Ve bir düğün çıkışı bana sahip çıkmamış, kendi gibi pis bir sarhoşun sarkıntılığına maruz bırakmıştı beni.

Eve geldiğimizde kendini tuvalete zor atmıştı. Kayınvalidemle banyo camlarımız karşı karşıya olduğundan, eşimin kusma seslerini ve bağırmalarını olduğu gibi duymuş, dayanamayıp gelmişti.İçeride bir düşme sesinden sonra, banyodaki sesler kesilmiş, kapı çalmalarıma yanıt alamaz olmuştum. Tornavidalarla kapıyı zar zor açmayı başardım. Gördüğüm manzara iğrençti. Kocam olacak şahsiyetsiz, altında sadece donuyla klozetin yanında boylu boyunca sızıp kalmıştı. İçkiden ve kokusundan hep nefret ettim. Özellikle de rakı konusu. O anason kokusunu aldığım an, hemen hayatımın bu karanlık yüzü gelir aklıma.

Ertesi gün kızımın okul müsameresi vardı. Sabah annemle gelip gelmeyeceğini öğrenmek için telefonda konuşmuştuk. Sesimin burukluğundan anlamış olmalı ki, neyim olduğunu sordu. Onca yıl çektiklerimden sonra bende artık dayanamamış ve gece yaşadıklarımı anlatıvermiştim. 2 dk sonra babam geri aramış ve yanıma almak üzere birkaç eşya hazırlamamı söylemişti. Kayınvalideme hiçbir sey söylemedim. Hazırlanıp müsamereye gittik. Çıkışta ben artık kendi evime değil, baba evine dönüyordum. Akşam eve, kayınpederime telefon açtım ve “Baba ben artık dayanamıyorum, babamın evine geri döndüm, beni döndürmek için lütfen kapıma gelmeyin, kararım kesindir” dedim. Ailece defalarca geldiler. Her geldiklerinde ben odamdan hiç dışarı çıkmadım.

 

Bir keresinde eşim beni bahçede yakaladı ve sadece birkaç dakika onu dinlemem için yalvardı. Kırmadım onu ve dinledim. “Sana yalvarırım dön evimize, her şey benim dilimde, ben ne yaptıysam seni kıskandığım için yaptım. Ayağının altını öpeyim, kapında köpeğin olayım” iki gözü iki çeşme, zırıl zırıl ağlayarak yalvardı. O haline öyle çok acıdım ki, yaptıklarına ve bana yaşattıklarına rağmen yine ona sarılmak ve teselli etmek istedim. Ama bu son hakkıydı, ona tanıdığım şansı kullanmıştı… Kararlıydım… Bitmişti…

Boşanalı 6,5 yıl bitti. Bu zaman zarfında hala benim hakkımda ileri geri konuşur. Kızına asla maddi hiçbir yardımda bulunmaz. Haa birkaç bayramda 1-2 kıyafet almıştı, hakkını yemeyeyim. Lütfedip aldı yani. Bunun dışında kızıyla aylarca görüşmedikleri oluyor. Aklına gelip hiç aramaz sağ olsun. Bir isteği olup olmadığını, onu özleyip özlemediğini, derslerini, okul durumunu, sağlığını sormaz. Ancak kızımız yengesine kalmaya gittiğinde (amcasına yani) (bu arada eski eltimle çok çok iyi dostuzdur ve hala çok sık görüşürüz) görüşür. Zaten kızım da babasını bu kötü davranış ve tutarsızlıklarından dolayı hiç sevmiyor. Allah biliyor ya, kızının babasını sevmemesine için için çok seviniyorum. Ama yetiştirme etiğine uygun olması için hiçbir zaman babasını kötülemiyorum. Yarın öbür gün büyüdüğünde “Babamla aramı sen soğuttun” dememesi için. Yaşadıkça ve büyüdükçe kendi görsün, gözlemlesin istedim. Zaten birlikte yaşadığımızda bize yaptıklarının hemen hepsini hatırlıyor.

Ben şimdi çok mutlu ve huzurluyum. Hayatta sahip olabileceğim her şeye sahibim. HIV’de extra bonusum oldu, o ayrı konu : )))

Çok şükür sağlıklıyım, ailem ve kızım yanımda, ekonomik özgürlüğüme sahibim…

Peki o ne durumda biliyor musunuz? Canıyla uğraşıyor…

Bayramda kızımla babaanneye ziyarete gittik. Sağlık karnesi için en son çektirdiği resmini gördüm. Tedavi almadığı için vücudunu yaralar sarmış. Çok çok zayıflamış. Saçları dökülmüş, neredeyse tamamen kel kalmış. Yüzü kara-sarı, avurtları çökmüş. Korku filminden çıkmış zebaniler gibi görünüyordu. Gerçekten çok kötü görünüyordu.Onun bu görüntüsünden kortum. 3 gün hiç gözümün önünden gitmedi… Eltimden aldığım son haberler ise hiç iç açıcı değildi. Akli dengesini de yitirmiş. Kendi kendine gülüp, konuşuyormuş. Erkek kardeşine kızdığı için karısının telefon numarasını sokakta her yere yazmış. Kızcağız telefon tacizlerinin ardı arkası kesilmediği için hattını değiştirmek zorunda kalmış.

Ailesi, şimdi 2 yıldır çalışmadığı için bir şekilde SSK işlerini halletmeye çalışıyor. Maddi sorunu giderince Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine yatıracaklar. Tedavi alması şart. Aksi takdirde çevresine çok daha zararlı olacak. Hatta tedavi olmadığı için iyice beynine vuracak. Bekli de felç gelecek, bakıma muhtaç kalacak. Yaşlı ana-baba. Kim bakacak ona? Lanet olsun ki, bana yaşattığı onca acıya, kedere, bulaştırdığı HIV’e rağmen ona yinede çok acıyorum. Nefret edip, belalar okumak istiyorum, ama yapamıyorum. Hayatımda sadece ona karşı duyduğum bu acıma hissimden dolayı insan sevgime kızıyorum. Ben ondan nefret etmek istiyorum. Ölesiye nefret ve kin dolu olmak istiyorum…

İşte o bayram günü ben, o vesikalık resimde geçmişimin acı yüzünü gördüm… Çok korkunçtu…

Yazdıklarım gerçek dışı gibi değil mi? İnanılmaz ve çok abartılmış gibi duruyor. Hiçbir satırında küçücük bile olsa yalan yok. Eminim hayatımda benim de eksiklerim ve hatalarım vardır. Dört dörtlük insan var mıdır ki? Ama gerçek şu ki bunların hepsini ben yaşadım…

Kızkulesiii